Bu başlıkta iki mana vardır; biri yargının yaptığı denetim, diğeri yargının hükümlerinin (yargının kendisinin) denetimi.
Burada yargıdan (kurumlarından) maksadımız (adli yargı değil, idari yargıdır ve) özellikle bölge idare mahkemeleri, Danıştay, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesi'dir.
Kuvvetler ayrılığının esas alındığı demokrasilerde meclis kanun yapıyor, hükümet ve bürokrasi yürütüyor, yukarıda adı anılan yargı kurumları da denetliyor. Buraya kadar bir problem yok gibi görünüyor. Ama şurası unutulmamalıdır ki, eğer sistem demokratik ise bütün bu kurumlar yaptıklarını millet adına yapıyorlar, yetkiyi onlardan alıyorlar demektir.
Millet, meclisi, meclis (veya başkanlık sisteminde millet) cumhurbaşkanını seçiyor, gerektiğinde değiştiriyor. Hükümeti de yine millet iradesinin temsilcisi olan meclis onaylıyor veya düşürüyor. Sıra yargıya geldiğinde, idari yargı organlarını millet ve (tamamını) meclis seçmiyor, daha da önemlisi, millet iradesini temsil eden meclis ve hükümet ile bu yargı organlarının hüküm ve tasarrufları arasında bir çatışma olduğunda son ve kesin sözü yargı (Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve daireler kurulu) söylüyor. Bunlar eninde sonunda belli sayıda hakimlerden ibaret; bu hakimler de gökten inmediler, eti ve kemiği ile (bazen vicdanları ile cüzdanları arasında sıkışıp kalabilen, siyasi ve ideolojik taraflıkları olan) beşer, senin benim gibi insanlar. Mevzuatın iptali, idari tasarrufların hukuka uygunluğu gibi konularda hüküm veren yargı, çok kere yorum yapıyor; yorum ile yorumcunun içinde bulunduğu maddi ve manevi şartlar arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu kimse inkar edemez.
Başörtüsü yasağı ile ilgili Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararını ve son günlerde vukubulan Danıştay kararını örnek olarak alalım.
Anayasa Mahkemesi, anayasada yer alan laiklik ilkesini, başörtüsünü yasaklayan bir kanun gibi yorumladı ve onu serbest bırakan kanunu da buna aykırı görerek iptal etti. Bu tamamen bir yorumdan ibaret, bu yoruma katılmayan onlarca hakim, hukuk adamı var. AİHM'nin kararı da böyle; bu mahkemenin ait olduğu Avrupa'da üniversitelerde ve özel orta öğretim okullarında başörtüsü yasağı yok, ama Türkiye'de, o mahkemenin kararı bu öğretim kurumlarında da başörtüsünü yasaklıyor veya yasaklamış gibi kabul ediliyor, böyle uygulanıyor.
Danıştay, yerel idare mahkemesinin kararını bozarak, okul dışında başını örten birinin, öğrencilere kötü örnek olacağını ileri sürerek yönetici olamayacağına hükmediyor. Bu da tamamen ve tüyleri ürpertecek mahiyette bir yorum. Diyelim ki, daireler kurulu da bunu onayladı. İşte bu noktada Anayasa Mahkemesi ve Danıştay (yani toplamı otuzu geçmeyen hakimler) bir yanda, meclis, hükümet ve millet bir yanda oluyorlar ve bu durumda milletin ve onun temsilcilerinin değil, bir avuç hakimin dediği oluyor.
Benim itirazım işte bu vakıa ile ilgilidir.
Ben bu durumun demokrasi ile bağdaşmadığını, böyle devam ederse ülkemizde demokrasiden değil, "yargıçlar devleti"nden söz edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Peki bu nasıl düzelir?
Anayasa ve Danıştay mahkemelerinin son merci olmaması ile düzelir. Bunun için de meclisin ve hükümetin, mevzuat ve idari tasarruf denetimi ile ilgili mahkeme kararlarını halka götürme hakları olmalıdır. Türkiye'de halkın büyük çoğunluğu başörtüsünün yasaklanmasına da, mecbur kılınmasına da karşıdır. Halka rağmen yasaklama ise nereden gelirse gelsin demokratik ve dolayısıyla hukuki değildir.
Anayasanın 153. maddesi şöyle diyor:
"Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez."
Halbuki Anayasa Mahkemesi bunu yaptı, başörtüsünü yasaklayan hiçbir kanun yok, yalnızca bu mahkemenin hükmü ve yorumu (kanun gibi) başörtüsünü yasakladı.
Buna itirazım yaşadığım sürece devam edecektir.
Bu yazıyı 17 Şubat 2006 tarihinde yazmıştım, yakında yargı reformu ele alınacak. İtirazımı haklı çıkaran örnekler bu zaman zarfında arttı, eksilmedi. Bir başka yazıda bu konuya tekrar döneriz.
YENİ ŞAFAK