Yanık Yüzlü Kurbanların Ülkesi

KENAN ALPAY

Kurban Bayramı vesilesi ile İHH tarafından organize edilen bir programa davet edildim ve Etiyopya'ya gittim. İstanbul'dan beş buçuk saat süren, uçuş mesafesi ile yaklaşık 4 bin km mesafede olan başkent Addis Ababa'ya bayramdan iki gün önce indik. Türkiye'den beş kişi ve Almanya'da faaliyet gösteren Wefa Vakfı'ndan bir arkadaş ile altı kişilik bir heyet 2009 yılı kurban organizasyonuna gözlemci statüsü ile dâhil olduk. Etiyopya'ya giden uçakta İHH adına Ruanda, Kamerun gibi diğer Afrika ülkelerindeki organizasyonlara dâhil olan arkadaşların yanı sıra F. Gülen cemaatine bağlı okullarda çalışanları, Diyanet temsilcilerini, Cansuyu ve Avrupa Milli Görüş adına kurban organizasyonlarına katılacak olanlarla sohbet ediyoruz. Afrika Birliği'nin başkenti pozisyonundaki Addis Ababa aynı zamanda diğer ülkelere aktarmalı uçuşların da merkezi durumunda.

Addis Ababa deniz seviyesinden ortalama olarak 2 bin 500 metre yükseklikte bir şehir ve Latin Amerika ülkelerinden Bolivya'nın başkenti Le Paz'dan sonra dünyanın en yüksekte kurulu ikinci başkenti. Uçak sabaha karşı havalimanına indiğinde hemen pasaport ve aşı kartlarımızın kontrol edileceği bankolara yanaştık. Kontroller oldukça uzun sürüyor, çantalar rastgele seçilip didik didik ediliyor. Tabi unutulmaması gereken işlemlerden birisi de üzerinizdeki paraların beyanı oluyor. Pasaport işlemlerinizi takip eden ekiptekiler önce paralarınızın sayımını sonra da kayıtlara geçirilmesini sağlıyorlar. Beyan edilen paradan daha fazlasını Etiyopya dışına çıkarabilme hakkınız yok. Beyan edilmemiş paralara el konulduğunu söylüyor arkadaşlarımız.

Havalimanındaki işlemler biter bitmez dışarıya doğru çıkıyoruz. Bizi İHH'nın Etiyopya'daki partner kuruluşlarından biri olan CDA'nın Başkanı Muhammed Ali Nadiso, MÜ Tıp Fakültesi'nden mezun olan ve İHH'nın Afrika Katarakt projesinin koordinatörü Dr İbrahim Yusuf ve YTÜ Mühendislik Fakültesi'nden mezun olan Fennan Muhammed karşılıyor. Yol yorgunluğu dolayısıyla hemen herkes otele yerleşmek istiyor. Sabah tekrar buluşmak üzere arkadaşlarımızla ayrılıyoruz.

Sabah ilk iş olarak CDA'nın merkezine doğru yol alıyoruz. Güzergâhımız üzerinde Etiyopya'da da yaygın olarak yaşanan derin çelişkileri hayret dolu gözlerle gözlemliyoruz. Yeni yeni yükselen büyük iş merkezi ve otel inşaatları ile tenekeden yapılmış evler, dükkânlar adeta iç içe geçmiş durumda. Yolların ortasında, refüjlerde yatan, oturan evi barkı olmayan, işsizler, kimsesiz hemen her yerdeler. Yolların her iki kenarında da işportacılar dolu. Fakat burada işportaya mal çıkarabilmek için herhangi birkaç meyve veya birkaç parça pil, mendil vs bile yeterli oluyor. Satanlar da alanlar da çok.

