Yayıncılıkta Yeni Bir Soluk: Mahya Yayıncılık

Yayıncılıkta yeni bir soluk olan Mahya Yayıncılık yayın hayatına başladı.

Mahya Yayıncılık geçtiğimiz aylarda bastığı kitaplarla yayın hayatına dikkat çekici bir giriş yaptı. İslam düşüncesini ve Batı parardigamasını konu alan kitaplarla kütüphanelerde yer tutmaya aday eserler ortaya koyan Mahya Yayıncılık Prof. Dr. Abdulhamid A. Ebu Süleyman, Prof. Dr. Bekir Karlıağa, Prof. Dr. Ahmed İsa, Prof. Dr. George Saliba, Prof. Dr. Abdulvahab M. el-Messiri, Dr. Muna Ebu'l- Fadl gibi önemli akademisyenlerin çalışmalarına ulaşma imkanı sunuyor.

Mahya Yayıncılık Editörü Sabahattin İhvan'ın yayınevinin amacına dönük yorumu:

Mahya Yayıncılık, samimi idealist bir beraberlikten kaynaklanan, bu beraberliğin sadece kendi kabuğunda kalmaması, bütün ülkemiz için kalıcı kültürel hizmet üretmesi ve katkıda bulunması gerektiği inancından doğdu. Kişisel bir girişim değil, birbirini yıllardır tanıyan ve birbirine güvenen, saygı duyan birçok kişinin katıldığı ortak bir girişimdir. Ticari bir ortaklık olarak değil bir düşünce ve ideal birliği olarak kuruldu. Bu yayınevi çevresinde bir araya gelen insanlar, değişik alanlarda ticaretle uğraşmış, bunda da başarılı olmuş kişiler. Dolayısıyla bir kuruluşu ayakta tutmanın yollarını da bilen insanlar. İnşallah devam edecek, şevki ve enerjisi tükenmeyecek, kültür dünyamızda önemli izler bırakacak bir yayınevi olacaktır.

Bu bakımdan Mahya’nın ticari anlamda kazandıran bir kuruluş değil, kültür ve medeniyet çerçevesinde kazandıran bir kuruluş olması önemli. Ancak bunu söylerken, oluşumun sadece bir  tatminden ibaret olduğu düşünülmemeli. Müslümanlar Kur’an'da insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak tanımlanmakta.Bunu, unutturmak isteyen veya anlaşılmaz biçimlere sokarak hayatın dışına atmak isteyenlere karşı, yeni bilgi ve belgelerle daha güçlü biçimde hatırlatmak, hayatın içinde günlük yaşama giren uygulamalarla canlı tutmak amacındayız. Kısacası inancımızı, tarihimizi, kültürümüzü ve medeniyetimizi tanımaya ve tanıtmaya çalışan bir çizgi izliyoruz.

Mahya Yayıncılık'ın yayın hayatına soktuğu kitaplar:

 

Müslüman Aklın Krizi

Değerler, ilkeler ve inançlar ile düşünce, anlama ve uygulama arasındaki farklılık çok temel bir konudur. Şayet geleceğimizi yoluna 

koymak için, anlamlı bir ıslah girişiminde bulunacaksak, bu konuda hemfikir olmalıyız. Bunların hepsi, ümmetin içinde bulunduğu krizin, aslında bir inanç değil düşünce, içerik değil yöntem krizi olduğunu ve esas olanın araçlar değil amaçlar olduğunu doğruluyor. Öyleyse, ciddi bir çalışmaya başlamak için bu nokta bir çıkış noktasıdır.


Düşünce yöntemi değişmez ve yaklaşımlar düzeltilmezse, Müslüman zihni hiçbir şeye karşı eleştirel ve derin bir bakış geliştiremeyecektir. Bunun yerine, bir başarısız çözüm arayışından diğerine sürüklenip duracaktır. Mevcut durumun devam etmesi ise, daha çok bölünmeye ve çöküşe sebep olacaktır.

