Khalid Albaih / Al Jazeera
Hepimizin distopik geleceği: Filistin
İki kızımı yatağa götürmek günlük ritüellerimden biri. Biri bir yanımda diğeri diğer yanımda yataklarına uzanıyorum. Öykü okuyoruz, ben okurken oyun oynuyorlar, birbirlerine ve bana takılıyorlar. Sonunda onlara artık uyumalarını söylüyorum, bir saniye içinde de uykuya dalıyorlar.
Son günlerde Oslo’da havalar oldukça sert; göğü inleten fırtınalar rutinimizi bozuyor. Kızlar, kimi zaman beni bile korkutacak kadar yakından gelen, kulakları sağır eden seslerden korkuyorlar. Bense sakinliğimi korumaya çalışıyorum ki onlar endişelenmesin.
Onlar bana sokuldukça, çocukken ebeveynlerimin beni ve kardeşlerimi sakinleştirmek için söylediği sözleri tekrarlayarak güvende hissetmelerini sağlıyorum: “Güvendeyiz, Tanrı merhametlidir, endişelenmeyin.”
Yine de kızlar, çocukların sıkça yaptığı gibi, milyonlarca soru soruyorlar: Gök gürültüsünü kim gönderiyor? Tanrı bunu bize neden yapıyor? Tanrı her şeyi görmüyor ve duymuyor mu?
Fırtınanın ortasında cevap vermekte zorlanıyor, Gazze’yi düşünüyorum. Aynı anda, bir yerlerde, bir evin yıkıntıları arasında ya da bir çadırda, Filistinli bir baba da iki kızına sarılmış benzer soruları cevaplamaya çalışıyor.
Hızla düşünmeyi sürdürüyorum. O baba çocuklarına ne anlatıyor? Bu korkunç, gök gürültüsüne benzer sesleri çıkaranın merhamet sahibi Tanrı değil, askeri üniforma giymiş, Tanrı rolü oynayan ve bir ekranın ardından bir düğmeye dokunarak kimin yaşayıp kimin öleceğine karar veren biri olduğunu mu? Bir çocuğa yüksek teknolojili bir soykırımı nasıl açıklarsınız? Onlara geleceğin imha operasyonlarından birini yaşıyor olduklarını nasıl anlatırsınız?
Korkmuş iki kızımla birlikte orada uzanırken, Gazze’yi ve Gazze’de olan bitenin bize geleceğimiz ve çocuklarımızın geleceği hakkında ne söylediğini düşünüyorum.
Biraz bilimkurgu meraklısıyım. Son otuz yılda yüzlerce bilim kurgu filmi, dizisi ve çizgi romanı bitirdim. Bugün Filistin halkının karşı karşıya olduğu gerçekliğe dair haberleri okurken ve görüntüleri izlerken kendimi sürekli olarak distopya türünde defalarca gördüğüm sahne, kavram ve senaryoları yeniden yaşıyor gibi hissediyor, buna engel olamıyorum.
Gazze’de devam etmekte olan soykırım muhtemelen insanlık tarihinin en teknoloji destekli soykırımı. İmha, her yönüyle teknoloji desteğiyle sürüyor: Bombalar, atışlar, kimin yaşayıp kimin öleceğine dair kararlar.
Elbette bunda son zamanların modası “Yapay Zekâ”nın da parmağı var. “Lavender” adlı bir yapay zekâ programı Gazze’deki neredeyse herkesin ismini biliyor ve sosyal medya kullanımı gibi “veri girdilerine” dayanarak kimlere saldırılacağına dair öneriler üretiyor. “Gospel” adı verilen bir diğer sistem, konutlar da dahil, sonsuz “askeri hedef” üretiyor. Tuhaf bir biçimde “Babam Nerede?” diye adlandırılan üçüncü bir yapay zekâ icadı da herhangi bir “şüpheli”nin bombalanabilmesi için evde olup olmadığını kontrol ediyor. Bu yolla öldürülenler de genellikle “şüpheli”nin ailesi ve komşuları oluyor.
Gazze’de olup bitenler, yapay zekânın kontrolden çıkmasını konu alan bir Hollywood senaryosunu andırıyor. Sadece böyle olmakla kalmıyor, yakın gelecekte savaşın nasıl görüneceğini de gösteriyor: İnsanlar ekranların arkasına saklanacak ve öldürme işini teknolojiye bırakacak.