Sabahın erkeni olmasına rağmen güneş çok etkili ve hava bir hafta süreyle gözlemleyeceğimiz gibi rüzgârlı olmasına rağmen oldukça sıcak. Sokaklar, caddeler oldukça hareketli. İnsanlar sanki hiç yerinde durmuyor. Yayalara dolmuşlar, ticari taksilere kamyonlar, motosikletlerden geliştirilmiş üstü yarım örtülü araçlar eşlik ediyor. Trafik ilk bakışta oldukça karmaşık geliyor insana. Trafik ışıklarının neredeyse hiç olmayışı (ya da mevcutların çalışmaması) bu kalabalık ve hızla hareket eden şehirde ne bir kavgaya ne de bir kazaya sebep oluyor. Karmaşa içerisinde bir düzen kanaatini verecek kadar güven aşılıyor trafikteki işleyiş. Yollarda ellerinde süpürgeler ile ana caddeleri süpüren kadın işçiler görüyoruz. Kadın işçilerin başında büyük hasır şapkalar. Kadınların çalışması sadece temizlik işlerinden ibaret değil. Aracımız ilerledikçe yeni yeni yükselen inşaatların dibinde ellerine aldıkları büyük çekiçlerle taş kıran, taşıyan ya da parke döşeyen kadın emekçilerin çalışma standartlarına daha çok şahit oluyoruz.

Dolmuş tarzı çalışan mavi-beyaz minibüslerde müşterileri hızla indirip bindiren cevval muavinler Türkiye'ye dair hatıraları canlandırıyor hemen. Ancak buralarda işleyen araçlarda ama özellikle dolmuş minibüslerde dine dair semboller hemen göze çarpıyor. Hıristiyan unsurların araçlarındaki "haç" işaretlerine Müslümanlar araçlarındaki "maşallah" yazılarıyla mukabele ediyorlar. Müslüman-Hıristiyan farklılığı hayatın bütün alanlarında kendisini gösteriyor. Trafiğin yavaşladığı veya durma noktasına geldiği anlarda aracımızın iki yanında beliren dilencilere bakınca dahi bu farklılığı görmemiz mümkün. Sırtlarına bağladıkları küçük çocukları ile dilenen kadınların boyunlarındaki haça eşlik eden yüzlerinin çene ve boyun bölgesine dövme olarak işlettikleri mavi renkli haç sembolleri bunlardan biri sayılabilir. Diğer taraftan aracımızın üzerindeki "maşallah" yazısını fark eden küçük çocuklar tarafından okunan Amharice ilahileri duyabiliyoruz.

İster Hıristiyan olsun isterse Müslüman çocuk-kadın, ihtiyar-genç oldukça ağır hareketlerle ve mırıldanır tarzda sizden sadece bir ekmek parası rica ediyorlar. Yoksulluk veya daha doğru bir ifade ile açlık birkaç günlük ziyaret için geldiğiniz bu ülkenin en önemli ve giderilmesi en zor sorunu olarak kendini dayatıyor size. Yol aldığımız tüm güzergâhlarda yükselen müzik sesinin ne olduğunu merak ediyoruz. Arkadaşlarımız kiliselerde devam etmekte olan ayinlere eşlik eden ilahilerin sokaklara da aktarıldığını söylüyorlar. Ortodoks Hıristiyanlık Addis Ababa'nın ve gittiğimiz diğer şehirlerin önemli bir kısmında hızla inşa edilen kiliseler, dışarı yayılan koro müzikleri ve dini resimler aracılığıyla kendini gösteriyor. Bizim fark edemediğimiz ama arkadaşlarımızın ifadesiyle Etiyopya "derin devleti" de Hıristiyan unsurlara dayanıyormuş.

CDA'nın merkezine vardığımızda tanışma faslına eşlik eden ikramların ardından Kurban organizasyonuna dair bilgiler veriyor başkan Muhammed Ali Nadiso. Kurbanların bir kısmı Ogadin bölgesinde kesilecek. Fakat Ogadin 750 km uzaklıkta ve bölgeye ulaşım en iyi ihtimalle 12 saat civarında zorlu bir yoldan geçiyor. Üstelik bölgede gerek devletten kaynaklanan gerekse devletle mücadele halindeki İslamcı örgütler dolayısıyla güvenlik sorunları had safhada seyrediyor. Bu sebeplerle Ogadin'e gidemeyeceğimiz belli olunca bölgede faaliyet gösteren OWDA temsilcileri tarafından bizlere bir akşam yemeği daveti veriliyor. OWDA temsilcileri Muhtar Şeyh Ömer ve Ömer Abdullah Hersi bölgede yaşanan sıkıntılara ilişkin bilgiler aktarıyorlar bizlere. OWDA'nın hem eğitim, davet, irşad gibi faaliyetleri hem de kuraklık, yoksulluk vs gibi temel sorunlara karşı teknik donanım ve eğitim üzerine yürüttüğü faaliyetlerden bahsediyorlar bizlere. Somali olarak da ifade edilen bölgenin nüfus yapısının neredeyse tamamına yakınını Müslümanlar oluşturuyormuş ve Kur'an eğitiminin yanı sıra ileri düzeyde Arapça eğitimi de veriliyor çocuklara ve gençlere. Kurban organizasyonuna eşlik eden su kuyusu açma faaliyetleri dolayısıyla İHH üzerinden gönderilen yardımlara teşekkür ediyorlar. Bazı siyasi konularda sorduğumuz sorulara cevap alamıyoruz ama bizler neden cevap verilemediğini veya dolaylı anlatımlara müracaat ettiklerini az-çok tahmin ediyoruz zaten.

Akşam yemeğini takiben küçük ve kısa bir toplantı yapıyoruz. İki gruba ayrılıyoruz ve ülkenin kuzeyindeki iki şehre gitmek üzere Fennan Muhammed'in mihmandarlığında Kayseri İHH'dan Ömer Yağmur, Aksiyon Dergisi'nden Mehmet Özdemir ve Almanya'da faaliyet gösteren Wefa Vakfı'ndan İbrahim Gülsever bir grup olarak bizden ayrı yola ülkenin kuzeyine, eski Habeşistan olarak bilinen topraklarına doğru yola çıkmaları kararını alıyoruz. CDA Başkanı Nadiso ve Dr İbrahim Yusuf'un mihmandarlığında daha önce de Afrika tecrübesi bulunan İHH gönüllülerinden Yahya Kaan, TRT'de radyo programları yapan Gürkan Çelebi ve ben bir başka ekip olarak ülkenin Güney kesimine, coğrafi olarak en büyük ve nüfus yoğunluğu en kalabalık olan Urumiye eyaletine doğru yola çıkmak üzere hazırlıklara başlıyoruz.

Arife günü Addis Ababa'ya 300 km mesafede bulunan Urumiye eyaletinde Watara isimli bir bölgeye doğru yola çıkıyoruz ekip olarak. Hava çok sıcak ancak geçtiğimiz yollar üzerinde hareket halinde on binlerce insan görüyoruz. Kimi kamyonların tepesinde kimi at veya eşek arabalarıyla kimi ise yaya olarak bir taraflara gidiyorlar. Hızlı ama telaşsız bir hareketlilik yol boyunca hiç gözümüzün önünden kaybolmuyor. Düz bir arazi. Her bölgesinde keçisini, koyununu, ineğini otlatan, suya götüren veya sudan getiren insanlar var. Her yaştan çobanlara rastlamaktayız. Kimi yerlerde beş-altı yaşlarında çocuklar kimi yerde genç kızlar kimi yerlerde de ailenin reisi anne ve babalar hayvanlarının başındalar. Hayvancılık ve tarım ülkenin en önemli geçim kaynağı. Watara'ya doğru hızla yol alırken geleneksel yöntemlerle sürdürülen hayatta kalma mücadelesinin Etiyopyalı tarzlarına şahit oluyoruz.

Kuraklıkla bilinen, açlık ve susuzluğun pençesinde kıvranan Etiyopya imajı yüzlerce km'lik hat boyunca sağımızda ve solumuzda gördüğümüz yeşil arazilerle, sık veya seyrek ormanlık bölgelerle değişime uğruyor. Seyyahların "yeşil kuraklık" dediği bir durumla karşı karşıyayız aslında. Meyve ağaçları neredeyse hiç yok. Şola denen ve sedir ağacına benzeyen bir ağaç türü çok yaygın. Mobilya ve iskele yapımında çokça kullanılan bu dayanıklı ağaç aynı zamanda çok su tüketmesi dolayısıyla da kuraklığa sebep oluyor. Buğday, mısır ve arpa ekilen tarlalarda çalışan insanları görüyoruz sıklıkla. Harman yapılırken geleneksel usul hiç değiştirilmeksizin sürdürülüyor. Yedi-sekiz büyükbaş hayvan yan yana bağlanıyor ve ürünlerin üzerinde saatlerce döndürülüyor. Köy veya kasaba merkezlerine yaklaştığımızda değişmeyen sahne langırt oynayan çocuklar oluyor. Kahve tarzı yerlere pek fazla rastlanmıyor bu ülkede. İnsanları genelde sigara kullanmıyor fakat özellikle Yemen ve başka bazı bölgelerde de kullanılan gat isimli uyuşturucunun yaygın olduğunu öğreniyoruz. Hatta öyle ki seyyar satıcıların sepetlerinde veya derme çatma bakkalların vitrininde sepet sepet gat satılıyor.