Bu kitabın, medeniyetimizin çöküşünde en önemli sebep olarak görülen entelektüel ve kültürel gerileyişimizin nedenleri konusunda yapılacak araştırmalara daha fazla katkı sağlayacağını umuyoruz. Zira düşünsel krizlerin kökenlerine inilmemesi, ıslah girişimlerini kriz belirtileriyle uğraşmakla sınırlandıracak ve hastalık katlanarak büyüyecektir.

Müslüman Aklın Krizi, bu doğrultuda ciddi araştırmalara ve gündemlere kapı aralamak için atılmış önemli bir adımdır. 


Kur'ani Dünya Görüşüİslami dünya görüşü, hayatı olumlu değerlerle yücelten, kapsamlı, disiplinli ve gerçekleştirilebilir bir bütündür. Bu kapsamlı anlayış ne yazık ki, Müslümanlar arasında yaygın olan ve “İslam” olarak görülen teorik, parçacı, edilgen ve seçici bir sapmaya uğramıştır. Bilginin ve olguların mistik bir yaklaşımla çarpıtılması, nesnel, bilimsel bir araştırma ve analizin gerçekleştirilme becerisinin gösterilememesi bu sapmayı adeta meşrulaştırmaktadır.

Hayat; fiziksel varoluş ve geçici zevkler arayışı, sonunda da gömülecek ve unutulacak cansız bir bedenden ibaret değildir. Çağdaş materyalist görüşlerin bu zalim, sıradan ve değersizleştiricir dünya görüşü sunuyor.

Kur’ani dünya görüşü, insan hayatını, temelde iyiliğin ciddi ve anlamlı bir girişimi olarak görür. Daha da ötesi bizim bu hayatta ıslahat, üreticilik ve hizmet yoluyla elde ettiklerimizin meyvesinin, ebediyetin manevi alanına uzandığını söyler. Böylelikle insan hayatı, ölümden sonra insanların yaptıklarının meyvelerini topladıkları ebedi bir varoluşla devam eder.

Ebu Süleyman bu eserde tevhid, hilafet, adalet, özgürlük, sorumluluk, amaçlılık ve istişare gibi insan hayatında önemli yer tutan kavramları bir dünya görüşü ekseninde ele almakta, fıtri değerleri geçmişten günümüze taşıyarak geleceğe de ışık tutmaktadır...

 

Müslümanların Rönesansa KatkısıBatı kaynaklı eserlerden beslenen toplumlarda, kendi birikimleri ve potansiyelleri hakkında olumsuz düşünceler egemendir. Onları besleyen kaynaklarda İslam, ancak bir parantez veya dipnot olarak yer alır. Onlar da kendilerini “kendileri” olarak değil, orada yer aldıkları gibi, yani dünyanın sığıntıları, edilgen varlıklar, ya da yaşam hakkı olmadığı halde Batı’nın lütfuyla buna kavuşmuş kimseler olarak algılamaya başlarlar. Kuşkusuz bu duruma gelmiş bir toplum donmuş, kurumuş, artık canlılığını yitirmiştir. Bu halde kaldığı sürece, ne kendisine faydası vardır, ne de kimseye verecek bir şeyi...

Halbuki Batı, İslam dünyasından çok şeyi ödünç almış ve aldıklarından da büyük fayda görmüştür. Roberts, Dünya Tarihi adlı eserinde bunu pek çok kez vurgular. Hıristiyanlık aleminin "kültürel gelişimini İslam’a borçlu" olduğunu belirtir ve ekler: "Avrupa, Ortaçağ’da başka hiçbir medeniyete İslam’a olduğu kadar borçlu olmamıştır.”

Ahmed İsa’nın Müslümanların Rönesansa Katkısı adlı kitabı, hiçbir komplekse düşmeden Müslümanların insanlığa olan bilimsel katkısını oldukça güzel bir şekilde özetleyen, onların ilgi alanlarının genişliğini ortaya koyan, Batı’nın ise faydalandığı ve yararlandığı halde, kabullenmeye bir türlü yanaşmadığı bu büyük medeniyetin gelişim seyrini anlatan ve mutlaka okunması gereken bir kitap...

