Diken haber sitesinde yer alan Kemal Göktaş imzalı haberde, İzmit’te görülen bir davada karısının evlenmeden önce çarşafını çıkaracağını söylemesine rağmen çarşaflı gezmeye devam etmesi yüzünden kocanın açtığı davanın kabul edildiği belirtildi.
Koca M.Y. 2010 yılında evlendiği A.Y.’nin sözünü tutmadığı gerekçesiyle 2012’de boşanma davsı açtı. A.Y. de açtığı karşı davada, kocasından şiddet gördüğünü, hakaret ve baskılara maruz kaldığını, eşinin evi terk ettiğini belirterek nafaka ve tazminat talebinde bulundu.
Davaya bakan Kocaeli 3’üncü Aile Mahkemesi çok sayıda tanık dinledikten sonra kocanın açtığı davayı kabul etti.
Mahkeme kararında çarşafın çağdaş olmadığı gibi, örf ve adetlere de aykırı olduğu, davalının ısrarının sosyal şiddet manasına geldiği, devlet memuru olan kocanın buna katlanmasının beklenemeyeceği ifade edildi.
Mahkemenin kararına A.Y.’nin yaptığı temyiz başvurusunun Yargıtay 2’nci Hukuk Dairesi’nce de reddedilmesi üzerine A.Y., AYM’ye bireysel başvuruda bulundu. A.Y.’nin başvurusunda yaşam tarzının ve bu kapsamda çarşaf giydiğinin davacı tarafından evlilik birlikteliği öncesinde bilindiğini belirterek ‘giydiği kıyafet kusur gibi gösterilerek davacının davasının kabul edildiği ve kendi açtığı davanın reddedildiği’ belirtildi. Bu durumun Anayasa’nın 24’üncü maddesinde korunan din ve vicdan hürriyetinin ihlali olduğunu ileri sürdü.
AYM’nin 13 Eylül 2018 tarihli kararında ilk derece mahkemesinin kararında yer alan ve başvurucunun dini inancı gereği giymekte olduğunu belirttiği kıyafete ilişkin değerlendirmelerin negatif bir ton taşıdığının kabul edilebileceği belirtildi. Bununla birlikte boşanma kararının başvurucunun giyim tarzı ile doğrudan bir ilgisinin olmadığına hükmedildi.
Kararda boşanma kararının evlilik birliğinin eşlerin ortak hayatı sürdürmelerini kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılması olgusuna dayandırıldığı ifade edildi. Ve “Davanın tarafları arasındaki anlaşmazlığın bazı dinsel sebeplere dayanması otomatik olarak din özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin bulunduğu şeklinde bir sonuca ulaşmaya imkan vermez.” denildi.
Sonuç olarak ne söylenebilir? Tamam, bunca kavganın, gürültünün ardından zaten bu evliliğin devam etmesi mümkün gözükmüyor. Ayrıca kadının evlilik öncesi gerçekten söz vermiş ve bu sözünü yerine getirmemiş ise kusurlu olduğuna da hükmedilebilir. Ama şu soruyu sormadan da geçmeyelim:
Acaba eşinin ısrarla tesettüre uygun giyinmediğini ve açık gezdiğini ileri sürerek bir koca hanımı hakkında dava açmış olsaydı, aynı mahkemeler bu kişinin de açtığı davayı kabul eder ve nafaka ve tazminat hususunda kocayı haklı bulurlar mıydı?