İsrailliler bunu zaten oldukça kapsamlı bir şekilde yapıyor. Sivilleri evlerinde vurmak için bile insansız hava araçları ve quadcopterlerin kullanıldığı belgelendi. Hamas’ın tünellerinden korktukları için yeraltını keşfetmek üzere köpek formunda robotlar kullanıyorlar. Bunların görüntüleri bana İngiliz bilimkurgu dizisi Black Mirror‘ın yapay zekâ destekli robot köpeklerin insanları avladığı bölümü Metalhead‘i hatırlatıyor.
Yapay zekâ ve diğer yüksek teknolojilerin kullanımının bir başka yönü de İsrail’in Filistinlileri insanlıktan çıkarma politikasına cila olması. “Filistinlileri insan olarak görmüyoruz” demenin teknolojinin Filistinlileri ayrım gözetmeksizin öldürmesine izin vermekten daha açık bir yolu yok.
Gerçekten de İsrailliler insanlıktan çıkarmayı “mükemmelleştirmiş” durumda. Black Mirror‘ın Men Against Fire (Ateşe Karşı Adamlar) bölümünde olduğu gibi askerlerine nöroçip yerleştirmelerine gerek yok, yani askerler pişmanlık duymayacaklar. İsrail okullarındaki ve toplumundaki beyin yıkama, İsrailli askerlerin çoğunun soykırıma rıza göstermesini sağlamış durumda, hatta bazıları bundan zevk alıyor gibi görünüyor.
İsrail’in soykırımcı yapay zekâ teknolojisini güçlendiren ve besleyen bir diğer önemli yüksek teknoloji sektörü de gözetim teknolojisi. İsrail’in gözetim teknolojisi konusundaki muazzam ilerleyişi, işgal ettiği nüfusu kontrol etme ihtiyacından kaynaklanıyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün “otomatik apartheid” olarak adlandırdığı uygulamada, İsrail yetkilileri öyle sofistike (ve öyle çok sayıda) gözetim mekanizması kullanıyor ki bugün Filistin, George Orwell’in 1984’ünün çok daha vahim bir versiyonuna benziyor.
Orwell’ın romanında her yerde ve her zaman var olan bir rejim, tebaasının her hareketini izliyor, gözetimi ve baskısı insan hayatının en mahrem, en değerli yönlerine nüfuz ediyor ve onları yok ediyordu. İsrail apartheid rejimi de benzer şekilde çalışıyor.
İsrail sömürge rejiminin bilmediği bir Filistinli çığlığı, bir Filistinli iç çekişi yok. Rejim herkes hakkında her şeyi biliyor. Dronlardan bilgisayar korsanlığı yazılımlarına, yüksek teknolojili kameralara ve özel yüz tanıma araçlarına kadar güçlü teknolojik araçlarla Filistinlilerin tüm kamusal ve özel alanlarına erişim olanağı var.
Savaşın başlamasından bir yıl önce, 2022’de, AFP’ye konuşan Filistinli bir genç, “Dron sürekli yatak odamda, evlerimizde endişe ve korku eksik olmuyor” diyordu.
Filistinlilerin yaşadığı kalabalık bölgenin üzerinde uçan İsrail askeri insansız hava araçlarının sesleri nedeniyle uyumakta zorlandığını belirterek, “Bazen vızıltısını duymamak için kafamı yastığın altına koymak zorunda kalıyorum” diyordu.
O günlerde İsrail her ay 4.000 saat boyunca Gazze üzerinde insansız hava aracı uçuruyordu, bu da gökyüzünde sürekli olarak bu türden beş uçak bulunduğu anlamına geliyor.
İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te de durum daha iyi değil. İsrail buralarda, birçoğu doğrudan Filistinlilerin evlerinin pencerelerine bakan ve aileyi yakından gözetleyen geniş bir güvenlik kamerası ağı kurmuş durumda.
Ayrıca yüz tanıma teknolojisini de yaygın olarak kullanıyor. Medyada Blue Wolf (Mavi Kurt) adı verilen bir programla askerlerin veri tabanını beslemek üzere çocuklar ve yaşlılar da dahil Filistinlilerin fotoğraflarını çekmeye teşvik edildiği, en çok fotoğrafı toplayan birimlere de ödül verildiğine ilişkin haberler yer alıyor.
Sürekli izlendiğini hissetmenin psikolojik zararı çok ağır olabilir. Olan biten gerçekten de Orwell’in distopik dünyasındaki baskıcı atmosferi akla getiriyor.
Gözetimin etkisi endişe ve korku yaratmanın ötesine geçiyor. 1984’teki gibi, İsrail’in gözetim canavarı, Filistinlilerin özel hayatları hakkında edindiği bilgileri onlara karşı kullanıyor. Bu, muhbir ve işbirlikçi devşirmek için kullandığı en yıkıcı yöntemlerden biri olarak Filistinliler arasındaki uyum ve dayanışmayı zayıflatıyor, aileleri dağıtıyor, dostlukları bitiriyor.
Orwell’in romanında, İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımında gördüğüm bir husus daha var: Meşrulaştırıcı bir dile başvurma eğilimi. “Soykırım meşru müdafaadır”; “Filistinli siviller “teröristtir” ya da “masum değildir”; “direniş savaşçıları “teröristtir”; sömürgecilik ve toprak hırsızlığı “çölü yeşertmektir”.
“Çölü yeşertmek” demişken, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım kampanyasına yüklediği anlamlardan biri de bu. Mayıs ayında Başbakan Benjamin Netanyahu’nun ofisinden, Gazze şeridinin bir liman, demiryolu ve gösterişli konut binalarıyla donatıldığı; şehrin geleceğin yüksek teknolojili, müreffeh kentlerinden biri olarak görünmesini sağlayacak “Gazze 2035 Planı” hakkında bir açıklama yaptı. Yani Gazze soykırımdan 10 yıl sonra böyle görünecek. Hayatta kalanlar da İsrailli soykırımcıların kendilerine bahşettiği ekonomik ilerlemeyle gelen tatlı hayatın tadını çıkaracak.
Kulağa neredeyse Matrix üçlemesinden alınmış bir plan gibi geliyor: Zalimler, ezilenleri kendi gerçekliklerini (köleliği ve sömürüyü) görmeyecekleri rahat bir yaşamın sanal gerçekliğine zorluyor.
Ne var ki maddi refah vaatleri Filistinlileri daha önce de vatanlarından vazgeçiremedi. Bu tezgâh gelecekte de işe yaramayacak.
Matrix‘te itaat ve direniş arasında oldukça insani bir seçimi temsil eden ikonik bir sahne vardır. Neo, illüzyonu devam ettiren mavi hap ile onu bozan kırmızı hap arasında bir seçim yapmak zorundadır. Filistin halkı bu seçimi uzun zaman önce yaptı; onlar için mavi hap hiçbir zaman seçenek olmadı.
Şimdi sorulması gereken soru, bugün Gazze’de gördüklerimizin çok yakın bir gelecekte yeni normal haline gelmesi gibi çok sahici bir olasılık karşısında nasıl bir seçim yapacağımız. Görmezden gelip mavi hapı yutacak mıyız? Yoksa kırmızı hapı tercih edip uyanacak mıyız?
Dünyadaki pek çok insana Gazze’deki soykırım çok uzakta, kendi başlarına gelemeyecek bir trajediymiş gibi görünebilirse de İsrail’in Filistinliler üzerinde denediği bu öldürme ve gözetleme teknolojileri satışa çıkarıldı. Birçok hükümetin ve devlet dışı aktörün de satışa çıkan bu teknolojilerde gözü var.
Netanyahu, Eylül 2023’te, ordusunun soykırım savaşı başlatmasından üç haftadan kısa bir süre önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “İsrail’in teknolojik devrimi dünyaya nasıl nefes kesici bir yenilik sağladıysa, İsrail tarafından geliştirilen yapay zekânın tüm insanlığa fayda sağlayacağından eminim” diyordu.
Uyuyan iki kızımın yanında uzanırken onların geleceği için endişeleniyorum. Yeterince insanın gerçekleri görmeye ve daha geç olmadan, tüm dünya Gazze’ye giden yola girmeden önce bu konuda bir tutum almaya istekli olmamasından korkuyorum.
Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir.