Hükümetin tasarrufu çok kritik bir hata. Emniyet müdürlerinin jet hızıyla görevden alınması, yeni savcıların atanması, bir hukuk skandalı. AK Parti hükümeti öyle bir töhmet altına giriyor ki, peşinen kendisini mahkûm ettirmiş oluyor.
Varsayalım ki soruşturma sonucunda birkaç AK Partili bakan suçlu bulunacak. Soruşturmanın bu görevden almalar ve atamalarla şaibe altında bırakılması, bu durumdan daha tehlikeli. Çünkü burada "suç üstü yakalanma" paniği dışında hiçbir şekilde açıklanamayacak çok ileri derecede bir hukuk ihlali söz konusu. Sağduyunun emri olan en temel hukuk kurallarını hatırlayalım.
"Soruşturmayı yürüten polisler neden sıralı amirlerine bilgi vermediler?" Bu sorunun aklı başında insanlar tarafından bile sorulması çok şaşırtıcı. Evrensel hukuka uygun şekilde, bizim Ceza Muhakemesi Kanunu'muza göre, soruşturmaların gizliliği esastır. Soruşturmanın gizli yürütülmesi bir istisnai hüküm değil, genel bir kuraldır. Savcı soruşturmayı, mahkeme iddianameyi kabul edip davayı başlatana kadar gizlilik prensibine uygun yürütür.
Soruşturma yürütülürken polisler "adli kolluk" statüsünde çalışır. Adli kolluk statüsünde çalışan polislerin, savcının verdiği talimatları yerine getirmek dışında, doğrudan hiçbir yetkisi yoktur. Kural olarak görev verilmeden yetki doğmaz. Savcı emrindeki polise, soruşturmadan müdürüne bilgi vermesi talimatı verene kadar hiçbir bilgi veremez. Verirse suç işlemiş olur.
2005 yılında yine AK Parti hükümeti tarafından bir Adli Kolluk Yönetmeliği çıkartıldı. Polisin iki farklı görevi var. Birincisi suç işlenmesini önlemek, ikincisi suç işlendikten sonra işleyenleri yakalayıp yargıya teslim etmek. Birincisine asayiş görevi, ikincisine adli kolluk görevi deniyor. Birinci durumda polisler kendi sıralı amirlerine ve kaymakam ve vali gibi mülki amirlere bağlılar. İkinci görevi ise savcıların emrinde yerine getiriyorlar. Genel kural olarak savcılar, soruşturma esnasında bir asayiş problemi ihtimali görürlerse, mülkî amiri durumdan haberdar ediyorlar. Haber verip vermemek, doğrudan savcının yetkisinde bir durum.
Ancak ortada çok tartışılan ve bir türlü çözülemeyen bir çarpıklık var. Savcılar da adli kolluk olarak çalıştırdıkları polislerin sicil dosyaları için değerlendirmeler yapıyorlar; ancak asıl terfi, atama gibi bütün özlük hakları mülki amirlerin yetkisi dahilinde bulunuyor. Bu yüzden iktidarlar, savcıların soruşturmasına emrindeki polisleri görevden alarak veya yerlerine yenilerini atayarak dolaylı bir şekilde müdahale ediyor. Adli kolluk için bu tasarruf çok ciddi bir problem, çünkü bugünün yolsuzluk soruşturması gibi konular hem olayın kendisi üzerinde hem de teknik anlamda bir uzmanlaşma gerektiriyor. Savcının eli-ayağı olan bu uzman polisleri görevden aldığınız zaman soruşturma zora giriyor.
Savcıların emrinde bu soruşturmayı yürüten polislerin, İstanbul emniyet müdürüne bilgi vermemesi kanun emri. Şayet bilgi vermiş olsalardı soruşturmanın gizliliğini ihlal etmiş ve suç işlemiş olurlardı. Nitekim kuralın ne kadar mantıklı olduğunu, bu soruşturma gösteriyor. İçişleri Bakanı'nın oğlunu da kapsamına alan bir soruşturma hakkında, soruşturmayı yürüten polisler sıralı amir sıfatıyla İstanbul Emniyet müdürüne bilgi vermiş olsalardı, onu meslekî olarak çok ağır bir ahlakî yükün altına sokmuş olurlardı. Bir yandan hukuka bağlı kalacak, bir yandan da onu tayin eden bakanın bir baba olarak karşılaştığı sorunu görmezden gelecek. İşte soruşturmanın gizliliği prensibi bu yüzden gerekli.
Doğrudan hükümeti ve bakanlarını ilgilendiren, kuvvetler ayrılığı prensibinin sınandığı, icra ile yargının karşı karşıya kaldığı bir soruşturmanın savcılarının görevden alınması ise hiçbir şekilde tevil edilemez. Hukuk, doğal yargıç kuralını benimser. Bu kurala göre yetkili mahkeme, yani savcılar ve hakimler davanın doğal olarak görevdeki yargıçlarıdır. Bir soruşturma yürütülürken savcı değiştirmek, bu prensibi alenen çiğnemek demek.
Halbuki bir yanlışlık varsa yargı kendi mekanizmaları içinde hatayı düzeltir. Doğrudan kendisini hedef alan bir soruşturmaya hükümetin müdahalesi ile karşı karşıyayız.
Zaman