Yargı Kararını Protesto Neden Suç Olsun?

Türkiye’de iktidar ve yargı çevrelerinin kimi zaman yargı kararlarıyla ilgili eleştiri ve itirazları yargıya müdahale olarak değerlendirip suç görmeleri mantıklı mı?  

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasını protesto için ‘adalet’ yürüyüşü başlatan Kılıçdaroğlu’na anayasanın 138. maddesini hatırlatmış ve suç işlediği iddiasında bulunmuştu. Hakan Albayrak mahkeme kararlarını protesto etmenin bu şekilde suç kapsamında değerlendirilemeyeceğini ifade ediyor.

Hakan Albayrak’ın konuyla ilgili Karar’da yayınlanan yazısı şöyle:

Mahkemeye Baskı Meselesi

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının “Adalet Yürüyüşü”ne OHAL çerçevesinde engel çıkarılmasından endişe ediyordum. Endişem boşa çıkınca memnun oldum.

Cumartesi günkü yazımda bu memnuniyetimi ifade etmeye çalışırken kullandığım bazı ifadeler, böyle bir yürüyüşe aslında müsaade edilmemesi gerektiğini ve hükümetin muhalefete lütufta bulunduğunu düşündüğüm şeklinde anlaşılmış.

Hayır, öyle düşünmüyorum. Barışçıl protesto hakkına iyi ki saygı gösterildi, gösterilmeseydi kötü olurdu diye düşünüyorum.

***

Gelelim bugünkü mevzumuza…

Devletin gizli kalması gereken bilgilerini ifşa / casusluk suçundan 25 sene hapse mahkûm edilip tutuklanan -ve dosyası Yargıtay’a gönderilen, dolayısıyla hakkındaki karar henüz kesinleşmemiş olan- CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’nun serbest bırakılmasını talep etmek suç mudur? Bu talepte bulunan Kılıçdaroğlu, mahkemelerin bağımsızlığı ile ilgili “Anayasa” maddesini yahut diğer kanuni düzenlemeleri ihlal suçlamasıyla savcılığa çağrılabilir mi?

Öyleyse şayet, devam emekte olan herhangi bir davada alınan şu veya bu karara isyan edip o kararın değiştirilmesi için sosyal medyada kampanya başlatan kimselerin ve o kampanyalara katılan binlerce sosyal medya kullanıcısının da savcılıklara çağrılması gerekir.

Her cenahtan gazeteler, sivil toplum kuruluşları da işliyor “mahkemelere baskı suçu”nu.

Kılıçdaroğlu’ndan başka -yine her cenahtan- siyasetçiler de…

***

“Anayasa”nın 138’inci maddesi şöyle:

“Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. / Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. / Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. / Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Tamam, bu madde orta yerde duruyor; yine de mahkeme süreçlerinin hariçten müdahalelere maruz kaldığına sıkça şahit oluyoruz. Dahası, mahkeme kararlarının hariçten gelen tepkiler üzerine değiştirilebildiğini de görüyoruz.

Şort giyen kadına otobüste tekme atan Abdullah Çakıroğlu’nun mahkeme macerasını hatırlayalım: Gözaltına alınıp sorgulandı, mahkemeye sevk edilip ifadesi alındı ve “basit yaralama” suçundan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı… Basın ve sosyal medyadan yükselen şiddetli itirazlar üzerine tekrar gözaltına alındı ve “basit yaralama” suçunun cezası o itirazların şiddetiyle mütenasip olmadığı için bu sefer “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” gibi suçlamalarla mahkemeye sevk edilip tutuklandı…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı’yı da analım: FETÖ Davası sanığı olarak tutuklu yargılanırken sağlık sorunları nedeniyle -tutuksuz yargılanmak üzere- tahliye edildi... Basın, sosyal medya ve siyasetten gelen tepkiler üzerine yeniden tutuklandı…

Bu süreçlerde, mahkemeler üzerinde psikolojik baskı kuranlardan hiç kimse hakkında kanuni işlem yapılmadı. (Baskılar üzerine karar değiştiren mahkemelerin üzerine de gidilmedi.)

***

Abdullah Çakıroğlu yahut Ömer Faruk Kavurmacı’nın hangi muameleyi hak edip etmediği bu yazının konusu değil. Onlar hakkındaki mahkeme kararlarına isyan edenlerin haklılığı veya haksızlığı da bu yazının konusu değil.

Anlatmak istediğim şu: Mahkeme kararlarını protesto etmek suretiyle mahkemeler üzerinde baskı kurma gayreti ‘genel’ bir meseledir; bu meseleyi ‘genel olarak’ çözme iradesini göstermeden kabağı Kılıçdaroğlu’nun başına patlatmak tuhaf olur.

Ayrıca; hakimlerin idari müeyyidelerle tehdit edilmesi veya rüşvetle sınanması veya şiddet marifetiyle ‘yola’ getirilmeye çalışılması gibi bir durum söz konusu olmayıp sadece sivil ve barışçıl tepki söz konusu olduğunda “mahkemelere baskı” suçundan dem vurulup kanuni takibata tevessül edilmesi makul sayılır mı sayılmaz mı, onu da tartışmak lazım.

Bugün üzerinde durmamız gereken asıl mesele ise mahkemelerin ‘saygınlık ortalamasını’ yükseltmektir.

***

Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının Ankara-İstanbul yürüyüşünün başladığı gibi barışçıl bir şekilde devam edip tamamlanması dileğimi bu vesile ile tekrar edeyim.

 

Yorum Analiz Haberleri

Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!