Taha Akyol'un Prof. Dr. Mitat Çelikpala ile gerçekleştirdiği ve Karar'da yayımlanan röportajı aşağıda ilginize sunuyoruz:
Rusya’nın güvenlik endişesi bunca yaptırımı göze alarak Ukrayna’yı işgal edecek boyutlarda mıydı gerçekten?
Bu endişeyi sadece Ukrayna’yı odağa koyarak anlayamayız. Rusya bir büyük güç olarak (muhtemelen diğer büyük güçler gibi) kendi güvenliği söz konusu olduğunda paranoyak davranır. 2000’li yıllarda yayınlanan güvenlik, dış politika ya da strateji belgelerine ya da doktrinlerine bakıldığında Rusya’nın bir tür küresel rekabet okuması yaptığı görülür. Ukrayna bu rekabetin son karşılaşma alanı. Ötesi Rusya toprakları. Kırım’ın işgali sonrasında Kiev üzerinde beklenilen siyasi sonuçların elde edilememesi nedeniyle Rusya’nın güvenliğinin önündeki ana tehdit unsuru olarak belirginleşti. Rusya aslında bu süreci neredeyse Sovyetler Birliğinin çöküşünden beri sürekli yöntem değiştirerek ve kartlarını yükselterek yapıyordu. Sovyet döneminden kalma geleneksel araçların yanı sıra seçimlere müdahil olmak ve hibrit yöntemler kullanmak da dâhil olmak üzere eski Sovyet geleneğinde yer almayan, zamanın ruhuna uygun her türlü eski ve yeni yöntemi kullandılar. Ukrayna üzerinde etkili olmaya çalıştılar. Ama Kiev üzerinde umulan nüfuz bir türlü tesis edilemedi. Bu dönemde Batılı aktörler de AB ve NATO genişlemelerinin yanı sıra çeşitli işbirliği programlarıyla etkinliklerini yavaş yavaş da olsa Ukrayna sınırlarına kadar ulaştırırdı. Bu mücadele karşımıza ne Rusya ne de Batı ile ilişkilerinde bir türlü denge kuramayan, seçimden seçime söylem ve vizyon değişikliklerinin yaşandığı istikrarsız ve sıkışmış bir Ukrayna çıkarttı. Ukrayna, Rusya ve Batı dünyası için öncelikli ama beklentilerin gerçekleşmediği bir meseleye dönüştü. Rusya bu çerçevede artık başka bir imkânın kalmadığını düşündüğü için müdahale etti.
PUTİN’İN RUSYASI
Putin’in kişiliği ve sık sık tarihe atıflar yaptığına göre ‘Rusya’ anlayışı nasıl?
Putin için Rusya bir büyük güçtür. Büyük güç kimliğini koruyamaz ise Rusya yok olur. Büyük güç ise başka bir aktöre dayanmadan, danışmadan karar alabilen ve uygulayan aktördür. Bu bakış açısıyla Rusya dışında iki büyük güç var: ABD ve Çin. Putin bunlara bakarak okumalar yapıyor ve politikalar geliştiriyor. Şimdi savaşa dönüşen ve Rusya’nın (Sovyetler Birliği dâhil) İkinci Dünya Savaşından bu güne giriştiği en kapsamlı, en büyük askeri operasyon olan bu operasyon bir tür istila, işgal, ilhak harekâtına dönüştü. Ama Putin kafasındaki Ukrayna’ya saldırdı. Bir tür tarihsel hikâye yazdı ve bunu gerçekleştirmek için harekete geçti. Onun kafasında büyük Rusya Rusya, Belarus ve Ukrayna’dan oluşuyor. Buna aykırı bir Rusya söz konusu olamaz ve Ukrayna bu denklemden çıkarsa Büyük Rusya da söz konusu olamaz. Yani bir tür ‘hayati’ durum söz konusu. Bunun ipuçlarını Putin’in SSCB’nin dağılmasını asrın felaketi olarak nitelediği 2005 konuşmasında, 2007 Münih konuşmasında bulabiliriz. Ağustos 2021 beş bin kelimelik meşhur makalesi ki tüm askeri birliklere de dağıtıldığı belirtiliyor, bu yaklaşımın manifestosu olarak kabul edilebilir.
OTORİTER PUTİNİZM
‘Putinizm’ denilen şey nedir?
Putinizm, aslında Rusya ve Putin üzerine çalışan Batılı analizcilerin Putin’in yönetim tarzını tanımlamak için geliştirdikleri bir kavram. Putin’in birlikte çalıştığı ve çok güvendiği hukuk eğitimli, tercihan istihbarat başta olmak üzere devlete çalışan Türkçeye ‘güçlü adamlar’ şeklinde çevirebileceğimiz Rusça Siloviki denilen ekiple askeri, ekonomik ve siyasi yapıyı kontrol ediyor. Hiyerarşik bir yönetim tarzıyla merkezi, otoriter ve güçler birliğine dayalı bir sistem kurdu. Sorun yaşadığında ve ihtiyaç duyduğunda ufak tefek dokunuşlarla devamlılığı sağlıyor. Kendisini yine kendi getirdiği ve zaman zaman birbirleriyle rekabet eden unsurlar arasında bir tür hakem, arabulucu ve üst otorite olarak tanımlıyor ve hareket ediyor. Partiler üstü kimliğiyle bir tür dokunulmaz, yanlış yapmaz ‘bilge lider’ rolünü yükleniyor. Gücün vurgulanması, ‘Büyük Güç Rusya’ söylemi altında her türlü büyük güç ile rekabet, nüfuz alanlarının korunması gibi söylemler de hem dış hem de iç politikayı belirliyor.
ZELENSKİ’DE LİDER KUMAŞI
Zelenski nasıl bir lider? Bu kadar cesur ve mücadeleci çıkması bekleniyor muydu?
Zelenski, siyasete hırslı ve Batı dünyasıyla kurduğu ilişkilerle yeni devrin adamı olarak girdi. Kendisini partisinin adında da yer aldığı haliyle. Halkın hizmetkarı olarak tanımladı. Yolsuzlukların esiri haline gelen Ukrayna’yı dengeli ve çalışır bir sisteme kavuşturma söylemiyle geldi. Batı dünyası ile ilişkileri korurken başkanlık seçimi kampanyasında siyasette temizlik ve doğu bölgelerine barış getirmeyi vadetti. Bunu denedi de. Ama Rusya’nın tavrı, içerideki muhalif grupların faaliyetleri bunu engelledi. Zaman zaman bir devlet adamı olarak ağırlığını koyamamakla eleştirilen Zelenski’nin bu eksikliği yine siyasi tecrübesizliğine bağlandı. Ama mücadeleci tavrıyla lider kumaşına sahip olduğunu gösterdi. Becerilerini siyasi alana aktardı.
GERÇEKÇİ DEĞİL
Putin, Ukrayna’da hedeflerine uygun bir sonuç alabilir mi?
Putin, hedefleri arasında Ukrayna’ya tarafsız statüsü kazandırma, ülkeyi askersizleştirme, Kırım’ın ve Donbas’ın şu andaki statüsünün kabulü ve federal bir Ukrayna yaratma yer alıyor. Ama bunu aslında şu şekilde okumak lazım. Ukrayna tarafsız olmasın, Rusya’nın nüfuz alanında kalsın, Batı ile ya da AB/NATO ile ilişkilerini geliştirmesin, bir tür Finlandiya’dan ziyade Belarus olsun. Bunların hepsini elde etmesi mümkün değil. Bir kısmını ede etme yönünde müzakere edecek. Asıl ya da büyük hedef derjava/büyük güç politikası çerçevesinde NATO’nun açık Kapı politikasını sonlandırma ve yakın çevre/arka bahçe de güç tesisi. Bunlar büyük ve zor hedefler. Gerçekçi değil.
Ukrayna’nın bu kadar direneceğini Putin ve dünya bekliyor muydu?
Bence hayır. Beklentisi Gürcistan ve Kırım’da olduğu gibi sınırlı askeri harekâtla hızlı bir yıldırma ve Ukrayna’nın çözülmesi, Batılı muhataplarının da masaya oturmasıydı. Bu olmadı. Ukrayna askeri ve siyasi olarak direniyor. Batılılar da sürecin arkasında duruyor. Bu elbette Kiev için büyük maliyet ama Putin’in de bütün hikâyesine büyük bir darbe oldu.
SOVYETLERİN SONU DA …
Yaptırımlar Rus ekonomisini nasıl etkiler?
Yaptırımlar artık yaptırım olmaktan çıkarak bir tür ekonomik savaşa dönüşmüş durumda. Moskova borsası 28 Şubattan beri kapalı ve haftaya da kapalı kalacak. Açarlarsa çökecek. Şirketler darmadağın olacak. Bu bile yatırımların etkisini gösterir. Biliyorsunuz Rusya’nın en büyük ihraç kalemleri doğal gaz, petrol ve yan ürünleri, bunlar Rusya ihracatının yaklaşık yüzde 60’ı. Mineraller ve madenler de bunu takip ediyor. Bu alanda henüz yaptırım yok ama ABD’nin ambargo kararı yeni süreci başlatmış olabilir. Almanya başta Avrupa’da Yeşil Mutabakat sürecini hızlandırma ve yeni teknolojilere kayma eğilimi var. Rusya’nın ihracatının yaklaşık yüzde 40’ı da Avrupa pazarına. Bu alan gittikçe daralacak ve bunun terine koyulacak yeni piyasalar kısa ve orta vadede yok. Belli alanlarda işbirliği ve üretim şimdiden durmuş vaziyette. Rusya adeta yalnızlaştırıldı. Bu durum Rusya’nın özellikle iş dünyasını, yönetici kitleyi ve varlıklı kesimini etkisi altına aldı. Yani “biz içeride baskıcı, otoriter yönetimi sürdürelim, bu sayede paramızı da kazanalım sonrasında ailece Batılı ülkelerde ev alır, çocuklarımızı okuturuz rahat rahat yaşarız” söylem ve politikasının sonu geldi. Olumsuzlukların sıradan halka yansımaları tedricen olacak. Bu süreç tüm dünyayı örneğin enerji maliyetleri gibi birçok alanda etkiliyor ama Rusya’yı daha fazla etkileyecek. Yalnızlaşma kabul edilemez ve devam ettirilemez. Bu çerçevede ekonomik daralmalar elbette bir süre sonra siyasi alanı da etkisi altına alacaktır. Halkın yaşam standartları zaten düşüktü daha da düşecek. Çin’in bu boşluğu kapatması uzun vadede mümkün elbette ama Rusya Batı’yı tehdit görürken Çin’in bu kadar etki alanına girmek ister mi? Ya da Çin Moskova’yı sırtında taşımak ister mi soruları akla geliyor. Bunlar büyük sorunlar ve biliyorsunuz Sovyetlerin sonu da bu şekilde artan ekonomik sorunlar ve halkın mutsuzluğuyla gelmişti.
RUSYA YALNIZ KALDI
Batı çok kararlı ve sert tepki gösterdi. Demokrasiler ile otokrasiler arasında yeni soğuk savaş görüşüne ne diyorsunuz?
Bunu söylemek için çok erken. Bu gelişmeler Rusya’yı yalnızlaştırdı. Rusya’nın yanında başka bir cephe oluşmuyor. Kuzey Kore, Suriye, Ermenistan ve Belarus ile bir cephe oluşmaz. Bu aktörlerin bir tür Soğuk Savaş çıkartıp diğer taraf ile rekabet etmesi mümkün değil. Sonuçta bu ülkelerin demokratikleşeceğini elbette söylemiyorum ama bu türde bir mücadele cepheleri oluşur demek istemiyorum.
TÜRKİYE DOĞRU YAPIYOR
Türkiye’nin Ukrayna krizindeki politikasını nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’nin şimdiye kadar izlediği yaklaşımın isabetli, dengeli ve gerçekçi olduğunu düşünüyorum. NATO üyesi Batılı bir aktör olan Türkiye, coğrafi konumunun yanı sıra Rusya ve Ukrayna ile kurduğu siyasi, ticari, ekonomik, güvenlik bağ ve ilişkileri nedeniyle bu mücadelenin odağında yer alıyor. Ankara’nın gelişmeleri kendi çıkar, beklenti ve tercihlerine göre denge içinde ele alıp alamayacağı, süreci istediği gibi yönetip yönetemeyeceğine dair spekülasyonlar daha ilk günden itibaren gündemi doldurmaya başladı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ne Ukrayna’dan ne de Rusya’dan vazgeçeriz” yönündeki açıklaması, konunun Ankara’da hassasiyetle değerlendirildiğine işaret ediyor. Bu zorlu bir süreci karşımıza çıkartıyor. Türkiye 2014’ten bu güne Ukrayna ve Karadeniz’e ilişkin konular gündeme geldiğinde Rusya ile ilişkilerindeki dengeleri gözetmekle birlikte Ukrayna’nın egemenlik ve toprak bütünlüğüne özellikle vurgu yaptı. Tarafları Antalya’da bir araya getirdi. Bu aktif ve yapıcı bir yaklaşım ve bu politika devam edecektir, etmelidir.
TÜRKİYE BATILI AKTÖR
Türkiye önümüzdeki yıllarda Rusya’ya mı, potansiyel ‘Rus tehdidi’ düşüncesiyle Batı’ya mı yaklaşmalı?
Türkiye dengeli konumunu korumalı. Zaten NATO üyesi Batılı bir aktör. Oradan uzaklaşmanın bir gereği ve anlamı yok. Bu türde bir hareket tarzı elbette mümkün ama belirsizlik ve engeller de bir o kadar çok. Ankara Batılı ülkelerin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmamakla birlikte Batılı müttefikleriyle benzer söylemi kullandı ve Rusya’nın beklediği yönde hareket etmedi. Her fırsatta ve en üst düzeyde Türkiye’nin NATO üyesi olduğu dile getirildi, NATO şemsiyesi altında alınan kararlara destek verildi ve tatbikatlara aktif olarak katılındı. Ama Rusya ile stratejik ilişkilere de sürekli atıf yapıldı. Bölgesel gelişmeler çerçevesinde değerlendirildiğinde Türkiye ile Rusya’nın zaman zaman sorunlarla karşılaşılsa da Karadeniz güvenliği, Kafkasya ve Suriye’deki dengelerinin ne olacağı henüz tamamen belirsiz. Türkiye ve Rusya’nın bu bölgelerde, yer yer de Doğu Akdeniz’de sorunlar yaşayarak rekabet etseler de işbirliği yaptıkları görülmekteydi. Savaşın uzaması ve maliyetlerin artması, Batılı aktörlerin yaptırımlarının da sertleşmesi ile birlikte Rusya’nın farklı bölgelerde nasıl bir tavır takınacağına dair soruların cevaplanması şu aşamada çok da kolay değil. Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna’ya yönelik genel yaklaşımının, Ankara’nın güvenlik kaygıları ile NATO üyesi kimliği dikkate alındığında, Türkiye ve Rusya’nın işbirliğinden ziyade rekabetin daha ağır bastığı bir denkleme doğru kayması beklenebilir. Sürecin nükleer boyutu da içerdiği düşünüldüğünde ve Türkiye’nin gelişmelerin seyrine göre NATO içinde alınacak kararlara uyumlu hareket edeceği beklendiğinde, zorlu ve uzun bir süreç ile karşılaşacağımız söylenebilir. Ankara bir yandan müttefiklerinin diğer yandan da Rusya’nın Türkiye algısındaki değişimi dikkatle izlemek durumunda. Bu bağlamda Ankara, kendi isteği ve beklentileri dışında birtakım kararlar almak durumunda kalabilir.
PROF. DR. MİTAT ÇELİKPALA KİMDİR?
Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi. Eski Sovyet coğrafyası ve Kafkasya, diyaspora çalışmaları, Karadeniz Bölgesi ve güvenliği, Türk-Rus ilişkileri, enerji güvenliği, kritik alt yapı, güvenliği ve terörizmle mücadele gibi konularında bilimsel araştırmalarıyla tanınıyor.