YAŞ'la birlikte olup bitenleri, devlet içindeki dengelerde yapısal bir değişim olarak okumak lâzım. 1977'de Demirel'in, Kenan Evren'e Genelkurmay Başkanlığı yolu açan direnişi ve Turgut Özal'ın Torumtay için giriştiği cesur hamle aktüel dengeleri etkilemişti.
Başbakan Erdoğan'ın tasarrufları ise bütün bir yapıyı kökünden değiştiriyor. Artık asker elini siyasetin içine sokamaz. Darbe yapamaz. Darbe yapmayı aklından bile geçiremez. Darbe yapmak için, darbe şartlarını olgunlaştırmak için suç işleyemez. Neden? Darbe suçlaması ile terfisinin durdurulmaması için. Şerefli bir mesleği adliye koridorlarında veya cezaevlerinde noktalamamak için.
Mevcut komuta kademesi YAŞ'taki mevzî savaşta bu yapısal değişime direndi. Bir terör davası sanığını Jandarma Genel Komutanı yapabilme iktidarı, askerin devlet içindeki pervasız gücünün bir nişanesi olacaktı. Hükümeti yıpratmak için kampanya yürütmüş bir orgenerali Kara Kuvvetleri'nin başına getirmek, vesayetin ömrüne ömür katacaktı. Olmadı. Hükümet izin vermedi.
Artık herkesin anlaması lâzım. Önümüzdeki tablo hamleler ve karşı hamlelerle yürüyen bir kapışma değil. Asker, üstüne vazife olmadığı halde burnunu soktuğu bütün alanlardan tasfiye ediliyor. Devlet dediğimiz devasa cihaz, doğrudan halkın kontrolüne geçiyor. İşbaşındaki hükümetin veya bir başbakanın değil, doğrudan halkın kontrolü ve denetimi altına giriyor.
Hatırlayalım: Bugüne kadar siyaset yapan askerlerin anlaşabildikleri tek bir başbakan çıkmadı. Hatta kendi getirdikleri, önünü açtıkları Mesut Yılmaz gibi başbakanları bile kısa zamanda düşman ilan ettiler. Sebep, iktidarı paylaşımıydı. Bugün olduğu gibi generallere destek çıkan muhalefetin, iktidara geldiği zaman ilk işi generallerle karşı karşıya gelmek oluyordu. Artık değil. Yapısal değişim dediğimiz şey de bu. Generaller artık kışlalarındaki odalarında kendi işleriyle uğraşacaklar.
Türkiye'nin tasfiye ettiği askerî vesayet düzeni, tek başına generallerin yürüttükleri bir düzen değildi. Bu düzen ekonomiden medyaya, oradan siyaset dünyasına, yargı ve üniversitelere uzanan geniş bir koalisyondu. Askerî vesayet düzeni bu sivil generaller aracılığıyla iş görüyordu. 28 Şubat sürecini hatırlayanlar, bu sivil generallerin işbaşındaki hallerini ve yaptıklarını da hatırlayacaklar. Ana direk çökünce bu koalisyon da çökmüş oluyor. Sermaye dünyasında danışman general istihdam edenlerin sayısı hızla azalacak. Medya, bu günlerde görüldüğü üzere kaybedenlerin safında yer almayacak. Muhalefetin hükümeti köşeye kıstırmak için generallere verdiği destek, daha umutsuz bir dille ifade edilecek. Devlet içindeki dengeler yapısal biçimde değişince, herkes pozisyonunu yeniden gözden geçirecek.
Halk askerini seviyor, ama generallerini değil. "Orduya güven" ile "generallere güven"i ayıran bir araştırma yapılsa, ikisi arasında dağlar kadar fark çıkar. Türkiye'nin hâlâ ciddi bir asker sorunu var. Ancak bu sorun, güvenlik ihtiyaçlarına uygun bir askerî reformun gerçekleştirilmesine odaklanan teknik bir sorun artık. Ordu denetlenmeli. Sadece siyasete müdahale amacıyla işlemelerini engellemek için değil; aynı zamanda daha iyi güvenlik hizmeti verebilmeleri için. Heron skandalı gibi, terörle mücadelede ortaya çıkan zaaflar gibi somut sorunlar, bu denetimin ne kadar ehemmiyetli olduğunu gösteriyor.
YAŞ tartışmaları, referandum paketinin anlamını derinleştirdi. Generallerin hükümet karşısında gösterdiği direnç, paketin ne kadar lüzumlu olduğuna ve evet oyunun ne anlama geleceğine dair somut bir fikir verdi. Siyasete müdahil bir komuta kademesi ve hukuk dışılığı her şart altında sürdürmeye çalışan bir karargâhı engelleyecek en büyük teminat nedir? Elimizde bu pakete verilecek evet desteğinden daha güçlü bir araç var mı? Veya tersinden bakalım: Her hayır oyu, ölmekte olan bu generaller sultasına verilmiş bir can suyu olmayacak mı?
Referandum paketi, akıl dışılığı ve hukuksuzluğu bu ülkeye egemen kılan askerî vesayetin sonunu ilan edecek. Başbakan üzerine düşeni yaptı. 12 Eylül'de halk üzerinde düşeni hakkıyla ifa edecek.
ZAMAN