Sanıkların biran için darbe teşebbüsünden haberdar oldukları düşünülse de bunun suça iştirak sayılmayacağı, sanıkların atılı suç bakımından iddia ve kabul edilen eylemlerinin hüküm kısmında yeterli, yasal ve hukuki gerekçenin bulunmadığına dikkat çekildi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sanıkların anayasayı ihlal suçu iddiasının elastik bir şekilde “kanun yoksa suç da yoktur” ilkesine aykırı bir şekilde uygulanamayacağı, “manevi cebirin” suçun unsuru olmadığına dikkat çekti. Cebrin maddi, somut, fiili olmasına vurgu yapılan tebliğnamede;
“Bu durum, AİHM kararlarında da belirtildiği şekilde ‘kanunilik’ ve ‘düzenlemelerin açık ve anlaşılır olması’ ilkelerine de uygunluk göstermektedir. Bu şekilde ise anayasayı ihlal suçunun kanuni düzenlemeleri elastik bir şekilde ‘nullum erimen, nulla poena sine lege (kanun yoksa suç da yoktur )’ ilkesine aykırı bir şekilde uygulanamayacağını ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda ise kanun metninde yer almayan manevi cebirin yani tehdidin anayasayı ihlal suçunda da bir unsur olarak aranması gerek ulusal mevzuat gerek AİHM kararlarına aykırılık teşkil edecektir. Cebir kavramını geniş yorumlamak gerek başta ‘kanunilik’ ilkesine gerek anayasayı ihlal suçunun teşebbüs suçu olma özelliğine aykırılık teşkil edecektir. Doktrindeki genel kabul de anayasal düzeni koruyan TCK 309. madde, bu düzeni değiştirmeye yönelik icra hareketlerinin varlığını aramakta olduğuna ilişkindir. Yargıtay, burada manevi cebirin bu suçun unsuru olamayacağını belirtmektedir.”
“Sanıkların atılı suç bakımından iddia ve kabul edilen eylemlerinin, Yargıtay içtihatlarında kabul edildiği üzere vahamet arz ettiği hususunda hükümde yeterli, yasal ve hukuki bir gerekçe bulunmadığı” ifade edilen tebliğnamede, “Hükümde sanıkların cebir ve şiddet kullanarak ne şekilde bu suç iştirak ettikleri hususu da açıklanmamıştır” görüşüne yer verildi. Suçun cebir ve şiddet yoluyla işlenmesi gerektiği, cebrin de maddi cebir olduğu ifade edilen tebliğnamede, “Dosya kapsamında sanıkların iddia ve kabul edilen planlaması içerisinde darbe kalkışmasıyla birlikte basın yolunu kullanmak suretiyle atılı suça cebren iştirak ettikleri kabul edilmiş ise de, atılı suçun ne zaman işlenmeye başlandığı, sanıkların da hangi anda suça iştirak ettikleri, bu şekilde cebir ve şiddete başvurdukları hususu açıklanmayarak genel bir kabulle hüküm kurulmuştur” denildi.
Dolayısıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, somut olayda olduğu gibi kamu görevi bulunmayan bu sanıkların atılı suçları ihmali hareketle işlemelerinin mümkün olmadığının altını çizdi. Sanıkların hukuki durumunu buna göre değerlendiren Başsavcılık, sanıkların “silahlı terör örgütüne yardım” suçundan cezalandırılmalarını isterken; “Tüm sanıkların örgüte ait veya müzahir yayın organlarında yazarlık yapmaları, program icra etmeleri, Söğüt isimli gizli tanığın ve üst düzey yönetici yapmakta iken örgütten ayrılan bir şahsın beyanları, tutanakları, arama tutanakları, darbe gecesinin bir gün öncesinde birlikte gerçekleştirdikleri programda darbeye ilişkin yapmış oldukları konuşma içerikleri, HTS kayıtlarında haklarında terör örgütü üyeliği suçundan dava bulunan pek çok kişi ve örgütün üst düzey yönetici mensupları ile iletişim kayıtlarının bulunması bir arada değerlendirildiğinde; sanıkların örgütün varlığından haberdar olarak, gazetecilik ve yazarlığın vermiş olduğu statüden istifade ederek ancak bu faaliyetlerin dışında örgütün amaçlarına hizmet edecek şekilde bir bütün olarak manevi yardımın da dışında maddi eylem boyutunda sayılacak yayın, yazım, sosyal medya paylaşımı ve program yapmak suretiyle örgüte bilerek ve isteyerek yardımda bulundukları anlaşılmıştır” şeklinde verdi.