Evet, Yargıtay Başkanlar Kurulu, bir bildiri ile cephede yerini almış bulunuyor. Ben hadiseyi böyle yorumluyorum ve bunu, Türkiye için gerçek bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum. Seçilen üslup polemik üslubu.
Bir sorun çözme arayışından ziyade tavır koyma arayışı söz konusu. Dün Habertürk'te karşılıklı değerlendirmede bulunduğumuz eski Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisine imza atanları alnından öptüğünü söyledi. İşte böyle bir vasatta rol alıyor Başkanlar Kurulu. İktidara karşı cansiperane bir duruş. Bu mudur yüksek yargı organının sistem içindeki misyonu?
Sanki siyasi iktidar tekel oluşturmuş, sanki siyasi iktidar dilediğini yaptıracak bir mutlak kudret halinde, sanki Meclis diye bir şey yok, sanki anayasa yapmak Millet Meclisi'nin hakkı değil, sanki millet Meclisi Millet iradesi ile oluşmuyor... Oysa, halktan yüzde 47 oy almış bir iktidar partisi hakkında kapatma davası açılmış. Dünyadan bakanlar "Yargı darbesi"nden söz ediyor. Yani öylesine güç kazanmış bir yargı erki söz konusu. Yani yargı, siyasi iktidarın yüzde 47'sinin bile karizmasını çizmiş. İktidar kısıtlı hale gelmiş. Yargıtay siyasi bir bildiri yayınlayabiliyor. Yani doğrudan siyaset yapıyor. Böyle bir Türkiye...
Yargıtay Başkanlar Kurulu, bir yüksek yargı organını, derin bir siyasi tartışmanın içine sürükleme ve toplum nezdinde itibar tartışmasına yol açma hakkını kendinde bulabiliyor. Neresinden baksanız problem. Siyasi gerilimi daha da derinleştirme hakkı, dünyanın hangi ülkesinde yargının yetki alanına girebilir ki?
Anayasa Mahkemesi Başkanı, kapatma davası sonunda hukukun, demokrasinin ve laikliğin güçlenerek çıkacağı tahmininde bulunmuştu. Demokrasiyi, laikliği bilmem ama hukuk böyle mi güçlenecek diye sormaktan kendimi alamıyorum. Yargı ki, bana göre sessiz güç olma durumunu korumak için azami özeni göstermeli.
Bizde, nazar değmesin, en keskin tartışmalar içinde yargı kurumlarımız veya onların mensupları yer alıyor. Kanaatimce, Yargı kurumlarının kişilerden bağımsız bir kurumsal kimliği bulunmalıdır. ve kişiler, o kurumsal kimliğin, kendilerinden bağımsız olarak özenle korunmasına itibar etmeliler. Bizde yargı kurumlarının kurumsal kimliği, günlük polemikler içinde, o dönemde sorumluluk üstlenenlerin siyasi ideolojileri istikametinde bodoslamasına kullanılabiliyor.
Bunlar, en büyük zararı söz konusu kurumlara veriyor, ama ne yazık ki bir yaptırım söz konusu değil. Yargıtay bildirisi ile Ankara'nın havasının daha ağırlaşacağı muhakkak. Yargıtay'ın tavrından, Meclis'in ve hükümetin yargı alanındaki tasarruflarına karşı yoğun bir tepki bulunduğu anlaşılıyor. Oysa, hem hükümetin hem Meclis'in, yargı alanının düzenlenmesinde rol oynamayacağı gibi bir yaklaşım kabul edilemez. Meclis, demokratik usullerle oluşmuş bir yasama organı olarak, yargıya ilişkin, hatta şu veya bu yargı organının varlığını da ilgilendiren düzenlemeler de yapabilir ve yargı kurumları, kurallarına göre düzenlenmiş bu ilkeleri uygulamak zorundadır.
Habertürk'teki görüşmede Vural Savaş, "Şu anda Meclis'te grubu bulunan hiçbir parti millet iradesini temsil etmiyor" gibi bir söz söyledi. Bu söz, şu an Yüksek Yargı çevrelerinde ne kadar paylaşılıyor bilmem, ama bu sözün Millet Meclisi ile millet iradesini birbirinden koparan vahim bir anlayışın ürünü olduğunda kuşku yoktur. Yargıtay bildirisi, kapatma davası konusunda da bu yüksek yargı organının taraf hale gelmesinin tipik bir örneğidir.
Kamuoyuna, Anayasa Mahkemesi üyelerinin zaten yaşanan gerilimi üzerlerinde hissettiklerine dair bilgiler yansıyordu. Bundan sonra Anayasa Mahkemesi'nin işi daha zordur. Elhasıl Türkiye zor günler yaşıyor. Herkes sınavda. Bence Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisi, ona imza atanlar adına iyi bir sınav niteliği taşımıyor. Daha kötü durumları dilemem ama bu bildiriler, Türkiye'nin kaos yolculuğunda kilometre taşı diye anılacaktır.
Bugün gazetesi