Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi'nin Başbakan ve bazı bakanları hedef alan yazısı gazetedeki görevinin son bulmasına sebep oldu. Yılların deneyimli gazetecisi Oktay Ekşi'yi böylesine ağır hakaret etmeye sevk eden sebep nedir?
1) Eleştirdiği konuya öylesine inanmıştır ki, haklılığını ancak bu vurguyla yapabilmiştir. 2) Başbakan ve AK Parti'ye olan hıncı onu kelimelerin şehvetine kapılmaktan alıkoyamamıştır. 3) Kullandığı cümlenin hakaret içerdiğini düşünmemektedir. 4) Bu cümlenin böylesi bir sonuca yol açacağını hesap edememiştir.
İhtimalleri daha da artırabiliriz. Hangi niyet ve saikle bu hakaret cümlesini kullandığını en iyi kendisi bilir. Ona niyet isnad etmek bize düşmez. Ancak, söz konusu cümlenin Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve muhatap diğer bakan ve bürokratlara yönelik ağır bir hakaret olduğu açık. Hiçbir şekilde kabul edilemez, mazur gösterilemez.
Sonunda istifa etti. Eğer kendi iradesiyle bu kararı almışsa buna diyecek yok. Yukarıdan kendisine empoze edilmişse burada durup düşünmek lazım. Sayın Başbakan ve AK Partililer tepkilerinde haklıdırlar. Kimse bu ülkenin Başbakanı'na bu hakareti yapamaz. Mağdurların hukuki yollara başvurmaları en tabii haklarıdır. Oktay Ekşi, ertesi gün özür dilemiştir, ilaveten ağır maddi tazminat veya hapis cezasına çarptırılsa, buna kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum. Fakat eğer "istifa etmek zorunda bırakılmışsa" bu doğru bir yol mu, bunun üzerinde düşünmek lazım.
İyi ve işleyen bir demokrasi için açık, özgür ve derinlikli bir kamusal müzakereye ihtiyacımız var. Müzakerenin verimli olabilmesi için de muhalif görüşlerin serbestçe dile getirilmesi gerekir. Ama elbette hakaret, kişilerin, kuruluş ve örgütlerin, grup ve cemaatlerin itibarını küçük düşüren; ırz, namus ve aile şerefini lekeleyen yayınlara izin verilemez. Özellikle din, mezhep, ırk, sınıf ve sosyal gruplara yönelik 'nefret' suçunu içeren yayınlara hoşgörü göstermemeliyiz. Bu konuda interneti de içine alan cezaların artırılması gerekir, bu sansür değildir.
Bu kayıtları düştükten sonra, bir durum tespiti olarak iki noktaya işaret etmek istiyorum: Biri toplumda giderek sosyo-psikolojik tabanlı bir "ayrışma ve kutuplaşma" gözleniyor. Beklenmekte olan bir deprem gibi her geçen gün biraz daha stres biriktiriyoruz. Beklenmedik veya provokatif bir olay fay hattının kırılmasına ve birikmiş olan stresin açığa çıkmasına sebep olabilir. Bu konuda herkes dikkatli olmalı, temkinli davranmalı, sorumluluğu elden bırakmamalı; duygularını, öfkesini kontrol etmesini bilmelidir.
İkincisi, maalesef toplumsal şizofreni ve çatışma potansiyelini en çok, belirgin ve bazen acımasızca besleyen aktörlerin başında Aydın Doğan medyası -ama özellikle Hürriyet gazetesinin bazı yazarları- gelmektedir. Fehmi Koru, uzun zaman Sayın Doğan'ı uyardı, ben bu uyarının yanlış anlamlara çekilebileceğini düşünüp eleştirdim. Ben de Fehmi Koru'nun büsbütün haksız olmadığı noktasına gelmiş bulunuyorum. Bunları yazma hakkını kendimde buluyorum. Çünkü Doğan medyasının mağdurlarından biriyim. Aydın Doğan'a büyük para cezası geldiğinde bu kararı açıkça eleştirdim, aradan birkaç gün geçmeden Milliyet Gazetesi, basit fikri bir meseleden dolayı beni manşete çekip iki gün hedef gösterdi. Yine geçenlerde bir başka tarihi-fikri bir konudan dolayı iki Hürriyet yazarı ne benim ırkçılığımı, ne faşistliğimi, ne zırvalığımı bıraktı. Ben dinî terbiye almış bir insanım, "Beni Rabb'im edeblendirdi" buyuran Efendimiz'e uyup aynı üslupla cevap vermedim.
Oktay Ekşi'den önce, E. Çölaşan ve B. Coşkun ayrılmışlardı. Sayın Aydın Doğan ve köşe yazılarını toplam 100 civarında küfürname kelimeyle dolduran; bir olayı analiz etmeyip provokatif üslup kullanan; muhaliflerine hakaret etmeyi, nefret oluşturmayı, sövüp saymayı kendinde hak olarak gören yazarlar bilmeli ki, bundan sonraki Türkiye'nin entelektüeli, köşe yazarı, gazetecisi bu değil. Türkiye değişiyor, medya ve yazar profili de değişiyor. Medya ve yazarlar var olmak istiyorlarsa kendilerini geliştirmeli, değiştirmelidirler.
ZAMAN