Yaşar Büyükanıt’ın Levent Göktaş hakkında bildiği şeyi İlker Başbuğ da biliyor muydu?

Necip Hablemitoğlu suikastında bütün deliller ve işaretler MAK eski Alay Komutanı Albay Levent Göktaş'ı gösteriyor ama hem AK Parti hükümeti hem de başını CHP ve İYİ Parti'nin çektiği Kemalist muhalefet cephesi resmen kulağının üstüne yatıyor.

Kemalist-ulusalcı cenahın sembol isimlerinden Necip Hablemitoğlu suikastında bütün deliller ve işaretler şimdilerde firari olan MAK eski Alay Komutanı Albay Levent Göktaş'ı gösteriyor ama hem AK Parti hükümeti hem de başını CHP ve İYİ Parti'nin çektiği Kemalist muhalefet cephesi resmen kulağının üstüne yatıyor.

Yirmi yıldır sürekli propagandası yapılan "Ulusalcı-Atatürkçü Profesör Necip Hablemitoğlu FETÖ tarafından katledildi!" söylemi ve büyüsü bozulunca "acı gerçek" bir kez daha aşikar oldu: Kemalist oligarşi iktidar mücadelesinde siyasi suikastler ve toplumsal provokasyonlar başta olmak üzere her türlü tertibi icra eden komitacı bir geleneğin, çeteci bir teamülün en güçlü temsilcisi olarak yerini koruyor.

Serbestiyet.com yazarı Hakan Şahin, Hablemitoğlu suikastine dair yaptığı incelemede TSK bünyesindeki tayin ve terfi sürecine ama özellikle de Org. Yaşar Büyükanıt ile Org. Aytaç Yalman ve Org. İlker Başbuğ arasındaki tasarrufların çelişkisine dikkat çekiyor. Hakan Şahin'in makalesi, Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat eski Başkanı emekli Korg. İsmail Hakkı Pekin'in Hablemitoğlu suikastı sürecinde Levent Göktaş'ın MAK'tan ve kızak/pasif görev sayılan EDOK bünyesine tayini ve birkaç aylık süreçte Göktaş'ın tekrar Özel Kuvvetler'e dönüşü sırasında yaşadığı şahitlik önemli ilişkiler ağına işaret ediyor. Öyle ki MAK Alay Komutanı Albay Levent Göktaş'ın emrinde çalışan Tarkan Mumcuoğlu ve Nuri Gökhan Bozkır'a verdiği suikast emrini ordu komutanlarından aldığına kadar giden ipuçları önümüzde duruyor.


Yaşar Büyükanıt’ın Levent Göktaş hakkında bildiği şeyi İlker Başbuğ da biliyor muydu?

Hakan Şahin / Serbestiyet.com

Hablemitoğlu cinayeti meselesi giderek daha karmaşık ve ilginç bir hal alıyor.

Geçtiğimiz günlerde, eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin firari şüpheli emekli albay Levent Göktaş ile ilgili önemli ve ilginç bilgiler verdi.

Geçtiğimiz iki hafta içinde birkaç gün arayla KRT, Bizim TV ve Halk TV’de bazı programlara katılan Pekin, aşağıda ayrıntılarına yer vereceğim görüşlerini ve tanıklıklarını aktardı. Pekin’in hem anlatmayı seçtiği tanıklıkların hem de Levent Göktaş ile ilgili yaptığı kişisel değerlendirmelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

En başta söylemek gerekirse, Pekin’in anlattığı olayların üç orgeneral kahramanı var: Yaşar Büyükanıt, Aytaç Yalman ve İlker Başbuğ. İlk ikisi vefat ettiler. Hakkında anlatılanları teyit edebilecek tek kişi İlker Başbuğ.

23 Haziran’daki “YAŞ yaklaşırken iki önemli gelişme: Yaş haddi ve MAK alayı” başlıklı yazıda şöyle demiştim:

“İleride bu hiyerarşik yapı ve emir-komuta zincirine ilişkin başkaca kanıtların dosyaya dahil edilmesi ve yargılamaların seyrinin bu yönü de içerecek şekilde gelişmesi halinde, konunun MAK Alayı ile sınırlı kalmayıp Alayın doğrudan bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Genelkurmay Başkanlığına doğru genişleyebilme ve MAK Alay Komutanına bu emri kimin verdiği sorusunu gündeme getirme ihtimali bakımından önem taşıyor.”