Kurbanların kesileceği Watara bölgesine yakın bir yerde konaklıyoruz. Avustralyalı bir turizm şirketi tarafından Langano gölü kenarında inşa edilen tatil köyü tarzında bir otelde geceliyoruz. Göl kenarına indiğimizde suyun kiremit renginde ve elinize aldığınızda sanki jöle sürmüş hissi uyandırdığını fark ediyorsunuz. Çeşmelerden akan su gölden alınıyor ve arıtılmış olmasına rağmen pek temiz olmadığını anlıyorsunuz. Akşam yemeği için lokantaya geçtiğimizde daha önce birkaç kez gördüğüm bir tablo ile yine karşılaşıyorum. Yanımızdaki masaya oturan muhtemelen Alman bir ailenin yanında Etiyopyalı iki-üç yaşlarından bir kız çocuğu ile beş-altı yaşlarındaki bir erkek çocuğu gözümüze çarpıyor. Avrupa'dan özellikle Almanya, Hollanda, Finlandiya gibi ülkelerden gelen çocuksuz aileler Etiyopyalı yetim çocukları veya ekonomik olarak ailesinin bakamadığı çocukları hem ailenin rızasını hem de devletin onayını alarak evlat ediniyorlar. Öğrendiğimiz kadarıyla Avrupalı aileler üzerinden yürütülen bu evlat edinme olayı yaygınlık kazanıyormuş.

Sabah namazını kılar kılmaz yola düşüyoruz Watara'ya doğru. Sabahın alaca karanlığında kızlı erkekli yüzlerce çocuk görüyoruz Langaro gölü yolunda. Kimi suyunu doldurmuş güğümüne elinde yol almaya çalışıyor kimi bidonlara doldurduğu suyunu eşeğinin sırtına yüklemiş evine doğru yol alıyor. Biraz daha geç kalanlar ise göle doğru koşar adımlarla yürüyorlar. Çocukların işi zor ama göle doğru gidenler de suyunu doldurup dönenler de güle oynaya yürüyorlar. Hiçbirisinin ayağında ayakkabı veya terlik yok. Üzerlerindeki elbiseleri ise şöyle böyle. Çocuklar erken yaşlardan itibaren evin su ihtiyacını karşılamak hususunda sorumluluklarını biliyorlar. Büyük bir insanın dahi hem yük olarak hem mesafe olarak altından kalkması zor bir görevi küçücük yaşları ve çelimsiz vücutları ile diğer yaşıtları gibi bu çocuklar da yüklenmişler. Ancak her şeye rağmen neşeliler hepsi. Aracımıza yaklaşanlara verdiğimiz bir iki paket bisküvi veya birkaç küçük oyuncak sevinçlerini artırıyor. Toz duman içerisindeki çukurlu tümsekli yolda kimi yaya kimi de eşekleri üzerinde bizimle yarış yapıyorlar. Bugünün bayram olduğunu biliyorlar mı acaba? Evlerinde kurban kesilecek mi bu çocukların, kurban eti yiyebilecekler mi acaba? Aracımız hızla yol alırken arkamızda kalan güler yüzlü, gözleri pırıl pırıl parlayan bu güzel çocuklara dair pek çok soru takılıyor zihnime.

