Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak’ta yakın zamanda yayımlanan bazı yazıları, üsluptaki sorun nedeniyle bir cepheyi yeniden söz sahibi yapmıştır. Kanaatimce, üslup sorunu şudur. Bazı tekil olaylara şahit olmuş, bazı karinelerden yola çıkarak bu olaylarda inanç insanlar açısından vahim durumlar olduğunu görmüştür. Bunu köşe yazısına taşırken, oradaki olaya ilişkin yorumunu genellemiştir. İşte tekil olaylara ilişkin yorumunu -karinelere dayalı da olsa- genelleyerek ve bu genellemeyi en kötüyü düşünerek yapması yanlış olmuştur.
Peki, onun söylediği şekilde olaylar olmamış mıdır? O gibi olaylarda onun söze döktüğü şekilde mesaj verenler yok mudur?
Yoktur, ben görmedim, çünkü başka dünyada yaşıyorum. Ay iklimi bu sıralar çok kararsız!
Yazı üzerindeki tartışmalarda bazı ilginç noktalar dikkat çekiyor.
İlk olarak başörtüsünü ideolojik sembol olarak tanımlayan insanlar yok... Artık “aslında başörtüsüne karşı değilim, benim dedem namaz kılıyor, ninem de başını örtüyordu…” diye başlayanlar da yok... Bunların olmaması (?) iyi bir gelişme (Aslında var da ortaya çıkamıyor).
Ancak başörtüsü ideolojik bir sembol değilse de dinî bir şiardır. İslam'ın şeârindendir. Bu nedenle, başörtülülerin, başörtüsünün şal gibi, fular gibi, kravat veya kapüşon gibi salt bir elbise parçası olmadığının bilincinde olmaları, Müslümanların hayrınadır. Ayrıca, benim din özgürlüğü anlayışıma göre, dinî bir şiarı, dinî bir şiar olmaktan çıkarmak; onu sıradanlaştırmaya, ona duyulan hürmeti ortadan kaldırma çalışmak, inana insanlara karşı bir saldırıdır. Bu nedenle bazı bayanlar (burada aklıma bir hanım yazarın “bacıdan bayana” isimli kitabı geliyor), başını örtüp Müslümanlık gösterisi yapmaları ama diğer yandan da abartılı makyaj, vücudunu belli eden ince ve dar elbiseler, göz çeken hareketlerle de bulunmaları, İslam’ın şiarına duyulan hürmeti yok eder. İslam’ın şiarına hürmet, ezana hürmet gibidir. Camiye ve Kâbe’ye hürmet gibidir. Çünkü bunlar da İslam’ın şiarıdır.
İkinci olarak hayrettin karamana karşı bir argüman olarak kılık kıyafet özgürlüğünden söz edilmesi de dikkat çekici. Peki karaman hoca, başörtüsü yasakken ne diyordu? Bunun furuattan olduğunu mu söylüyordu? Devlet mekanizmalarını ellerine geçirenler böyle takdir etti, artık bu yasağa uymak mı lazım diyordu? Bu yasak olmazsa laiklik elden gider, irtica gelir mi diyordu? Yoksa, başörtüsünü ve örtünme özgürlüğünü mü savunuyordu?
Üçüncü olarak, değişmeyen bir şey var: İlahiyat hocalarına İslam’ı öğretmeye çalışmak.
Söylemezsem olmaz! Beyaz tv de bir magazinci, Karaman hocaya karşı "kimsenin kılık kıyafetine karışamazsınız" anlamında sözler ediyor, Hoca’nın dini dejenere ettiğini söylüyor, Hoca'ya dini öğretmeye kalkışıyordu.
Maalesef, ilahiyatçıların kaderidir, herkes ilahiyatçılara gerçek İslam’ı öğretmeye kalkışır. Magazin dünyasından başını kaldırınca İslam fıkhı profesörüne fıkıh talim etmeye kalkışır. Burada beyaz tv yi de bu programdan dolayı alkışlamak lazım. Bakın, gerçek dini öğretmek kimlere düştü? Ümmeti kimler savunuyor?
Burada, kadim bir söyleme, kadim olduğu kadar da yaygın bir söyleme dikkat çekmek yararlı olacaktır. Bu söylem gerçek din söylemidir.
Gerçek din, ateist bazılarınca İslam’ın zannedildiği gibi hakikat ve doğruluk yolu, akla ve bilgiye uygun, insanı kemale erdiren bir öğreti olmadığını söylemek için kullanılan bir söylemdir. Geçmişte Turan dursun tarafından yazılan “Tabu Can Çekişiyor, Din Bu I, II, III” kitap serisi buna örnektir. Kanaatimizce, “sahih İslam” ile “yanlış yorumlanan ve hatalı yaşanan İslam”ı ayırt etme çabasından bîtab düşen, bu yorgunluk ve yılgınlığı da dine karşı intikama dönüşen bir din görevlisinin kaleminden çıkmıştır. Buna karşı ilmî bir dirayetle Süleyman Ateş de “Gerçek Din Bu 1 (Yeni Ufuklar Neşriyat) “ kitap serisini kaleme almıştı.
Tabii, çok önceden Seyyid Kutub tarafından yazılan mükerreren Türkçeye çevrilen “Din Bu (Hâźe’d-dîn)” kitabı ise daha başka bir saikle yazılmıştır. İslam’ın kültürleştiği bir dünyada İslam’ın özüne dönme ve saf İslam’ı ortaya koyma saikidir, bu. İşte gerçek din söylemlerinden biri de budur. Bid’at ve hurafelerden arınmış, tevhidi mihver edinen, gerçek idealleri ile insanın kemale ulaşmasını hedefleyen İslam’ı ortaya koymak.
Diğer bir gerçek din söylemi de toplumda adalet ve medeniyetin tesisine öncülük eden yönüyle İslam’ı anlatmak, İslam ilimlerini gözden geçirmekle birlikte onları da kaynak alan bir yöntem üzere yürür. Bu anlayış, önce İslam’dan olduğu kat’i olanlar ile zannî olanları ayırt etmeye çalışır. Zannî olanlar noktasında, hem 14 yüzyıldır İslam ilimlerinin zenginliğinden hem de insanlığın bilgi ve hatta tecrübe birikiminden yararlanarak, İslam’a uygun bakış ve yaklaşımlar ortaya koymaya çalışır. İslam’ın sabiteler üzere tahkik edilmiş bilgiler, ilkeler ve idealler üzerine İslam toplumunu ve İslam medeniyetini yeniden inşa etmeyi hedefler.
Bu söylem, İslam’ın kültürleşmesine karşı değildir. Bunun gereklilik olduğundan hareket eder. Üzerinde durduğu ayrım, “İslam’a uygun bir kültür mü yoksa kültüre uygun bir İslam mı?” sorusuyla netleştirilebilir. Kültür ve geleneğin İslam ile şekillenmesi, İslam toplumunun özelliğidir. Ancak, İslam’ın kültür ve geleneğe göre şekillenmesi, dinin hurafelerle, mitolojilerle yozlaşmasına yol açar.
Gerçek din söyleminin diğer bir şekli de buradadır. İslam’ı kendi kültürüne göre yorumlayarak, onun ahkâmını devre dışı bırakmak ve onu kişisel gelişime indirgemek. Bazen yabancı kültürlerden yararlanarak mistik bir anlayışla onu psikolojik rahatlama ve ruhen huzur duyabilme yoluna dönüştürmek.
Görüldüğü üzere, farklı gerçek din söylemleri var. Söylemezsem Olmaz! Bir de magazincinin gerçek din söylemi var. Acaba ne ola ki?