Anayasa Mahkemesi, Başsavcı'nın açtığı Pandora'nın Kutusu'nu kapatabilir ve Türkiye'yi belirsizliklerin yol açacağı kötülüklerden uzak tutabilirdi. Bunu yapmadı. Yargı'nın ülke üzerine koyduğu ipoteği onayladı.
Yargının koyduğu ipotek, Türkiye'nin yönetilemez bir ülke haline gelmesi demek. Çünkü bu ipotek, yürütmenin ve yasamanın elini kolunu bağlamak, onu her alanda mefluç bırakmak demek.
Türkiye, uluslararası bir krizde köşeye sıkışmadı. Ulusal çıkarlarından, bu dış baskı ile taviz vermedi. Siyasî ve askerî alanda zayıflığının bedelini ödemeye mecbur bırakılmadı. Ekonomisinin zayıflığından dolayı ele güne muhtaç olduğu için perişan olmadı. Bütün bu sonuçların hepsini Türkiye'nin önüne ağır faturalar olarak getirecek darbe, dışarıdan değil kendi içinden geldi. Yargı, tek bir hamle ile kendi yolunda gitmekte olan geminin içinde kocaman bir delik açtı. Muhtemeldir ki açtığı deliğin kapatılmasına engel olmak için her şeyi yapacak.
Türkiye, bir rejim krizi ile karşı karşıya. Sürmekte olan dava, hukukun sadece yazılı prosedürlerinin gözetildiği, siyasî bir hesaplaşmadan ibaret. Yargı demokrasiyi ve demokrasinin bütün kurumlarını iptal ediyor. Bir denetim veya yargılama yapmıyor; yasama ve yürütmeyi bütünüyle iptal ediyor.
Rejim krizi, siyasal sistemin işlemez hale gelmesi demek. Karşılaştırma belki 61 Anayasası dönemi ile yapılabilir. 61 Anayasası, bir edebiyat olarak tekrarlanan özgürlükçü bir anayasa değildi. Bu anayasa icra ve yasamayı, yani halkın tercihlerini iptal etmek ve iş yapamaz hale getirmek üzere tasarlanmıştı. Bu anayasa ile karşımıza yönetilemeyen bir ülke çıktı. Karar veremeyen, yasa çıkartamayan, kararlarını icra edemeyen zayıf iktidarlara karşı, devlet içindeki iktidarın gücünü korumayı hedefliyordu. 60'lı yılların sonunda başlayan ve sonrasında devam eden siyasî sorunların arkasında bu anayasa bulunuyordu. Bu anayasa yüzünden kamplaşmalar ve kutuplaşmalar başlamış, Türkiye koskoca bir nesli ve en değerli zamanlarını bu çatışmalarda tüketmişti.
Bugün Anayasa Mahkemesi'nin kabul ettiği kapatma davası, 61 Anayasası'nın geniş düzenlemeleri ile gerçekleşen "yönetemeyen demokrasi"yi, tek bir dava ve mahkeme kararı ile sağlamaya namzet görünüyor.
Üzerinde kapatma davasının baskısını, Demokles'in kılıcı gibi sürekli hissedecek bir icra ve yasama organının işini yapmasını kim bekleyebilir?
İşin asıl kötü tarafı, tıpkı 61 Anayasası'nın yaptığı gibi, yargı sadece fren koyuyor. Sorunları çözmüyor. Normal süratinde yoluna devam eden bir arabanın frenine basılması ile arabanın kontrolden çıkması ve bir daha rotasını tayin edememesi durumu ile karşı karşıyayız. Gazda başka ayak, frende başka ayak var ve bu durumun kuvvetler ayrılığı prensibinin denge-fren mekanizması ile yakından uzaktan hiçbir alakası yok. Sadece arabayı durduran bir güç devrede.
AK Parti'nin sorunu, kendisini korumak ve kapatılmasını önlemekten önce ülke yönetimini sürdürebilmek. Davanın yol açtığı kilitlenme, Türkiye'nin içeride ve dışarıda telafisi mümkün olmayan zararlarla karşılaşmasına yol açabilir. Bunun ise bir tek yolu var. Rejim krizini, yeni bir siyasal yapılanma, daha doğrusu sosyal sözleşme ile aşmak. Yargının Türkiye üzerinde uyguladığı blokajı kaldırmak ve ülkeyi rahatlatmak.
AK Parti hâlâ Türkiye'nin yeniden kurabileceği siyasal ve ekonomik istikrarın tek dayanağı. Siyasette ve ekonomide istikrar arayanların da AK Parti'ye yeni bir sözleşme için destek vermekten başka çareleri yok.
Oyunun kuralları değişecek. Ama sadece devam eden davanınkiler değil, siyasal sistemin bütününe ait kurallar. AK Parti, parti kapatmayı AB normlarına yaklaştıran düzenlemeyi, yeni anayasa ile birlikte gerçekleştirecek. Yargının muhasarasını, muhasara bölgesini de içine alan çok geniş bir alanda ortadan kaldırmak gerekiyor.
Zaman gazetesi