Anayola çıkıyoruz ve asfalt yolu hızla kat ediyoruz. Tekrar ana yoldan çıkıp Watara bölgesine doğru ilerleyince girdiğimiz yolda bin bir güçlükle ilerliyoruz. Yol derin yarıklarla, koca koca tümseklerle adeta ilerlememize müsaade etmiyor. Henüz yeni yeni yükselen güneş ışıklarında toz duman dans ediyor. Yollarda bayram namazına doğru yol alan gençleri görüyoruz. Hepsi yeni ve temiz elbiselerini giymişler. Giymişler ama yeni ve temiz olanlar dahi içinde oldukları sosyo-ekonomik durumu anlamamız için kısa ama net bir mesaj veriyor bize. Yol yürüme imkânı olmayan yaşlı erkekler ve kadınlar evlerinin yakınındaki mescitler etrafında toplanıyorlar. Ama gittiğimiz istikamette bölük bölük kadınlı erkekli insanlar ilerliyor.

Watara'ya geldiğimizde hemen arabamızı bir yere yanaştırıyoruz ve iniyoruz. Birkaç kişi bizi alıyor ve namaz için cemaatin bizi beklediğini söylüyorlar. Köyün içine doğru giriyoruz. Az ileride geniş bir çayırlık alanda cemaat safları bağlamış bizleri bekliyor. Saflar olabildiğince uzun. Arkada 8-10 metrelik bir mesafe bırakılmış ve kadınlar da bayram namazına iştirak ediyor. Cemaatin önünde basit bir ses düzeni kurulmuş. İkisi yaşlı biri genç imam ve müezzin önce uzun uzun vaaz ediyor. Genç olan hatip ayet ve hadisleri oldukça fasih bir Arapça ile okuyor, teşrik tekbirleri getiriyor. Cemaat oldukça iştiyaklı bir biçimde tekbirlere katılıyor. Hatip konuşmasını sürdürürken diğer mahallelerden gelenler grup grup tekbirlerle cemaate dâhil oluyorlar. Zaman ilerledikçe daha çok grup katılıyor cemaate ve namaz başlıyor.

Namazın ardından bayram hutbesinde kardeşlik ve dayanışma üzerine ayet ve hadisler okunuyor. İHH aracılığıyla bölgeye kurban gönderenler için dua ediliyor, teşekkür ediliyor. Namazın ardından herkes birbiriyle bayramlaşıyor, kucaklaşıyor. Ama acele ile köyün merkezine gitmek gerektiği de sık sık hatırlatılıyor. Çocuklar ise bizim peşimizde. İlk defa "beyaz adam" görmenin vermiş olduğu şaşkınlık ve heyecan gözlerinden okunuyor. Selam vermek ve almak hususunda oldukça istekliler. Neredeyse hepsi fotoğraf çektirmek istiyor. Küçük çocuklarda ise şaşkınlıkla karışık bir çekingenlik hatta hafif bir korku var bize karşı. Yaşlılar tarafından tekrar tekrar ikaz ediliyoruz hızlı olmamız için. Bu defa biraz oyun biraz şaka kabilinden yüzlerce çocukla yarışırcasına koşmaya başlıyoruz arkadaşım Gürkan Çelebi ile köyün merkezine, yani camiye doğru. Bizler de çocuklar gibi heyecanlıyız, neşeliyiz. Bayramı daha çok ve derinden idrak etmeye başlıyoruz.

Kurbanlıklar caminin geniş avlusu içerisinde yer alan iki büyük ağılda bekletiliyor. Kasaplar hazırlıklarını yapıyor, kimi hançer tarzı kimi savaş palası gibi olan bıçaklarını biliyor. O arada bizi caminin içerisinde hazırlanan bayram yemeğini yemek üzere davet ediyorlar. Yemekler özel toprak testilerin içerisinde üzerine deri giydirilmiş halde geliyor önümüze. Testiler içerisindeki yemekler gelinlik kızın çeyizi gibi özenerek giydirilmiş rengârenk örgüler, dantellerle önümüze getiriliyor. Elimize verilen kaşıklar boynuzdan yapılmış. Mısır unu ve tereyağından yapılmış bu özel yemeği yemekte ve yanındaki ayranı içmekte biraz zorlanıyor olsak da ev sahiplerimizin gönülleri kırılmasın diye yemeye çalışıyoruz.

Dışarı çıkınca avludaki hazırlıkların tamamlandığını görüyoruz. Kurbanlıklar avlunun değişik bölgelerine getiriliyorlar. Yaklaşık olarak 25 kasap ve onlara yardım eden 25 kişi görev alıyor kesimler için. Muhammed Ali Nadiso ve Yahya Kaan kurbanlıkları kesmek için vekâletleri verince avlu adeta kan gölüne dönüyor. Kasaplar 300'ün üzerindeki kurbanın kesimini avlunun dışında bekleyen hak sahiplerine ulaştırmak için o kadar hızlı hareket ediyorlar ki sanki bir yarış halindeler. Kurbanlık koyunlar buradakilere nispeten oldukça zayıflar. Ama bu koyunların etlerinde neredeyse yağ yokmuş gibi. Kurbanlıklardan paylarını almak için bekleyenler avlunun dışında zaman ilerledikçe daha bir heyecanlanıyorlar. Muhtarın elinde kimin hak sahibi olduğu ve sırasının nasıl tanzim edildiğine dair bir liste var. Bir kurban dört aileye pay ediliyor. Kesim gerçekleştikten sonra ya listedeki sıraya göre pay edilen kurbanlar aileye teslim ediliyor ya da bölge imamının, muhtarının nezaretinde uygun sayıdaki kurbanlıklar bir eşek arabasına yüklenip gönderiliyor. Kurbandan pay almak üzere bekleyen insanların heyecanları gözlerinden okunuyor fakat büyük bir sabır ile herkes sırası gelene kadar avlunun dışında oturuyor.

Bölgedeki arkadaşlarımız hayvan sayısının yüksek olmasına rağmen et yeme oranının düşük olduğunu hatta bu tür bölgelerde insanların ancak 3-4 yılda bir et yiyebildiğini ifade ediyorlar. Büyükbaş ya da küçükbaş olsun hayvanlar köylülerin her şeyi. Özellikle susuzluğun had safhada olduğu kurak dönemlerde süt ve ayran temini açısından hayati bir sermaye olarak görülüyor hayvanlar. Bu yüzden kesimi yapılan kurbanlıklar arasında hiç dişi hayvan bulunmuyor.

Kesimlerin önemli bir kısmı bittikten sonra birkaç evi ziyaret etmek istiyoruz. Dr. İbrahim bizi muhtarın evine yönlendiriyor. Muhtarlık ve imamlık görevlerini birlikte ifa eden Şeyh Emin Adem'in iki oğlundan biri bayram namazını da kıldıran Muhtar Adem ile birlikte evlerini görmek üzere kurban kesim alanından çıkıyoruz. Güzel bir bahçe içerisinde geleneksel mimariye uygun olarak inşa edilmiş iki ev görüyoruz. Evlerin alt bölümü çamur-kerpiç karışımı yükseltilen duvarlardan oluşurken çatının iç kısmında konik biçiminde birbirine bağlanarak örülmüş oldukça düzgün kesimli ağaçlar ve dış kısmını ise sıkı bir biçimde birbirine bağlanmış kamışlar oluşturuyor. Evler dışarıdan görüldüğünün aksine oldukça genişler. Ancak bu evler aynı zamanda hayvanların da barınacağı bir ahır işlevini görüyor. Eve girince hemen sağda büyükbaş hayvanların hemen solda ise küçükbaş hayvanların bağlı olduğunu görüyoruz. Tabi bu durumun zorunlu bir tezahürü olarak evin içerisinde ağır bir koku hâkim oluyor. Diğer taraftan yerde halı-kilim namına bir şey göremiyoruz. Bildiğiniz düz, sarı bir toprak zemin. Sağda solda bir iki ahşap yatak ve üzerine serilmiş bir battaniye. Evin düzeni bunlardan ibaret. Bahçe içerisinde yer alan diğer evin düzeni de aynı. Maalesef evin içerisini kaplayan kokudan dolayı daha fazla duramıyorum içeride. Gürkan ise maşallah oldukça dayanıklı ve aile mensupları ile içeride sohbet ediyor. Evin önüne çıkınca muhtar Şeyh Emin Adem ve iki hanımı, kız kardeşi, erkek kardeşi ve çocuklarından bir kısmı ile bir hatıra fotoğrafı çekiliyoruz.

Ev ziyaretinden sonra tekrar kurban kesim alanına dönüyoruz. Bu kez Kayseri İHH'dan Ömer Yağmur'un getirdiği oyuncakların bir kısmını sahiplerine dağıtacağız. Ömer abi iki büyük bavul oyuncak getirmiş ve birini bizim ekibe teslim etmişti. Önce kızlar için oyuncak bebekleri, süslü tokaları dağıttık. Sonra erkek çocukları için oyuncak arabaları, kamyonları dağıttık. Oyuncak dağıtımı kurban dağıtımına göre daha zor ve telaşlı oluyor. Çocuklarda "Ya bana oyuncak kalmazsa!" telaşı o kadar baskın ki oyuncağı alıncaya kadar yüzlerinde ciddi bir gerilim kendisini gösteriyor. Ancak oyuncağı alan cami avlusunun arkasına doğru yayılıp/uzayıp giden uzun otlar arasında bir ceylan gibi uçarcasına koşuyor. Arkadaşının elinde oyuncağı gören koşuyor, mahzun mahzun yanımıza yanaşıyor. Oyuncaklar bitince balonları onlar da bitince elimizdeki bisküvileri devreye sokuyoruz. Ama o kadar çok çocuk var ki elimizdekiler yetmiyor. Onlar bir şeyler istiyor ama biz elde verecek bir şey olmadığı için çocuklardan daha çok eziliyoruz. Durumu telafi etmek için çocuklarla birlikte fotoğraflar çekiliyoruz. Fotoğrafı çekilmeyen çocuklar peşinizi bırakmıyorlar. Adeta fotoğrafı çekilmeyen çocuk bir eksiklik duygusu yaşıyor ve bunu size belli ediyor. Köyün büyükleri ise bize rahatsızlık veriyorlar diye sık sık çocukları yanımızdan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.

Akşam hava kararmaya başladığında ise bizim Watara'dan ayrılma vaktimiz geliyor. Kurbanların tamamı kesilmiş ve hak sahiplerine dağıtılmıştı. Şimdiki istikametimiz daha da güneydeki Şaşamanni oluyor. Şaşamanni'nin merkezine fazla uzak olmayan bir köye gidiyoruz bu defa. Sabahın erkenden köy meydanında toplanmış yüzlerce insan çekildikleri gölgeliklerden hazırlıkları izliyorlar. Muhammed Ali Nadiso tekrar kasapları topluyor ve Yahya Kaan ile birlikte vekâletleri veriyor. Muhtar elindeki listeyi herkesin duyabileceği bir şekilde ortada okuyor. Kurbanı beraber alacak aileler birbirlerinden ayrılmamaları için ikaz ediliyorlar.

Kurban kesimi bir önceki gün olduğu gibi çok hızlı bir biçimde ilerliyor. Çoluk çocuk hemen herkes kesimleri büyük bir heyecanla izliyor. Çocuklar yine bizim peşimizde. Oyuncak, balon, bisküvi veya fotoğraf artık her ne varsa çocukları memnun edecek, ortaya koyuyoruz. Çocuklar ama özellikle kız çocukları ne kadar küçük olsalar da kardeşlerinden sorumlular ve onları yanlarından hiç ayırmıyorlar. Henüz 6-7 yaşlarında olan kız çocuklarının dahi sırtlarına bağlanmış 1-2 yaşındaki kardeşlerini taşıdıklarını görüyoruz sık sık.

Köyün imamı bizi caminin avlusuna davet ediyor. Yine en güzel yemekler hazırlanmış bizim için. Bizler yemek yerken imam Ebubekir Hacı Muhammed konuşuyor, Dr. İbrahim tercüme ediyordu. Gelmemizden ve kurban getirmemizden duydukları memnuniyeti ifade ediyor Hacı Muhammed ve bu tür dayanışma örnekliklerinin içeride Müslümanların moralini yüksek tutarken dışarıda özellikle misyonerlerin desteği ile hareket eden Hıristiyan unsurlara karşı bir özgüven vesilesi olduğundan bahsediyor. Diğer yerlerde dinlediğimiz gibi misyonerlik faaliyetlerinin okullar kurarak, büyük ve etkileyici kiliseler inşa ederek Etiyopya toplumunu Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine dikkat çekiliyor. Sorunların aşılabilmesi için uyanık olmaya, bilgi ve tecrübeyi paylaşmaya ve elbette ki dayanışmaya ihtiyaç olduğuna dikkat çeken Hacı Muhammed köydeki davet ve irşad çalışmaları hakkında bilgi veriyor bizlere. Dikkat çekici bir husus okula giden tüm çocuklar okul dışı zamanlarında Kur'an öğrenmek üzere camiye geliyorlar. Kız olsun erkek olsun neredeyse tüm çocuklar Amme cüzünü baştan sona ezbere biliyor, Yasin ve Tebareke'yi gayet fasih bir biçimde okuyorlar. Cemaat namazlarına kadınlar da iştirak ediyor ve cami cemaatin ihtiyacını karşılayamayacak durumda olduğu için avluya sadece bayanlara ait olmak üzere bir mescit inşa edildiğini öğreniyor ve görüyoruz.

