Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan 12 Eylül 1980 öncesindeki muhtıranın bir benzeri:
“Demokrasi ve hukuk devletinin korunması; kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve temel insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan yargının bağımsız olmasına bağlıdır.
Yargının, siyasi güçlerin etkisi altında bulunup bulunmadığının, bireyi kamu gücünden koruyan hukuk kurallarının uygulanıp uygulanmadığının tespiti, dolayısıyla demokrasi ve hukuk devletinin korunup yerine getirilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Bassavcılığı’nca Habur, Erzincan ve Erzurum adli yargı çevrelerinde yargıyı yıpratan, yargıya olan güveni sarsan adli tahkikatlar incelemeye alınmıştır.
Yüce Atatürk’ün gerçekleştirdiği lâik, demokratik ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarını ve kuruluş felsefesini, Cumhuriyet savcılarının hiçbir etki altında kalmadan, suç ayrımı yapılmadan ve suçlunun siyasi görüşleri gözetilmeden etkin bir biçimde korumaya devam edeceği, kamu düzeni ve güvenliğini sağlayacağı Türk halkına saygı ile duyurulur.”
•
Bu sadece örtülü bir “kapatma davası açarım ha” muhtırası değil...
Aynı zamanda brifing.
Yargıçlar ve savcılar; 28 Şubat sürecindeki gibi “brifing”den geçiriliyorlar!..
Ve de... “Siyaset kurumuna karşı uyarılıyorlar!..”
•
Metnin mesajlarını (mealen) sıralayacak olursak:
1) Bazı hakim ve savcılar “siyasi otorite”nin (yani hükümetin) etkisi altındadır!..
2) “Siyasi etki altındaki” yargı mensupları, Atatürk’ün gerçekleştirdiği lâik, demokratik ve hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarına ve kuruluş felsefesine sahip çıkmamakta, ya da çıkamamaktadır!..
3) Yargı çevrelerinin bir kısmı, “siyasetin etkisi altında” yargıya zarar vermektedir!..
4) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Cumhuriyeti ve Yargıyı, “siyasetin etkisinden” ve “hükümetin güdümündeki yargı mensuplarından” korumaya kararlıdır!..
5) Yargının muteber kanadının hoşuna gitmeyen “siyasi yargı tasarrufları” derhal cezalandırılacaktır!..
6) İktidar partisi hakkında kapatma davası açılması da kuvvetle muhtemeldir!..
7) Bunu zaten Erdoğan ve arkadaşları da hissetmiştir!..
•
Tabloya bakarsanız;
Yargı içinde müthiş bir kapışma var.
“Olgun yargıçlar rahatsız!..”
HSYK; bir “Orgeneral”i şüpheli sıfatıyla davet etmek (bu arada bir akredite Başsavcı için hapis yolunu açmak) cüretinde bulunan ekibi, yetkilerini ellerinden almak ve suç duyurusunda bulunmak suretiyle cezalandırıyor.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bu tasarrufa tam destek verdiğini ortaya koyan zehir zemberek bir açıklamada bulunuyor.
Akşam saatlerinde de; Yargıtay Başkanı geçiyor ekranların karşısına; HSYK kararlarını oybirliği ile desteklediklerini ve kararların uygulanmasının sonuna kadar “takipçisi” olacaklarını açıklıyor.
“Katsayıcı” Danıştay geri kalır mı;
O da “HSYK’ya hep destek, tam destek” mesajı yayınlıyor!..
Bu durumda, hakim olsan, savcı olsan ne yaparsın?..
HSYK’yı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nı, Yargıtay Başsavcılığı’nı, Danıştay’ı karşına mı alacaksın?..
Üzücü durum;
Çaresiz durumdaki “non akredite hakim ve savcılar” bu işin tarafı değil de zarar göreni...
Bir de Adalet Bakanlığı Müsteşarı’ndan darbe yiyor zor duruma düşen savcı!..
Misal;
Müsteşar, HSYK’nın dünkü toplantısına girmeseydi; Başsavcılar ile Savcıların başına bunlar gelmeyecekti!..
Her taraftan darbe yani!..
BİR KISIM YARGI, BİTİRMEYE AZİMLİ!..
Bir “iç kavgaymış” gibi görünen tablonun özünde “Hükümetle-bir kısım yargı” arasındaki mücadelenin olduğu belli.
Daha doğrusu; hükümet korunmaya çalışırken, “bir kısım yargı” üzerine üzerine gidiyor...
•
Başbakan’ın Adalet Bakanı ile başlayıp diğer hukukçu kurmayların ve bazı bakanların katılımıyla devam eden toplantılar dizisinin devam ettiği şu dakikalarda, yani yazıyı kaleme almakta olduğumuz dakikalarda; kulisler “kapatma davası açılıp açılmayacağını” değerlendirmekle meşgul.
Dolaşıp dururken rastladığımız etkili bakanlardan birinin söylediklerini not almışız:
“Kafayı kuma gömmenin mânâsı yok. Anayasa Mahkemesi’nin 10 ve 42. madde değişikliklerini iptal kararını (üniversitelerde örtü serbestisi) değerlendirdiğinizde...
Her meseleyi her meseleyle ilişkilendirmeye ve ‘suyumu bulandırdın’ mantığını her durumda sergilemeye hazır bir anlayışın belli kararları vermiş olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor.
AK Parti olarak, Yargı’nın o veya bu yöndeki tasarruflarından nasıl oluyorsa biz sorumlu tutuluyoruz. Bizim yargıyı etkileme gibi bir amaç ve gücümüz olsa, tazminat davalarının yüzde 90’ını kaybeder miyiz!.. Davul bizim boynumuzda, tokmak başkalarının elinde. Oturup da bekleyecek halimiz yok; seçimlerden önce referanduma gitmek durumundayız.”
SİVİL TOPLUM SAHAYA İNMELİ!..
Son gelişmeler; “bir kısım yargı”nın hükümete karşı yeni bir 28 Şubat operasyonu gerçekleştirmekte olduğunun bariz göstergesi.
Bugün...
Geldiğimiz noktada...
Hükümetin bu atağa karşılık vermesi de yetmeyecek;
Mutlaka ama mutlaka sivil toplum örgütlerinin devreye girmesi gerekiyor.
Dün, Suriyeli işadamları ile bizimkileri bir araya getiren TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ile beraberdik.
Onunla konuşurken ve tavırlarını izlerken;
“Sahaya inip, gerekli yerlere gerekli uyarılarda bulunmalarının tam vakti” diye düşündük...
Sadece “o” değil tabiî...
Milletin “sivil toplum örgütleri” ve “medya organları” bu süreçten “milletin” galip çıkması için üzerlerine düşeni yapmak durumunda.
Haydi bakalım, hep beraber...
VAKİT