İşte Pekin’in anlattığı olaylar, işaret etmeye çalıştığım bu olasılık bakımından önem taşıyor.

Pekin’in bu yayınlarda anlattığına göre, kendisinin Kara Kuvvetleri Personel Başkanı olarak tayinlerden sorumlu olduğu 2003 yılında, o dönem Genelkurmay İkinci Başkanı olan Yaşar Büyükanıt’tan bir telefon alıyor. O telefonda Büyükanıt, albay Levent Göktaş’ın MAK alay komutanlığı görevinden alınarak pasif bir göreve tayin edilmesini emrediyor.

Bu emirde, emri veren ve alan taraf açısından bir anormallik yok. Çünkü MAK’ın bağlı olduğu Özel Kuvvetler Komutanlığı doğrudan kendisine (Genelkurmay İkinci Başkanına) bağlı. Neden Pekin’e emrediyor bunu? Çünkü Levent Göktaş Özel Kuvvetlerde çalışsa da karacı bir subay ve atama işleri bakımından Kara Kuvvetlerine bağlı; Pekin de Kara Kuvvetlerinin atamalardan sorumlu Personel Başkanı. Burada her şey normal.

Normal olmayansa şu:

O tarihlere dönersek, şimdilerde söylenenlere göre albay Levent Göktaş, 500 kişilik PKK gruplarının içine korkusuzca giren, olağanüstü, cesur bir savaşçı. Üstün askeri nitelikleri var. Alınması çok zor olan TSK Üstün Cesaret ve Feragat madalyasına sahip. Hem de bu madalyayı bir değil, iki değil, tam üç sefer almış. Bu konuda tek olduğu söyleniyor.

İşte, vurgulamak gerekirse, Yaşar Büyükanıt’ın MAK’tan alınıp kızağa çekilmesini istediği albay, böyle bir albay.

Acaba ne olmuştu da Büyükanıt böyle bir albay hakkında böyle bir emir vermişti?

Pekin bunun cevabını tam olarak vermiyor. “Biraz fazla konuşan, kendi hakkında da efsaneler oluşmasından hoşnutluk duyan biriydi” diyor ve şu soruyu soruyor: “Acaba Büyükanıt’ın kulağına bir şeyler mi gelmişti?”

Neticede bu tayin gerçekleşiyor; efsanevi MAK’çı albay Levent Göktaş, TSK’nın en savaşçı birliği olan MAK’tan alınıyor ve Özel Kuvvetlerin tümüyle dışına, Kara Kuvvetlerinin en savaşçı olmayan birliğine, Eğitim ve Doktrin Komutanlığına (EDOK) gönderiliyor. Şişkin albay kadrolarına yer bulabilmek için yüzlerce albayın doldurulduğu ve Kara Kuvvetlerinde “albay deposu” olarak anılan EDOK’a.

Tarihe dikkat etmeye çalışırsak, Kara Kuvvetleri’nde normal atama emirlerinin yayınlandığı dönem mayıs ayı olduğuna göre, Pekin ile Büyükanıt arasındaki o telefon görüşmesinin aşağı yukarı nisan ayında gerçekleştiğini tahmin edebiliriz. Nisan 2003. Yani Hablemitoğlu cinayetinden yaklaşık dört ay sonra.

Yine tarihe dikkat etmeye çalışırsak, normal tayin dönemleri düşünüldüğünde, Göktaş temmuz (2003) ayı sonu gibi yeni görev yeri olan EDOK’ta çalışmaya başlamış olmalı.

Pekin’in anlattığına göre, Göktaş bu tayinden doğal olarak hiç hoşlanmıyor ve bazı generallerle (belki sivillerle de) temaslar kurmaya çalışarak kendisinin tekrar MAK alayına dönmesinin sağlanması konusunda tavassutta bulunulmasının yollarını arıyor.

Ve sadece birkaç ay sonra, yani TSK gelenekleri bakımından çok kısa bir sürede, ve bir orgeneralin (Büyükanıt) emrinin çiğnenmesi pahasına, bunda başarılı da oluyor.

Bu nasıl oluyor? Pekin’in anlattığına göre bu özetle şöyle oluyor:

Yaşar Büyükanıt, bu emri verdikten birkaç ay sonra, olağan Ağustos general/amiral atamalarıyla Genelkurmay İkinci Başkanlığı görevinden, beklendiği şekilde, İstanbul’daki Birinci Ordu Komutanlığına atanıyor.

