Yanlış haberlerin savunmasız özneleri: Mülteciler

Mülteciler dünyanın pek çok ülkesinde sahte haberin hedefi konumunda. Peki sosyal psikoloji ve bu alanda yapılan deneyler bize neler söylüyor?

Mert Can Yılmaz / Teyit

Yanlış haberlerin savunmasız özneleri: Mülteciler

Her ne kadar bilgi düzensizliği kavramı yakın bir zamana kadar literatürde pek fazla kullanılmamış olsa da kavramın köklerinin insanlık tarihinin ilk günlerine uzanmış olabileceğini düşünmek yanıltıcı olmayabilir. Nitekim insanın, sosyal bir canlı olarak içerisinde yaşadığı toplumda attığı adımlara meşruiyet kazandırmak adına kimi zaman doğru kimi zamansa bütünüyle yanlış bazı hikayelere başvurduğu görülüyor. Bu, insanın içerisinde yaşadığı toplumdaki konumunu korumak için geliştirdiği bir çeşit araç gibi de düşünülebilir. Bu aracın yanlış hikayelerle beslenmesi durumunda bir hayli tehlikeli gelişmelere yol açabildiği ise insanlık tarihinden çeşitli kareler eşliğinde anlaşılabiliyor. “Savaş ve yalanları: Savaşı başlatan yalanlar” başlıklı yazımda bu karelerden bazılarına rastlayabilirsiniz.

Savaşların beraberinde getirdiği yıkımın en savunmasız aktörlerinden birini mülteciler olarak adlandırmak mümkün. Mültecilerin savunmasız olması hali ise kendilerini savunamıyor olmalarından değil, zorunlu olarak göç ettikleri ülkelerde her zaman kendilerini destekleyecek güçlü demokratik kitle örgütlerinin veya medya kuruluşlarının bulunmuyor oluşundan kaynaklanıyor. Bugün Türkiye’de yaşayan Suriyelileri de benzer bir bağlamda düşünmek mümkün.

Teyit’in ilk günlerinden bu yana Suriyeli mültecilerin aralıklarla yanlış bilgiler içeren sosyal medya gönderilerine ve haberlere konu olduğunu gözlemleme imkanımız oldu. Bu içgörü yazımda bu durumun olası nedenlerine dair sosyal psikoloji literatüründe bulduğum bazı ipuçlarından söz edeceğim.

Robbers Cave Deneyi ve gruplar arası etkileşim

1954 yazında sosyal psikoloji alanının öncü isimlerinden Muzaffer Şerif ile birlikte bir grup bilim insanı ABD’nin Oklahoma eyaletinde bulunan Robbers Cave Eyalet Parkı’nda bir deney gerçekleştirir. Deney kapsamında bir grup çocuk parkta gerçekleştirilecek bir çeşit yaz kampında ağırlanır. Bu “yaz kampı”na katılan ve benzer aile profillerine sahip bu çocuklar rastgele bir biçimde iki gruba ayrılır. Kısa süre sonra gruplardan biri kendisine Eagles ismini koyarken, diğer grup kendisini Rattlers olarak adlandırmaya başlar. Bu aşamada gruplar birbirlerinin varlığından tamamen habersizdir. Kendilerini isimlendirmeleri çok fazla zaman almadığı gibi kısa zamanda ortak etkinliklerle grup içi bağlar pekişmeye; grup normlarının ve kültürünün gelişmesiyle üyeler birbiriyle dost olmaya, birbirine kenetlenmeye başlar.

Deneye katılan 24 çocuk

Bilim insanlarının amacı, bu iki grup arasındaki etkileşimleri analiz etmektir. Temel soru ise şudur: Birbirleriyle karşılaştıktan ve böylece birbirlerinin varlığından haberdar olduktan sonra Eagles ve Rattlers, ne gibi koşullarla karşılaşırsa birbirleriyle çekişmeye başlayacaktır?

Gruplar arası gerilimlerin nüveleri iki grup birbiriyle “yarıştığında” ortaya çıkar. Kazananın bir kupayla ödüllendirileceği bir beyzbol müsabakasında kaybeden tarafın hayal kırıklığına uğramış olması sıradışı değildir. Ancak zamanla müsabakalarda yenilen tarafın, galip ekip tarafından sözlü birtakım aşağılamalara maruz kalması gerginlikleri büyütür. Rattlers ile Eagles arasındaki müsabakalar sonucu değişen grup normları, iki grubun birbirlerine karşı önyargılar geliştirmesine ve zamanla düşmanlaşmaya kadar gidecektir.

Eagle tarafından hazırlanan pankartlardan bir tanesi

Nitekim kampın son günlerine doğru Eagles, Rattlers’ın bayrağını yakacak; Rattlers ise Eagles üyelerinin yaşadığı kabini altüst ederek işi Eagle üyelerinin eşyalarını çalmaya kadar götürecektir. Nihayetinde grup üyeleri öylesine agresifleşir ki birbirlerine fiziksel olarak saldırmaya başlarlar. O noktada araştırmacıların müdahalesiyle iki grup birbirinden ayrılır.

Sosyal psikoloji literatüründe gruplar arası dinamikleri anlamada oldukça hatırı sayılır bir yere sahip olan Robbers Cave Deneyi ile literatürde daha sonraları “gerçekçi grup çatışma teorisi” olarak bilinen teorinin nüveleri ortaya çıkar. Bu teori, sınırlı miktarda var olan maddi kaynaklar üzerine gerçekleştirilen yarışmanın, yarışan grupların birbirleri hakkında olumsuz tutumlar geliştirmesiyle sonuçlanacağını öngörür.

Toplumsal yaşamda bu maddi kaynakların Robbers Cave örneğindeki kupadan daha farklı anlamlar ifade edebildiğini, yarışmanın bambaşka boyutlarda gerçekleştiğini görebiliriz. İş imkanları veya genel olarak para, bu “sınırlı miktarda var olan maddi kaynaklar” içinde değerlendirilebilecekken toplumda bu maddi kaynaklar için birbiriyle “yarışan” milyonlarcainsan olabilir. Her ne kadar bu durum içerisinde yaşadığımız ekonomik sistemin bir yansıması olarak okunabilecek olsa da bunun yarattığı gerginliği göz ardı etmemek gerek.

Öte yandan daha sonraları gerçekleştirilen araştırmalar Muzaffer Şerif ve arkadaşlarını bir adım daha öteye taşıyor. Gerilimlerin yaşanması ve gruplar arası olumsuz tutumların geliştirilmesi için “yarışmanın” gerçek olması gerekmiyor. Ortada bir yarışma olduğu “algısı”na kapılmamız yeterli.

Maddi tehdit algılarımız ve Suriyelilerle ilgili yanlış bilgi içeren haberler

Yapılan bir akademik çalışmada Meksikalı göçmenlerin ABD halkı için ekonomik tehdit oluşturduğuna yönelik “algılar”ın ülkede Meksikalılara yönelik geliştirilen olumsuz tutumlarla bağlantısı ortaya konuyor. Bir diğer çalışmada ise Avrupa’da göçmenlere yönelik geliştirilen ayrımcı tutumların yine göçmenlerin yarattığı öne sürülen ekonomik tehditlerle ilintili olduğu aktarılıyor. Buradaki tehdit algısını Robbers Cave Deneyi örneğindeki “yarışma” ile aynı bağlamda düşünmek mümkün. Ancak ortada büyük bir fark var. Olumsuz tutumların ortaya çıkması için gruplar arası “gerçek” bir rekabet değil, “algısal” boyutta bir rekabet kâfi. Algılarımızı ise toplumsal yaşamda şekillendiren onlarca farklı element tespit etmek mümkün. Basın ve sosyal medya belki de bu elementlerin içerisinde en etkili olanlarından.

Suriyelilerle ilgili yanlış bilgi içeren haberler ise işte tam olarak bu noktada önem kazanıyor. Kasıtlı veya kasıtsız bir biçimde yayılan yanlış bilgiler toplumdaki farklı grupların Suriyelilere karşı besledikleri husumeti pekiştiriyor. “Sınırlı maddi kaynaklar”ımıza atıfta bulunan ve ortada Suriyelilerle ülkedeki farklı gruplar arasında bir “yarışma” veya bir rekabet varmışçasına oluşan “algıları” besleyen haber ve sosyal medya gönderileri, Teyit’te Suriyeliler söz konusu olduğunda en çok rastladığımız yanlış haberler içerisinde.

Konya Büyükşehir Belediyesi’nin Suriyelilere maaş bağladığı, Suriyelilerin maaşlarını almak için PTT önünde kuyruğa giriyor olduğu, Konya’da yaşayan bir Suriyelinin sudan bedava yararlandığı ve bunların benzeri materyal bir vurgu içeren yanlış iddiaları bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Teyit, sosyal medyada ve haber sitelerinde paylaşılan bunlara benzer iddialara ulaşabiliyor ve bunları değerlendirmeye alabiliyor. Öte yandan günlük yaşamda dilden dile yayılan ve yazıya geçirilmeyen benzer sayısız iddianın dolaşımda olduğunu görmek mümkün.

Sembolik tehdit algılarımız ve Suriyelilerle ilgili yanlış bilgi içeren haberler

Tajfel ile bir grup bilim insanı ise Muzaffer Şerif ve arkadaşlarının getirdiği “sınırlı maddi kaynaklar” bazlı açıklamayı sorguluyor. Yaptıkları çalışma, aslında gruplar arasında bir çekişmenin ortaya çıkması için illa “materyal” bazı kaynaklar üzerine “yarışan” toplulukların bulunması gerekmediğini ortaya koyuyor. “Soyut” bazı kaynakların üzerinde uzlaşılamaması da gruplar arası gerginliği tetikleyen etmenlerden.

Tajfel ve arkadaşlarının geliştirdiği “sosyal kimlik teorisi” bir grubun sahip olduğu kimliğin ve bu kimlik etrafında inşa edilen değerlerin başka gruplarla girilen etkileşimin doğasını etkileyebileceğini öngörüyor. Bu teori bağlamında materyal bir yön içermeyen ve “değerler etrafında geliştirilen” kaynakların tartışma konusu olması gruplar arası gerginlikleri tetikleyen etmenler arasında sayılabilir.

Ancak burada da çok geçmeden çoğu zaman esas olanın gerçeklik değil “algılar” olduğu ortaya çıkıyor. Bir grubun benimsediği değerlerin tehdit altında olduğuna ilişkin algılar, tehditin kaynağı olarak görülen gruba karşı olumsuz tutumların geliştirilmesine ön ayak oluyor. Bu tarz algılara ise sembolik tehdit algıları adı veriliyor.

Yapılan bir çalışmada Batı Avrupa’da bu tarz sembolik tehdit algılarının göçmenlere karşı önyargıların geliştirilmesinde etkili olduğu, bu durumun ise bölgede izlenen göç politikalarının daha da sınırlayıcı bir hale gelmesi için geliştirilen çalışmaların destek almasında rol oynadığı ifade ediliyor. Bir başka çalışmada ise Hollanda’da Müslümanlara yönelik önyargıları açıklamak için sembolik tehdit algılarının etkisine vurgu yapılıyor.

Türkiye’de sembolik tehdit algılarının Suriyelilerle ilgili yanlış bilgi içeren haberlerle pekiştiği, ülkedeki farklı toplulukların Suriyelilere karşı geliştikleri olumsuz tutumların bu yolla daha da körükleniyor olduğu tespitini yapmak mümkün. Toplumsal yaşamda belirgin bazı ulusal veya kültürel değerlerin Suriyelilerin varlığıyla tehdit altına girdiği algısını kuvvetlendiren yanlış haber örneklerine de Teyit’te sıklıkla rastlıyoruz.

Suriyelilerin Türk bayrağını yaktığı, Adıyaman’da Atatürk heykeline saldırdığı belirtilen kişinin Suriyeli olduğu, Suriyeli bir kişinin Türkler hakkında olumsuz söylemlerde bulunduğu ve bunların benzeri toplumda belirgin olan bazı değerler etrafında geliştirilen yanlış iddiaları bu bağlamda değerlendirmek mümkün. “Sınırlı maddi kaynaklar”a atıfta bulunan iddialara benzer bir biçimde değerler etrafında geliştirilen sayısız yanlış iddianın da halk arasında sözlü olarak aktarıldığına şahit olmak mümkün. Dilden dile aktarılan söylentilerin farklı toplumsal gruplarda nasıl etkiler yarattığının ölçülmesinin zorluğu ise bizi daha zor bir soruya yöneltiyor.

Olumsuz tutumlarımız eylemlerimizi şekillendirebilir mi?

Türkiye’de Suriyelilere yönelik geliştirilen olumsuz tutumlar malum. Basında ve sosyal medyada yayılan gerek “maddi tehlike algıları”na gerekse “sembolik tehlike algıları”na seslenen yanlış haberler bu olumsuz tutumların gelişiminde etkin bir rol oynayabiliyor. Arkalarında güçlü demokratik kitle örgütleri veya medya kuruluşları bulunmayan mültecilerin ise bu noktada hareket alanı oldukça kısıtlı. Meselenin tehlikeli boyutu ise mültecilere yönelik olumsuz tutumların ayrımcı eylemlerle kendisini su yüzeyine vurması ihtimali. Her ne kadar olumsuz tutumların her zaman ayrımcı ve hatta bazen şiddet içeren eylemlerle kendisini göstereceği gibi kaçınılmaz bir durum söz konusu olmasa da bu tarz bir ihtimalin varlığını reddetmek biraz safça olurdu. Bu tarz bir durumun gelişmesine en baştan set çekmek için toplumun her kademesinden farklı kurumlara farklı düzeylerde ihtiyaç duyulduğu açık. Olumsuz algıları pekiştiren yanlış haberler söz konusu olduğunda ise Teyit iş başında olacak.

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu