Bulgaristan, gerçek rakamlara göre nüfusunun yaklaşık üçte biri Müslüman olan bir ülkedir. Resmî rakamlarda bu oran bildiğim kadarıyla % 20 civarında gösteriliyor.
Bulgaristan'da sosyalist dikta rejimi döneminde Müslümanlara her konuda olduğu gibi dinî yapılanma ve yaşayış konusunda da baskı uygulanıyordu. Müslümanların dinlerini öğrenmeleri büyük ölçüde engellendiği için camilerde düzgün bir şekilde namaz kıldıracak, cenazeleri kaldıracak imamların sayısı bile çok azdı. Ben sosyalist diktanın devrilmesinden hemen sonraya denk gelen ilk Bulgaristan seyahatimde buna şahit olmuştum.
O dönemde dikta rejimi Müslümanların dinî yapılanmalarında görev yapacak kişileri, imamları, müftüleri kendisi tayin ettiğinden, dinî bilgi ve hassasiyetlerini nazarı dikkate almıyordu. İmamlara çok fazla dikkat etmese de müftülerin hâkim rejime bağlılıklarını önemsiyordu. Tüm müftülerin bağlı olduğu ve Sofya'da görev yapan Baş Müftülük ise Müslümanların dinî kimliklerini sosyalist baskı rejiminin ideolojik çerçevesine göre şekillendirme amaçlı çalışmaları organize eden bir üst kurum gibi kullanılıyordu.
Bulgaristan'daki totaliter sosyalist rejimin diktatörlerinin son halkasını oluşturan Todor Jivkov döneminde son olarak Baş Müftülüğe Nedim İbrahim Gencev tayin edildi. Bu adam aslında devletin gizli polis teşkilatında çalışıyordu. Fakat hakkındaki bilgilere göre fazla içkici olmasından dolayı verimli olamadığı gerekçesiyle görevine son verildi. Ancak sosyalist rejime samimiyetle bağlılığı sebebiyle devlet onu sokakta bırakmak istemiyordu. Suriye'ye gönderip biraz Arapça ve dinî bilgi öğrenmesini sağladı. Dönüşünden sonra da önce Kırcaali Müftülüğüne tayin etti. Sonra da Baş Müftü yaptı.
Jivkov diktasının devrilmesinden sonra Müslümanlar, dinî teşkilatlarında kısmî de olsa bir özerklik elde etmek, müftülerini özellikle Baş Müftüyü seçimle belirlemek, onlara imamları tayin ve camileri murakabe yetkisi vermek için mücadeleye başladılar. Mücadeleleri başarılı oldu ve Müslümanlara bu hak tanındı.
Müslümanlar, müftülerini seçme hakkı elde edince, daha önce Velingrad'ın Pazarcık kasabasında imamlık yapan dinî duyarlılığına ve bilgisine güvendikleri Mustafa Aliş Hacı'yı Baş Müftülüğe seçtiler. Pazarcık'ta imamlık yaptığı dönemde evine misafir olduğum ve değişik vesilelerle görüştüğüm Mustafa Aliş hocanın çok değerli, gayretli ve sürekli ilmini artırma çabası içinde bir zat olduğuna şahit oldum. Baş Müftülüğe seçildikten sonra gerek Bulgaristan'ın içinde kurulan İmam Hatip liselerinde ve gerekse dinî öğrenim almaya meraklı gençlere yol gösterip onları dışarıya göndermek suretiyle çok sayıda cami imamı yetiştirdi. İslâmî ilimlerde yüksek tahsil imkânları oluşturmak amacıyla Sofya'da oldukça zor şartlarda ve yetersiz imkânlarla bir enstitü kurdu. Muhtelif İslâmî kurumların ve Müslümanların destekleriyle o enstitüyü geliştirdi. Müslümanların dinî bilgi seviyelerinin ve duyarlılıklarının artması için camilerde, Müslüman köylerinde çalışmalar yaptı. Çeşitli fitne unsurlarının Müslümanları bölme çabalarının önüne geçmek için yoğun çaba sarf etti.
Müslümanların desteğini kazanamadığı için Baş Müftülüğe seçilemeyen Gencev ise Jivkov döneminde tepeden tayin yoluyla kendisine verilen makamdan vazgeçmek istemedi. Güya "dinî (!)" bir vakıf kurarak baş müftülük yetkisinin kendinde olduğunu ileri sürmeye devam etti. Tabii Müslümanlardan iltifat göremediği için maaşla etrafına topladığı birkaç kişilik fitne ekibi dışında bir kadroya sahip olamadı. Yerel müftüler, imamlar, camiler, dinî eğitim kurumları işlerini Müslümanların seçtiği Baş Müftüyle yürüttüler. Fakat Gencev de yargıya başvurarak Müslümanların kendi dinî yetkililerini seçme haklarının ilga edilmesi için uğraştı.
Şimdi Avrupa Birliği üyesi olan Bulgaristan'da Yüksek Temyiz Mahkemesi 12 Mayıs 2010'da aldığı kararla Müslümanların son Baş Müftü seçimlerini geçersiz saydığını bildirdi. Böyle bir karar ise Müslümanların dinî hizmetlerinin koordine edilmesi açısından en önemli makam durumundaki Baş Müftülüğün yargı yoluyla gasp edilmesi, dinî özerkliklerinin iptali ve bu konuda diktatör Jivkov dönemine geri dönülmesi anlamına gelir. Oysa ülkede kilise tamamen özerktir. Yargı dâhil devletin hiçbir kurumu kilisenin kendi iç yapılanmasına müdahale etmez. Üstelik kilisenin giderleri için devletin bütçesinden yüklü bir para ayrılmasına rağmen, Müslümanların dinî kurumlarına sadece sembolik bir ödeme yapıldığı, bu kurumların giderlerinin büyük bir miktarı Müslümanların katkı ve yardımlarıyla karşılandığı halde.
VAKİT