Yani konum itibarıyla artık tayinler konusunda emir verme yetkisine sahip değil Büyükanıt.

Göktaş’ın bu tayin emrini değiştirebilecek yetkiye sahip sadece iki kişi vardır: Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay İkinci Başkanı.

Ancak burada bir parantez açmak gerekli: Evet Birinci Ordu’ya atanan Büyükanıt o anki konumu itibarıyla artık tayinler konusunda bir söze sahip değil ama herkes biliyor ki Büyükanıt geleceğin Genelkurmay Başkanı adayıdır ve zorunlu ordu komutanlığı görevinden hemen sonra geleceği yer de Kara Kuvvetleri Komutanlığıdır. (Nitekim bir sene sonra da geliyor.)

Dolayısıyla, Göktaş’ın tayin emrini değiştirmeye tevessül edecek kişinin, Yaşar Büyükanıt’la “sürtüşmeyi” göze almış olması gerekir. Peki bir orgeneral bir albay için, geleceğin Genelkurmay Başkanı olarak görülen başka bir orgeneralle ile sürtüşmeyi göze alır mı? Bu “normal” bir albaysa, akla uygun olan almamasıdır diye düşünüyor insan.

Olayların bundan sonra nasıl ilerlediğini Pekin şöyle anlatıyor:

“Büyükanıt Şura’dan sonra Birinci ordu Komutanı oldu ve Genelkurmay İkinci Başkanlığına başka birisi geldi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına da Aytaç Yalman geldi. Bir gün Levent’i Aytaç Yalman’ın yanına girerken gördüm. Aytaç Yalman Paşa beni çağırdı ve Levent Göktaş’ın neden EDOK’a tayin edildiğini sordu.”

Ancak Pekin’in bu cümlelerinde biri vurgulanmadan, biri de sınanmadan geçilmemesi gereken çok önemli iki yer var.

Birincisi şu: Yaşar Büyükanıt’tan sonra Genelkurmay İkinci Başkanlığına gelen kişinin İlker Başbuğ olduğunu biliyoruz, ancak Pekin İlker Başbuğ’un ismini zikretmemeyi ve “Genelkurmay İkinci Başkanlığına başka birisi geldi” demeyi tercih ediyor.

İkincisi de şu: Pekin, Aytaç Yalman ile ilgili hatalı bir bilgi veriyor, sınamamız gereken yer de burası. Pekin’in anlatımından Aytaç Yalman’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığına o yıl, yani 2003’te geldiği anlaşılıyor. Yani Ağustos atamalarıyla Büyükanıt Birinci Orduya, İlker Başbuğ Genelkurmay İkinci Başkanlığına gelirken, Aytaç Yalman da Kara Kuvvetleri Komutanlığına gelmiş gibi anlatıyor Pekin.

Dolayısıyla “Aytaç Yalman Paşa beni çağırdı ve Levent Göktaş’ın neden EDOK’a tayin edildiğini sordu” cümlesi, Aytaç Yalman’ın sanki, o tayin olayı hakkında ilk kez o an bilgi sahibi olmaya çalıştığı gibi bir anlam çıkıyor.

Oysa olayın doğrusu bu şekilde değil.

Zira Aytaç Yalman 2002-2004 yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulundu. (Bakınız: Kara Kuvvetleri resmi internet sitesi). Yani göreve 2003’te değil, 2002’de geldi. Dolayısıyla, Pekin’in “Kara Kuvvetleri Komutanlığına da Aytaç Yalman geldi” ifadesi hatalı. Başka bir deyişle, Yaşar Büyükanıt’ın nisan ayındaki telefon emrinin verildiği sırada, Kara Kuvvetleri Komutanı, Aytaç Yalman’dan başkası değildi.

Muhtemelen Pekin tarihleri karıştırıyor, diye düşünebiliriz ama konu sadece bir tarih meselesi değil. Zira, olay muhtemelen şöyle olmuş olmalı:

Yaşar Büyükanıt’tan nisan olduğunu tahmin ettiğimiz ayda telefon emrini aldıktan ya hemen sonra, belki aynı gün, ya da en geç tayin listelerini hazırlayıp son imza makamı olan Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman’a arza çıktığı esnada, özel durumu olan personelin Yalman’a ayrıca sözlü olarak arz edilmiş olması gerekir. Başka bir deyişle, Kara Kuvvetleri ve Genelkurmay Karargahlarının genel çalışma usulleri açısından, MAK Alay Komutanlığı gibi kritik bir görevden EDOK’a tayin edilen efsanevi bir albayın bu özel durumunun Pekin tarafından Yalman’a münhasıran, ismen, ayrıca bildirilmemiş olması mümkün görünmüyor.

Dolayısıyla Pekin’in “Kara Kuvvetleri Komutanlığına da Aytaç Yalman geldi” diyebilmesi için sadece tarihleri karıştırması değil, yaşanmış olma olasılığı %99 olan yukarıdaki farazi olayı da hatırlamıyor olması gerekir.

Devam edelim; peki sonra ne oluyor?

Yalman “Levent’i tekrar Özel Kuvvetlere tayin edin” diyor. Pekin “bu Yaşar Paşa’nın emriydi” hatırlatmasını yapınca, Yalman “o zaman, Özel Kuvvetlerde pasif bir göreve verin” diyor. Bunun üzerine Göktaş’ın tayini yine Özel Kuvvetler sınırları içine, ama görece pasif bir göreve çıkartılıyor, Özel Kuvvetlerin Öğretim Başkanlığına.

Bu tayin gerçekleşiyor ve Göktaş, Büyükanıt’ın emriyle yapılan tayinden sadece 3 ay sonra, onun emri hilafına, eski yuvasına dönmeyi başarıyor!

Tabii, o sırada İstanbul’da Birinci Ordu’da bulunsa da Büyükanıt’ın bu gelişmeden haberdar olmaması mümkün değil.

Nitekim, oluyor.

Aradan birkaç ay geçince, Genelkurmay İkinci Başkanı İlker Başbuğ Pekin’i arıyor. Pekin’in anlatımına göre Başbuğ “Levent’in tayinini kim yaptı?” diye soruyor. Pekin cevaben, “Aytaç Paşa emir verdi, yaptım” diyor. Peki tamam diyor, Başbuğ.

Pekin şöyle devam ediyor: “Sonradan anlıyorum ki Yaşar Paşa İlker Paşa’yı aramış, “niye böyle bir şey yaptınız, ben bu adamı onun için aldım filan gibi laflar söylemiş.”

Pekin KRT’deki yayında, bu cümledeki “onun için” kısmını (dakika 3:38) çok hızlı, adeta kelimeleri yutarak söylüyor. Bu, “onun için” ifadesi ne demek, bilmiyoruz. Ne için almıştı Büyükanıt Göktaş’ı? Bu soru cevapsız duruyor.

Peki sonra ne oluyor?

“Ertesi yıl 2004’te Büyükanıt Kara Kuvvetleri komutanı olur olmaz ilk işi, Levent’in o görevden alınması oldu. Ve Levent’i Özel Kuvvetler’den alıp tekrar EDOK’a tayin ettik. Bunun üzerine Levent istifa etti” diye devam ediyor Pekin.

Levent Göktaş’ın askerlik yaşamı, iki başka orgeneralin dahline rağmen, Yaşar Büyükanıt’ın bastırmasıyla 2004’te son buluyor.

Görüldüğü gibi “sadece albay” olmayan bir albaydan bahsediyoruz. Durumu konusunda orgenerallerin sürtüşmelere girdiği bir albay.

Pekin, Göktaş’ın bu özel durumuna ilişkin kişisel değerlendirmelerini de paylaşıyor ki bu değerlendirmelerin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Pekin’in Göktaş’a atfedilen kurum içi kutsal haleyi bir ölçüde yıkarak onu adeta dünyevileştiren ve böylece dolaştığı göklerden yeryüzüne indiren bu değerlendirmelerine bir sonraki yazıda değineceğim.

Ama bu yazıda sorulması gereken en önemli şey şu: Yaşar Büyükanıt’ın Göktaş hakkında bildiği ve Aytaç Yalman’ın bilmediği şey neydi?

Daha da önemlisi ise şu: İlker Başbuğ, o şeyi biliyor muydu?

Yorum Analiz Haberleri

İnsan ve psikoloji
Geçmişten ders çıkarmadan bugünü kurtaramayız
İsrail zulmü anlatılırken farkında olmadan Siyonist propagandaya hizmet mi ediliyor?
Siyonistlerin dokunulmazlık zırhı kırılıyor
İrticai anaokullarından CHP’li kreşlere…