 

Din ve Medeniyet

Güçlü ve uzun ömürlü medeniyetler, akıl ile vahiy, din ile bilim arasında kurulan sağlıklı ilişkiler üzerinde boy salıp gelişirler. Dolayısıyla medeniyet algısı, din ile aklın çatışması üzerine değil, buluşması ve dengeli şekilde bir araya gelmesi üzerine inşa edilmelidir.

Yaklaşık 300 yıldır dünyamıza yön veren Batı medeniyeti, akıl ile vahiy, din ile bilim arasındaki bu hassas dengeyi göz ardı ettiği için, insanlığı büyük krizlerle yüz yüze getirmiştir.     

İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğu ilk günden beri çıplak duyu vasıtalarıyla kavrayamadığı, dolayısıyla müspet ve müşahhas olarak ifade edemediği, ama karşı konulmaz bir sevk-i tabii ile bağlanmak zaruretini duyduğu kendi dışında, yüce ve üstün bir güce yönelmiştir. Dolayısıyla, nerede bir insan var olmuşsa, orada doğru veya yanlış bir din de bulunmuştur.

 

 

 

 

 

Din ve Düşünce

İnsanoğlunun, gerçeği aramak üzere koyulduğu metafizik yolculuğunda önünü açan ve aydınlatan ilk ve en önemli kapı dindir. Din, ilk insanla beraber doğmuş ve yeryüzünde varlığı devam ettiği müddetçe- son insana kadar da yaşayacaktır.

Gayba doğru açılmamızı sağlayan ikinci kapı, düşüncedir. İnsanoğlu, görülenden görülmeyene doğru ilerleyerek müşahhastan mücerrede; müceretten de Mutlak’a yönelir. Tabiatı icabı, Mutlak’ı kavraması imkansızdır. Bu nedenle de kendisini, Mutlak’a götürecek kılavuzlara ihtiyaç duyar. Müşahhas ve Mücerred alandaki tek kılavuzu olan akıl, bu konuda ona yeterli olmaz. Ama yine de o, aklını, olmazların zoruyla boğuşmaya sokarak mutlak hakikate erişmeye çalışır.

Nihayet bizim gayb ile burun buruna gelmemizi sağlayan üçüncü kapımız ise sanattır. Sezgi gücümüzün boy salıp geliştiği bu alanda, Şiir, Musiki, Güzel sanatlar ve Mimari, bizi bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkarır. Sanatkar, zihnimizden geçirip de kelimelere dökemediğimiz gerçekleri, nazma, nağmeye, yazıya döker, mermere nakşeder.

 

İslam Bilimi ve Avrupa Rönesansının Oluşumu


Baştan beri İslam medeniyetine, negatif bir dini düşünce olarak bakan ve din ile bilim arasındaki ilişkiyi Avrupa açısından değerlendirerek yalnızca bir “çatışma”dan ibaret gören kesimler, İslam medeniyetinde akılcılığın öldüğünü ve bunun nedeninin de, bilimsel ve felsefi düşünce pahasına yükselen dini düşünce olduğunu ileri sürerler. Bunlar için “gelişme”, Avrupa’da olduğu gibi, bilimin kiliseyi yenmesinden ibarettir. Böylece herhangi bir medeniyetin “gelişme” içinde sayılabilmesi için, “evrensel” çizgiyi ve düzenli araştırmayı yakalamadan önce, bu uğraşıyı vermesi, yani bu medeniyetlerde bilimin, kendi “dininin” üstesinden gelmesi gerekir.

Saliba ise bu kitabında, Muhammed b. Musa’nın Batlamyus’u eleştirisinin, Razi’nin Galen’e karşı Şükuk’unun, İbn el-Heysem’in Batlamyus’a karşı Kuşkular’ının ve buna benzer nice başka çalışmanın, dönemin dini otoritelerine karşı değil, Yunan bilimsel geleneğine karşı yazılmış metinler olarak ortaya çıktığını ve İslam dünyasında bu tür bir geleneğin olmadığını ortaya koyuyor. Kitabı okuduğumuzda, aslında  klasik anlatının hiçbir kanıta dayanmadığını, İslam ve Batı arasında kültürler arası zengin bir alışveriş olduğunu ve Rönesans bilim tarihini, en önemlisi de İslam bilim tarihini yeniden ve bir kez daha, Avrupamerkezci etkilerden uzak olarak dikkatlice gözden geçirdiğimizde Rönesansın imajı da bütünüyle değişmiş olacaktır.
 

Önyargı

18. yüzyıldan itibaren Batı'nın sömürgeciliği ile birlikte kültürünün ve epistemolojik paradigmalarının da bütün dünyaya yayıldığına şahit olduk. Bize hazır bir şekilde Batı’dan gelen bu kavramlar ve metaforlar, nötr olmadığı gibi masum da değil.

Bunlar özgür düşüncenin önünde büyük engel oluşturmakta ve düşünce seyyaliyetini sınırlamaktadır. Batı dışında kalan kültür ve düşüncelerin sürekli gerilemesine karşılık Batılı zihniyetin küreselleşmesi ve her şeyi güdümüne alması bunun açık göstergesi.

Varlıkla ilgili temel ön kabullerde Batılı epistemolojiden ayrıldığımız hususunu sık sık vurguluyoruz. Ama, Batılı paradigmanın hakimiyeti ile ilgili dile getirilen hususların şikayet üslubunu aşamadığı görülüyor.

Esas ihtiyacımız olan, bizi yüzeysel bir karşı çıkışın ötesine götürecek emek verilmiş çalışmalar. Önyargı, böyle bir emeğin ürünü.

Şikayet üslubundan kurtulmaya, tespit, analiz ve çözüm düzeyinde değerlendirmeler yapmaya talip olanlar için...


Doğu ile Batı’nın Buluştuğu Yer             


Doğu ile Batı’nın Buluştuğu Yer, ayrı dünyaları "güç dengesi"nde değil, "kültür dengesi"nde buluşmaya çağıran bir kitap. Kendilerini  uç noktalara, ifrat ve tefrite mahkum edenleri dengeye, adalete ve insafa davet ediyor. Gerçekten de insani gelişmelerin kaderi buna bağlı: Ya dengesi bozulmuş bir dünyada bu çekişme sürüp gidecek, ya da insanlık davet edildiği bu dengeli yaklaşıma yönelerek  adalet ve esenliğe giden yolda huzuru bulacak. Yeryüzünde esecek bahar rüzgarları önyargılardan uzak, böylesine bir buluşma ile mümkündür.


Böyle bir buluşmanın hayali olarak kalmaması, gerçekleşebilir olması, insanların güce değil, herkes için ortak olan kelimeye, evrensel, müşterek söze gelmeleriyle mümkündür. Bu ortak söz de, her şeyden önce kendisine bağlı olanları Müslüman olarak nitelendirecek bir temel ilke hükmündeki çağrıdan alır kaynağını: Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin… Tarafların ortak olduğu, herkes  için de eşit olan bu söz; dengenin, adaletin ta kendisidir. Böylece güçlü olana yönelmek, ya da gücü her şeyin önüne geçirmek için düşmanlığı körükleyip yaymak yerine, doğru ve hak olana yönelerek barış, sevgi ve adalet içinde yaşamanın yolu açılacaktır.

 

İletişim:
 
MAHYA Yayıncılık
Eğitim Hizmetleri San. ve Tic. A.Ş.
info@mahyayayincilik.com.tr
Tel: +90 212 441 16 47
Faks: +90 212 441 16 13

 

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu