Matah bir şey gibi sunulan milenyum, dünyanın pek çok yerinde Müslümanların katledildiği yıllarla başladı ve devam ediyor. Kana doymuyor insanoğlu. Geçen yüzyılda Güney Amerika’da ve Kore’de Marksistler ve Komünistler, Tibet’te Budistler, Afrika’da farklı kabilelere mensup yerliler ve elbette ki pek çok yerde Müslümanlar öldürüldü. İçinde bulunduğumuz yüzyılda dünya ortaklaşa bir karar almış sanki; Irak’ta, Filistin’de, Çeçenistan’da, Srilanka’da, Sudan’da, Somali’de, Keşmir’de, Filipinler’de, Doğu Türkistan’da, Lübnan’da ve son aylarda Yemen’de milyonları aşan sayıda Müslüman katledildi/katlediliyor.
Araplar, Araplara karşı cihad ediyor. Tam bir trajedi. Operasyonlarda evler, mülteci kampları ve pazar yerleri vurulurken binlerce insan hayatını kaybetti. Sivillere karşı fosfor bombaları kullanıldı. Yetmedi, ABD birliklerinden destek alındı. Yetmedi, Somalili korsanlar bahane edilerek, Aden Körfezi savaş gemileriyle doldurularak Yemen denizden kuşatıldı ve Husilere yardım gelmesi engellendi. Yetmedi, Suudi Arabistan Müftüsü Abdülaziz b. El Şeyh, Suudi askerlerin “cihad” ettiklerini iddia ederek İslam dünyasına İslam şeriatına uzak olan akidelerini topluma dayatan Husilere boyun eğmemelerini istedi. Topu topu birkaç bin Husi için tüm Arap yarımadası neredeyse bir araya gelmiş ve cenazenin önünde keyifle saf tutmuşlardı.
Yetimler Ülkesi Yemen
Yemen’de yaşananlar nedense televizyonlara yansımıyor. Can kayıpları haberlere taşınmıyor. Araya aracıların da alınmadığı bu savaş sessiz ve derin bir şekilde ilerliyor. Görüntü paylaşım sitelerine yansıyan görüntüler o kadar korkunç ki, insan izlemeye tahammül edemiyor. Enkazlardan kömürleşmiş çocuk cesetleri çıkarılıyor. Beyaz kefiyesiyle bir Yemenli elindeki çocuk cesedini, piknik tüpü gibi tutup bir şeyler anlatıp yere bırakıyor. Taş gibi. Saçları toz içinde; tek insan kalan yanı belki de oraları. Çocuk kaskatı konduğu yerde kalıyor. Kamera hareketli, enkazın çok ilerisinde bir ceset daha görünüyor, sonra bir ceset daha. Açık alanlarda ölmüş insan görüntüleri. Etrafta herhangi bir çatışma ya da bomba izi yok. Hepsi sivil. Görüntüler zehirli gaz iddialarını doğrular nitelikte. Halk çaresiz. Yaralıların kurtulma şansı yok, çünkü doktor yok. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen “ceset”ler var sadece.
Bütün bu olumsuz durumlara karşı Husi savaşçıları direnmeye devam ediyor. İttifak güçlerinin hava destekli pek çok piyade ve komando harekâtlarını püskürten gerillalar yakaladıkları Suudi esirlerini serbest bırakıyorlar ama Husi üyesi esirler o kadar şanslı değil; insan hakları örgütlerinin tespitine göre ağır işkencelerden geçiyorlar.
İsrail’e yakınlığıyla bilinen Debka sitesine göre Husiler, 1962 yılında devrilen Zeydî İmamet rejimini yeniden kurmak için savaşıyorlar. Bu iddialara karşılık Husi hareketinin lideri Abdülmelik el-Husi, Yavm es-Sabr Gazetesine verdiği demeçte: “Haklarımızın tanınması dışında hiçbir şey istemiyoruz. İsteklerimizi, silah gücüyle kabul ettirmek gibi bir planımız yok. Yemen ordusu bize saldırdı. Biz de şimdi kendimizi savunuyoruz.” (isra haber) deyip tek taraflı ateşkes ilan etmelerine rağmen, Yemen hükümeti saldırılarına tüm hızıyla devam ettiriyor.
Kendi topraklarındaki Şiilerin ayaklanmasından korkan ve korktukça da gaddarlaşan Suudi Arabistan yönetimi hiçbir uyarıyı ciddiye almıyor. İhvan-ı Müslimin genel mürşidi Muhammed Akif’in ve Hizbullah’ın arabuluculuk girişimleri sonuçsuz kalırken; 4 Kasım’da fiilen savaşa giren Suudi Arabistan’ın halkın su kaynaklarıyla beraber pek çok insani bölgeye saldırdığı biliniyor. Öyle ki saldırının ilk ayında Apaçi helikopterlerinin ve uçakların yaptığı saldırılarda 5000’den fazla füzenin fırlatıldığı iddia ediliyor. İsrail’e ve ABD’ye tek kurşun sıkmayan Suudi ordusu, Yemen’deki muhaliflere binlerce füzeyi atmaktan çekinmiyor.
Yemen’in Mazab, Sakin, Dahyan, Razah, Melahit, Hassama, Haydan gibi bölgelerinde saldırılardan dolayı insani felaketin yaşandığı bildiriliyor. Tüm bunlar yaşanırken İslam Konferans Örgütü’nün ve Arap Birliği’nin müdahil olmamasına ne demeli. Hiçbir ülkenin arabuluculuğa soyunmadığı süreçte İhvan-ı Müslimin ve Hizbullah gibi yapılanmalara, bu sorumluluğun düşmesi devletlerin de –Türkiye de dahil- acziyetlerinin açık ilanı değil midir?
Yemen’le ilgili yaşanan sürecin tamamı Ahmet Varol ağabeyimizin sitesinden ve Genel Yayın Yönetmenliğini İsa Eren’in yaptığı İsra Haber’den takip edilebilir. Asıl mesele, sürecin nasıl bu hale geldiğinden, antlaşmalardan, demeçlerden ziyade ittifaka dâhil olan ülkelerin savaşma ahlâkı olmayan zalim devletleri örnek alarak savaşmalarıdır. Amerika’nın ve İsrail’in, etkin hava gücüne ve tedhişe dayalı, sınırsız, kuralsız savaş taktiklerinin farklı dinden ülkeler tarafından –aynı dinden olmayı geçtik artık- aynı ırktan kitlelere karşı kullanmaları tam bir felakettir. Beş yüz binden fazla yetimin bulunduğu ve sırf bu yüzden “Yetimler Ülkesi” olarak adlandıracağımız Yemen’de yaşam alanlarının, ibadethanelerin, tarlaların yok edilmesi, çocukların küçücük bedenlerinin kömür karası hale gelmesi hangi kitapta yazar. “Dinler Arası Diyalog”a dünyanın henüz hazır olmadığı ortada; Müslümanların kendi aralarındaki “dil” ve “merhamet” sorununu bir an önce çözmeleri şart.
>>Bir fotoğraf. Yemen’e destek veren Arap liderlerin durumu mahallesindeki kabadayıdan korkup evde karısını ve çocuklarını döven, üzerlerinde sigara söndüren ama dışarıdaki adamlardan sürekli dayak yiyen korkak, psikopat erkeklere benziyor. Gücü kendi ailesine yeten zayıf karakterli adam portresi. Kadın ve çocuk babanın zalimliğinden şikâyet ediyor. Adam nedenleri araştırıp diyalog kurma yerine kadını ve çocuğu dövmeye başlıyor. Sesler mahallenin her yanında çınlıyor. Çoğu, “kocadır, sever de döver de” diyor, bazıları çıkıp ayıracaklarına, adama yardıma geliyor. Bir iki komşu arayı bulmak istiyor ama nafile adam oralı bile olmuyor. Mahallenin bekçileri (İKÖ, Arap Birliği) aile içi duruma müdahale etmek istemediklerinden ortada görünmüyorlar. Olan aile üyelerine oluyor.
Sonra bir ses soruyor: “Niye komşular yardıma gelmiyor, hiç mi acımıyorlar”
Başka bir ses cevap veriyor: “Hepsi sabıkalı da ondan!”<<