Yanlışlıkla mayına basan askerlerin bastığı mayını bizim asker döşemiş.. Görev zayiatı.. Ey şehid!
Askerin zeka ve performansını ölçmek için komutasındaki erin eline pimini çektiği el bombasını tutuşturan genç subay!
Gerçek neden bu kadar geç ortaya çıktı.. Neden? Suçluyu kim korudu?. Bu cür’et ve cesareti neden, kimden alıyor bu genç subay!
Başbuğ’un, el-aleme nizamat verirken önce kendi içine bakması gerekir..
Neden Genelkurmay Ergenekon davasını bu kadar görmezden geliyor? İddianame ve ekleri konusunda kimse bir şey yapmıyor?
Bırakın yapılan işleri, olayları algımızda bir sorun var..
Mesela önüne gelen “Sivil Anayasa”dan söz ediyor.. Bizimkiler askeri olmayan her şeyi sivil zannediyor.. Sivil, “resmi olmayan”, “siyasi olmayan” demek. Hükümet dışı demek. Onun için resmi dairelerin otoparkına “sivil araç giremez” diye yazılır. Meslek odaları, memur sendikaları bile sivil toplum örgütü değil. Onlar. “Demokratik Kitle Örgütü”.
En temel resmi-siyasi belge olan Anayasayı bile “sivil” hale getirdik ya, helal olsun..
“İzinsiz gösteri”. Biri de çıkıp “İzinli gösteri mi olur” demiyor. Bizim STK’lar da toplantı düzenlemek için dilekçelerinde kuzu kuzu izin istiyorlar.. Ötekiler de izin istiyorlarsa “Demek ki, benim de verip-vermeme yetkim var” diye düşünüyor olsalar gerek..
“Ortaklığa katılım belgesi”nin adını “Katılım ortaklığı belgesi” koymadık mı? Ey TDK neredesin.
Başbuğ, anayasadan bir alıntı yaptı konuşmasında ve “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir” dedi. Aslında malumu ilam olan ve kulağa hoş gelse de basit bir sözlük tanımlamasından ibaret bir hüküm..
Aslında orada “resmi dili” dense sorun çözülecek. Ama aslında İngilizce eğitim, yayın her şey tamam, ama Süryanice, Arnavutça, Boşnakça olunca işler karışıyor.. Bırakın isteyen okul-öğrenci bulabiliyorsa Esperantoca, ya da Shavili dilinde eğitim yapsın, okur bulabiliyorsa o dilde yayın yapsın ya hu!
Devlet nedir?. Belli bir toprak üzerinde yaşayan bir halkın, birlikte yaşama iradesini ortaya koyması ile birlikte ortaya çıkan organizasyonun adıdır.. Zaten bu trio parçalanmışsa, yapı dağılmış demektir..
Bu sözün galatı meşhuru şöyledir: “Devlet-millet kaynaşması”. İlk dinleyişte kulağa hoş gelse de, bir tartışmaya böyle başlarsanız, işin sonunun nereye çıkacağı belli olmaz.. Milletin karşısına devlet diye bir organizasyon koyar ve bunu kaynaştırmaktan söz ederseniz aslında devletin de milletin de köküne kibrit suyu dökmüş olursunuz..
Ha! Meraklısına küçük bir not: Millet, Kur’an literatüründe “Din birliği” olarak anlaşılır. Ümmet “toplum” anlamındadır. Yani “Devlet-millet kaynaşması” derken devlet-din kaynaşması anlamına da gelebilir ha!
Her işimiz böyle. Alın size laiklik tartışması. Birilerine göre laiklik din-devlet ayrılığı. Yani laiklik bir kilise kurumudur, referansını da İncil’den alır. Fransız halkı dine ya da Tanrı’ya karşı değildi, Tanrı’nın buyruğuna rağmen Sezar’a ait olması gereken servet, silah ve iktidarı kilise ele geçirdiği için ayaklandı halk... Yok canım. Laiklik bir İncil buyruğu olarak kilise ile devletin egemenlik alanlarını belirler.. Mesela Fransa’nın laik bir devlet olduğunu söyleyenler, Strasbourg’un da içinde yer aldığı Alsas Leoren bölgesinin laiklik kuralları ile yönetilmediğini bilmezler..
Sadece kafanızı karıştırmak için söylüyorum: Laikliğin varolabilmesi için, özerk ve ekümenik bir dini otoritenin olması gerek.. Onun için mesela Vatikan BM’ye üye egemen bir devlettir.
Peki Cumhuriyet ne demek? Ya cumhur!? Çoğu cumhuru “halk” zanneder. O zaman cumhuriyetin de halkçılık olması lazım. Ama 6 ok’u ne yapacağız o zaman? Hani Halkçılık ve Cumhuriyetçilik orada ayrı ayrı düzenlenmiş de..
Baykal’a göre Cumhuriyetin temel nitelikleri var. Onun için de “Laik Cumhuriyet” derler, başka bir şey demezler.. Peki devrim yasalarından olan ve değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen Hilafetle ilgili yasaya ne demeli: “Hilafet mana ve mefhum olarak Cumhuriyet kavramında mündemiçtir” Buyur şimdi çık işin içinden çıkabilirsen.
6 ok dedim de, devletçi kimse kaldı mı aramızda?. Önce karma ekonomi, ardından özel sektör, özelleştirme.. Peki Atatürk ilke ve inkılapları diye Anayasanın başlangıcına bunları yazıp, milletvekillerine, memurlara bu kurallara bağlılık yemini ettirmenin ne anlamı var?.
Yanlışlıklar komedisi oynamıyoruz..
TSK’da yaşananlar böyle de, siyaset ve yargıdaki farklı mı?
Bunu düzeltmeye kalkarsanız birileri ayağa kalkıyor..
Herkes biliyor ki artık, terör de, irtica da bir oyunmuş.. Birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üretmek için bizi bize kırdırmış.. Media, mafia, sermaye, siyaset, bürokrasi, STK hepsi bir şekilde bu oyuna dahil edilmiş.
Şimdi Anayasa değişsin, darbecilerden hesap sorulsun, faili meçhuller soruşturulsun deyince birileri ayağa kalkıyor. Hayır! Ülke bölünür, rejim elden gider.
Ne oluyorsunuz beyler.. Kan durursa neden ülke bölünüyor?.
Bu ülke niye darbe anayasası ile yönetilmek zorunda?. Niye bu hukuksuzlukların önüne geçilmesin?.
Dağdakiler dağdan inerse birileri dağa çıkmaktan söz ediyor. Çünkü dağda birilerinin olması gerek. Oyun böyle kurulmuş..
Bu süreç durdurulamaz. Geri dönüş de yok. Bu konuyu engellemeye çalışanlar tarih ve toplum önünde, kamu vicdanında mahkum olacaklardır.. Selam ve dua ile..
VAKİT