Hayrettin Karaman’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (20 Haziran 2021) şöyle:
İNANMAYANLARIN YAKLAŞIMLARI
Bir dine veya hak din İslam’a inanmayanlar olduğu gibi bir dine inanıp diğerlerine düşman olanlar, onları yok etmek, yeryüzünden silmek için çabalayanlar da var.
Bu sonuncusunu bir başka yazıya bırakalım.
İçinde İslam’ın da bulunduğu hak ve batıl hiçbir dine inanmayanlar içinde dine iman edenlere hasretle bakan, onların içinde yaşadıkları huzura imrenen, “keşke ben de iman edebilsem” diye iç çekenler eksik değil, Allah onlara hidayet lütfeylesin!
Kendi bir dine inanmamış, ama -bu da bir inanç olan- haliyle yetinmeyip iman edenlere yukarıdan bakan, onları geri zekâlı veya düşünme kabiliyetini kullanmayan insanlar olarak kabul eden, sözde uyaran ve dinlerin niçin belli bir süre sonra, iman edenleri kalmayacağı için yeryüzünden kalkacağını iddia eden, bunun için de kendince argümanlar peydahlayan insanlar var.
Geçende kısa bir yazı geldi mesaj olarak, bunu yazan kişi bu sonuncu kategoriye giriyor.
Dikkatimi çeken husus ise, “Dinler bitti artık…” diye başlayıp devam eden mesajına, başka dinlerden, az çok iddiasını destekleyecek uydurulmuş saçmalıklardan örnekler vermek yerine hemen İslam’a geçerek bütün örneklerini ondan seçmiş olması.
İşte bu davranışı bende, onun, dine inanmayanlardan ziyade İslam’a düşman olanlar arasında olduğu, “dinler” diyerek bu hal ve maksadını örtmeye çalıştığı şüphesi uyandırdı.
Her neyse.
Önce “bütün dinler bakımından bir bitiş tarihi öngörmek mümkün mü, daha doğrusu böyle bir kehanetin doğru çıkması mümkün mü ?” sorusuna bakalım.
İddiaya göre dinleri ne ortadan kaldıracak?
Aklın/bilimin ilerlemesi.
Buna verilebilecek çok cevap vardır ve farklı bilim dallarıyla meşgul olanlar bunu yapmışlardır, yine de yapacaklardır.
Ben derim ki,
İnsanlar dine, bilim onları imana götürdüğü için mi iman ettiler?
Böyle kabul edenler, bu başlıkta yazılar ve kitaplar yazanlar var. Ama benim gördüğüm, okuduğum şudur: Felsefe ve bilim, insanı dine de dinsizliğe de götürüyor. O son noktaya gelindiğinde bizim “hidayet” dediğimiz durum/saik devreye giriyor. Hidayette iki amil var: Biri Allah’ın yardımı, diğeri kulun iradesi ve tercihi.
İnsan bir kere iman ettikten sonra, bir karınca, bir arı, bir çiçek… hasılı kendisi ve başka her şeyi düşündükçe, varlıkların mahiyet ve niteliklerini öğrendikçe imanı güçlenir; bu noktadan sonra bilim imanı yok etmez, aksine güçlendirir. İslam’ın yumuşak karnı gibi geçmişten beri defalarca propaganda malzemesi yapılan birkaç konuda ise İslam âlimleri ikna edici açıklamalar ve yorumlar yaparlar; bunlar Müslümanların imanına zarar vermez.
Bilimin alanı kabaca gözlem ve deneydir. Gözlem ve deney alanına girmeyen bir şeye bilim var da diyemez, yok da diyemez. Ama dediğim gibi, insan, aklını ve iradesini kullanarak bir kere iman ettikten sonra bilimin verileri Allah’a ve dine olan imanı güçlendirir, destekler. İman etmeyenler de yine bilimden destek arayıp bulmaya çalışırlar.
İşte bu gerçeğin elle tutulur, gözle görülü delili eskiden beri birçok bilim adamı ve filozofun Allah’a ve dine iman etmiş olması, birçoğunun da iman etmemiş olmasıdır.
Auguste Compte (Öl. 1857) üç hal kanunu diye bilinen “kehanetinde” insanların hakikat bilgisine ulaşmak için üç aşamadan geçtiklerini, bunların teolojik (din), metafizik ve pozitif (bilim) aşamaları olduğunu, ilk ikisinin çağının geçtiğini, artık insanlığa aklın ve bilimin rehberlik edeceğini ileri sürüyordu.
Ondan yaklaşık yüz yıl sonra Henry C. Link, “Dine Dönüş” diye Türkçe’ye çevrilen ve bir zamanlar çok okunan kitabında, giderek dinlerin ortadan kalkmasından değil, başta ABD olmak üzere genellikle bir dine dönüş vakıasından söz ediyordu.
Tolga Taymaz imzasıyla çevrilen ve Dergah’ın yayınladığı (2006) bu kitabın tanıtımında konumuzla ilgili önemli tespitler var:
“XX. yüzyılın ikinci yarısında Batı dünyasında en son, modern krizin, liberalizmin, kapitalizmin, komünizmin, sosyalizmin ve diğer fikrî hareketlerin getirdiği aşkın olana herhangi bir değer yükleme, hayatın her alanında maddî referansları aramanın bir neticesi olarak ruhî bir çöküntünün içinden kurtulma arayışına girdi. İktisadî ve her türlü güvenlik çabaları, sosyal ve bireysel hazcılık, artık bir çıkmazın işareti olarak algılanmaktaydı. Kitleler söz konusu ruhî çöküşün içinde bocalamakta, bu durum hayatın her alanında kendini hissettirmekte ve içerisinde toplum hayatı için ciddî tehditler barındırmaktaydı. Aynı şekilde insan zihnini haksız bir şekilde işgal eden modern hurafe ve mitolojik unsurlarında (astroloji, falcılık vb.) insana bir tatminsizlik getirdiği ve bunun akabinde dinin yeniden canlandığını görmek mümkündür. Batı dünyasında dine dönüşün mahiyeti hakkında birçok çalışma yapılmıştır. Elimizdeki kitap dine dönüşün psikolojik nedenleri, temelleri ve gerekçeleri hakkında Amerika’da yapılan ve bir zamanlar insanların el kitabı olarak kullanabileceği seviyeye yükselen, mükerrer baskıları hemen tükenen bir kitap olmuştur. Batı dünyasının karşılaştığı meseleler ve modernizmin içindeki krizi de göz önüne aldığımızda kitabın Batı dünyasında, bilhassa ABD’de güncelliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Kitap dine dönüş konusunda bireysel müşahedelerden oluşan bir anı kitabı olarak duruyor olmasına rağmen, birçok açıdan Batı dünyasındaki insanların yeniden inşa etmeye başladığı ve takip ettiği yolu göstermesi yönünden evrensel bir sorun etrafında algılanması önem taşımaktadır.”
Bir başka araştırmanın da sonuç bölümünde şu tespit yer almaktadır:
“Tüm bu psikolojik, nörolojik, tarihsel, kültürel ve lojistik nedenlerden dolayı uzmanlar dinin ortadan kalkmayacağı tahmininde bulunuyor. İster korku, ister sevgi kaynaklı olsun din kendi devamını sağlamada oldukça başarılı görünüyor.”
Biz Müslümanlar, dinimizin ve diğer dinler ile inançsızlığın hep var olacağına inanırız. Müslüman olmayanları en uygun yöntemle İslam’a davet ederiz. Müslüman olmayanların boynuna kılıç dayamayız. Bize zarar vermeden ve vazifemize engel olmadan yaşamaları için tedbir alırız.