Türkiye gazetesinden Fatih Vural’ın Süleyman Yaşar’la gerçekleştirdiği röportaj:
Süleyman Yaşar, bir dönem Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkan Vekilliği de yapmış eski bir bürokrat. Birçoğumuz onu Sabah gazetesinde ekonomi yazıları ve yorumlarıyla tanıyor. Yaşar, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi'nde de akademisyenliğini sürdürüyor. Gezi Parkı'ndan sonra çok daha fazla tartışılan Türkiye ekonomisini konuştuğumuz Süleyman Yaşar, “Yüzde 3'ün üzerinde bir bütçe açığı olsaydı, yüzde 70-80 civarında bir borç yükü olsaydı, Gezi Parkı senaryosu tutardı!” diyor! Olayların eski ve yeni orta sınıfın çatışması olarak değerlendiren Yaşar, İstanbul sermayesinin ve faiz lobisinin IMF ile borcu kapatan Hükümet'ten rahatsız olduğunu söylüyor.
***
> Gezi Parkı olaylarının, finansal açıdan Türkiye'ye maliyeti nedir?
Gezi'nin maliyeti için 3 Haziran'da, borsadaki çöküşe bakmak gerekiyor. Gezi olayları, bana göre, eski orta sınıfla yeni orta sınıfın çatışması. Son dönemde Brezilya'da da, Türkiye'de de gelir seviyesi yükseldi. İki ülkede fırsat eşitliğini sağlayan, eğitim ve sağlık reformları, ayrıca Türkiye'de Başbakan Erdoğan'ın askeri harcamaları azaltarak, eğitim ve sağlığa yönlendirmesi, fert başına geliri üç kat arttırdı. Brezilya'da 34 milyon, Türkiye'de 17 milyon insan fakirlikten orta sınıfa geçti. Dolayısıyla eski orta sınıfla, yeni orta sınıf arasında bir çatışma başladı.
> Nasıl bir çatışma bu?
Yeni orta sınıf, eski orta sınıfın meslek alanlarına girdi. Avukat, hekim, öğretmen, işletmeci, gazeteci vs. olup, eski sınıfla rekabet etmeye başladı. Bu çatışma, Brezilya'da da, Türkiye'de de patladı! Gezi'de talep edilenler, eski orta sınıfın talepleri. Türkiye'de, ekonominin soğutulması amacıyla, 2012'de büyüme hızı, yüzde 8.8'den yüzde 2.2'ye düşürüldü. Bu düşüş, genç işsizlik oranlarını artırdı. Bu da Gezi olaylarının dinamiğini etkiledi. 3 Haziran'da faiz lobisi, Gezi'yi fırsat bilerek, piyasaları bozmak ve istikrarsızlaştırmak için borsaya müdahale etti, bir çöküş oluşturdu. Hisse senedi piyasası, bir günde yüzde 10'dan fazla düşüyorsa, bu bir çöküştür. Bu, mesaj vermek amacıyla yapılır.
> AK Parti döneminde böyle başka bir çöküş yaşandı mı?
2003 yılında da ABD askerlerinin Türkiye'den geçişine izin verecek olan tezkere sırasında bir çöküş yaşandı. Bu da bir mesajdı. “Bizim isteklerimizi yapmazsanız, sizin piyasanızı, ekonominizi bozarız. Sizi iktidardan da indiririz” mesajı! Balyoz, Ergenekon iddianamelerini okuduğumuzda, ekonomi üzerinden siyasi iktidarın nasıl düşürüleceğinin planlandığını gördük. Faiz lobisinin 3 Haziran'daki girişimi de, hükümeti zora sokup düşürme amacına yönelikti.
> AK Parti, faiz lobisinin bu manevrasını nasıl savuşturdu?
Bütçe sağlamdı! Yüzde 3'ün üzerinde bir bütçe açığı olsaydı, yüzde 70-80 civarında bir borç yükü olsaydı, bu senaryo tutardı! Bunu hesap edemediler. Bütçe açığı hedefi, bugün yüzde 1.5 civarında. İlk altı ay bütçesi fazla veriyor. Borç yükü, yüzde 36.1'e düşmüş. Böyle bir kamu maliyesinde, 'çöküş' sonuç vermeyebilir. AK Parti, kamu maliyesi disiplininden sapmayarak bu darbe girişimini boşa çıkardı. Aksi halde atlatamazdı. Hatırlayın, “IMF'le anlaşılmazsa, bütçeyi ve ülkeyi yönetemezler” demişlerdi.
> Kim söyledi bunu?
Wikileaks belgelerine bakarsanız, bunu Mustafa Koç, ABD Büyükelçisi'ne söylüyor. Kimse de inkar etmedi. “IMF'den 35 milyar dolar alın, bize verin” diyenler, hükümete aşırı baskı yaptılar. Buna rağmen, Başbakan Erdoğan, IMF'yle anlaşma imzalamadı ve kamu maliyesini, yüksek disiplinle yönetti. O disiplinle, devlet piyasalarda aşırı borçlanmaya gitmiyor ve 'mali kalabalıklaşma'yı azaltır. Özel sektör daha ucuza ve kolay fon buluyor. Bu sayede de özel sektörün yatırımları arttığı için, ekonomi büyümeye geçiyor. Daha önceki yıllarda bunları hiçbir hükümet yapamadı.
> Neden?
Çünkü bütçe açıkları çok yüksekti. Kamu borç yükü çok yüksekti. Piyasadaki paranın büyük bölümünü devlet çektiği için faizler aşırı yükseliyordu, özel kesim yatırım yapamıyordu. Şu anda faizler ve enflasyon düşmüş, bütçe açığı yok. Özel kesim daha rahat yatırım yapıyor. Böyle olunca, son 10 yılda fert başına gelir üç kat arttı. Osmanlı dönemi de dâhil, Türkiye ekonomisi, 6 defa borçlarını ödeyemez duruma düştü. Bunun nedeni, yüksek bütçe açıkları ve bu açıkların dış finansmanlarla karşılanmasıydı. 2001 krizinin sebebi de buydu.
İstanbul sermayesi 35 milyar dolardan olduğu için rahatsız
> IMF'ye borcun bitişinin nasıl bir anlamı var? 'Bağımsızlık' vurgusu içermiyor mu?
IMF programlarında iki hedef vardır: Düşük enflasyon ve dış denge. Büyümeyi, işsizliği ve istihdamı dikkate almaz. IMF programları, özellikle bankerlere olan borçların temini anlamına geliyor. Burada IMF'yi suçlamak da doğru değil. Türkiye, 90'lı yıllarda 'ahbap-çavuş kapitalizmi' ile yönetildi. “Kim ne veriyorsa, ben 5 lira fazlasını veriyorum” diyen, kadınlarını 38 yaşında erkeklerini 40 yaşına emekli eden bir zihniyet, kamu maliyesini duvara toslattı. 1999'un sonunda başlayan anlaşmanın 2008'in Mayıs'ında bitmesi, 'ahbap-çavuş kapitalizmi'nin bitirildiğinin de göstergesi. Erdoğan'ın verdiği mesaj, bu anlamda da bir bağımsızlık mesajıdır.
> O bağımlılığın içteki yansımaları nelerdi?
“IMF'den 35 milyar doları almazsanız, batarız” dediler. Türkiye eğer, o 35 milyar doları alıp, 'İstanbul sermayesi'ne dağıtsaydı, şimdi IMF hastanesinde yatalaktı! Hegemonyaları devam ettiremedikleri ?için rahatsızlar.
'Faiz lobisi yok' diyenler o lobinin insanları
> Kredi kartları üzerinden nasıl bir baskı yapıyorlar?
Kredi kartları, küresel bir olgu. Toplumun en alt kesimi, alın teriyle kazandığı parayı mevduat olarak bankaya yatırıyor. Mevduatlara verilen faiz oranları çok düşük. Küçük küçük mevduatlar, büyük meblağlara ulaşıyor. Daha sonra da toplumsal piramidin en üstündeki yüzde 1'lik kesime aktarılıyor. Faiz lobisi, en alttaki kesimin mevduatlarının, en üstteki zenginlere aktarılması için çalışıyor. Bu daha sonra, kredi kartı mekanizmasıyla, mega zenginler tarafından çok yüksek faizle, toplumsal piramidin altındaki, düşük gelir grubuna satılıyor. Kredi kartlarındaki en ufak aksamalar da, mega zenginlerin kölesi olmalarına neden oluyor.
> Türkiye'de?
Türkiye'de de böyle. 12 bankanın aralarında anlaşıp, mevduata düşük faiz verip, kredi kartı ve kredi faizlerini yüksek tutmak için anlaşmaları da bu mekanizmanın Türkiye'de nasıl çalıştığını gösteriyor. Buna rağmen, 'Faiz lobisi yok” diyenler, bana göre bu lobinin adamlarıdır. Başbakan doğru yeri işaret etmiştir. Görevini yapıp, “Sizi köleleştiriyorlar. Ayağınızı yorganınıza göre uzatın” demiştir.
> Kredi kartının kayıt dışını önlediği fikri için ne dersiniz?
O zaman; Türk Ticaret Kanunu'ndaki kayıt dışını önleyen maddeler niye değiştirildi? Şirketten para çekme, faturaya isim yazılması, denetlenmiş bilânçoların web sitelerinde yayınlanması… Bunu CHP önderliğinde, dört parti anlaşarak kaldırdı! Kayıt dışı esas orada önlenirdi. Kredi kartı kullanmakla, vergi kanunuyla kayıt dışı önlenmez. Kayıt dışını önleyecek tek yol, Türk Ticaret Kanunu'dur (TTK). TTK'daki kayıt dışını önleyen hükümler, 1 Temmuz 2012'de kanun yürürlüğe girmeden değiştirildi. Bir şirket bağımsız denetimden geçip, bunu web sitesinde yayınlamıyorsa, faturada isim yoksa, kredi kartı kullansanız ne olur?
Özal'ı ekonomik rejim için öldürdüler
> İstanbul sermayesi, onun döneminde büyük kazanımlar elde etmesine rağmen neden Tayyip Erdoğan'ı sevmedi? Ya da Türkiye'de sermaye neden bu kadar ideolojik?
İstanbul sermayesi, devlet rantlarıyla zengin oldu. İthalat kotaları konmuş, yüksek gümrük duvarlarıyla korunmuş, küresel rekabete açılmamış. Turgut Özal döneminde açıldı, Özal'a da bu nedenle zaten suikast yaptılar! Sonra da öldürdüler! Kaçakçılar, dediğimiz kişiler, İstanbul sermayesinin unsurları içinde.
> Özal'ın ölümünü buna mı bağlıyorsunuz?
Tabii! Özal, Türkiye'deki dış ticaret ve kambiyo rejimlerini serbestleştirdi. Ne oldu? Kıtlık rantlarından yararlanmaları ortadan kalktı. Tayyip Erdoğan da kamu maliyesinin soyulmasını önledi. 1990'larda bütçe açığı yüzde 24'lere ulaşmış, kamu borç yükü yüzde 94'e çıkmıştı. Erdoğan da “Rantlarını kestik. Bundan rahatsızlar” diyor. İkincisi, ideolojik olarak da İstanbul sermayesi, askeri vesayeti savunan ve onun gücüyle Anadolu sermayesi üzerinde tahakküm kurmuş bir grup. Tayyip Erdoğan'ı istememe nedenleri de bu! Erdoğan, küçük sermayedarın temsilcisi ve geldiği sınıfı inkâr etmiyor.
> Yani devşiremediler?
Evet. Türkiye'de yönetim kademesine geçtiğiniz zaman, geldiğiniz sınıftan kopmanız gerekiyor. Koptuğunuz takdirde, İstanbul sermayesi tarafından kutsanıyorsunuz! Ama kopmayıp, geldiğiniz sınıfı temsil etmeye devam ediyorsanız, sizi yaşatmıyorlar! Tayyip Erdoğan, geldiği yeri inkar etseydi, ihanet etseydi, karşı çıkmayacakları bir lider olacaktı. Türkiye'deki liderlerin, bürokratların, iş adamlarının birçoğu öyleydi! İstanbul sermayesi, Anadolu sermayesinin bayi olarak kalmasını istiyor.
> Anadolu sermayesinin, IMF'ye bakış açısı nedir?
Anadolu sermayesi, IMF ile yeni anlaşma istemedi. “IMF'den alınan paralar, İstanbul sermayesine gidiyor. Geri ödenmiyor. Bunun kamu bütçesine getirdiği yükü de biz ödüyoruz” dediler. Ama İstanbul sermayesi çok bastırdı. İstedikleri bürokratların atanmaması da, Tayyip Erdoğan'a karşı olmalarının başka bir sebebi.
> Mesela?
Mesela TÜSİAD'la, AK Parti arasındaki temel çelişki, 2006'da Merkez Bankası Başkanı'nın atanmasında da gündeme geldi. Hükümetin iki adayı vardı: Adnan Büyükdeniz ve Mehmet Şimşek. O zamanın Cumhurbaşkanı, medya baskısıyla, AK Parti'nin atamalarını geri gönderdi. Daha sonra Merkez Bankası'nın içinden, TÜSİAD'ın kabul ettiği bir aday başa getirildi. Onun da ilk işi, faizleri yüzde 4 artırmak oldu. Türkiye ekonomisine büyük darbeydi. Faiz lobisinin de istediği buydu. Şu anda da Merkez Bankası üzerine aynı baskıyı yapıyorlar.