Cami avlusundan meydana doğru gelince Muhammed Ali Nadiso yanına aldığı Ramanurgi isimli 10-12 yaşlarındaki bir kız çocuğuyla yanıma geldi. Ramanurgi'nin hafızlık çalıştığını ve benimle beraber Türkiye'ye gelip lise ve üniversite eğitimi almak istediğini söylüyor Nadiso. Ayaküstü biraz sohbet ediyoruz Ramanurgi ile ve ortaokulu bitirince CDA ile irtibata geçmesini, şartların elverdiği oranda Nadiso ile birlikte kendisine yardımcı olacağımızın sözünü veriyoruz.  

Önemli bir husus da kadınlardan az da olsa bir kısmının peçeli olması. Bu durumun nedenini sorduğumuzda bölgeye gelen veya yolda namaz molası veren Arap ailelerin kadın ve kızlarını görenlerin bir kısmı arasında duygusal bir etkilenme olduğundan bahsediyorlar. Ayrıca bölgenin her tarafında devam eden cami ve mescit inşaatlarına Suud başta olmak üzere Körfez ülkelerinden zaman zaman yardımlar geldiğini öğreniyoruz.

Kurban Bayramı'nın ikinci günü akşamı hava kararırken biz tekrar Addis Ababa yolunu tutuyoruz. Bayramın ilk iki gününün yorgunluğu ile başkente doğru yol alıyoruz. Gelirken gördüğümüz manzaraları seyrediyoruz yine. Yol üzerinde bir lokantaya uğruyoruz ve en rahat yiyebildiğimiz yemeklerin siparişini veriyoruz garsona: Domates çorbası ve makarna. Gece yarısını biraz geçe otele vardık ve ertesi gün öğle saatinde buluşmak üzere sözleştik arkadaşlarımızla. Bayramın üçüncü günü ancak kısa bir şehir turu yapabilecek gücü kendimizde bulabiliyoruz. Dördüncü gün ise dönüş hazırlıkları, bazı müze, cami, kilise, üniversite ve çarşı ziyareti ile geçiyor.

Gece yarısına doğru şehrin bir bölümünden geçerken önce konser olduğunu zannettiğimiz geniş bir alan içerisinde toplanan büyük bir kalabalık görüyoruz. Hemen aracımızı durdurup alana doğru yürüyoruz. Gördüğümüz manzara çayırın ortasına kurulmuş bir sahnede güçlü sesi ile kilise ilahileri söyleyen bir kadın sanatçı ve kendisine eşlik eden ayrı ayrı kız ve erkekler korosu. Kadın sanatçının sesi gerçekten çok güçlü ve sesi de oldukça güzel. Sanatçıya önce koro eşlik ediyor sonrasında ise meydanda toplanan binlerce insan. Şarkıyı dansla, müziği şiir ve duayla iç içe geçiren bir tarzın kimi zaman coşkulu kimi zaman hüzünlü ezgilerine binlerce insanı katmayı başaran bir etkinlikle karşı karşıyaydık. Kitle sanatçının uyarısıyla sık sık ayağa kalkıyor, el ele tutuşuyor ve birlikte dua edip âmin diyor. Arkadaşımız Fennan bu tür etkinliklerin haftada üç-dört akşam yapıldığını, kilisenin bilgi ve perspektif kazandırmakla uğraşmayıp daha çok popüler ilahiciler, ezgiciler aracılığıyla kitlesini muhafaza etmeye uğraş verdiğini anlatıyor bizlere. Vokal ayin müzikleri ile ayakta durmaya çalışan bir öğretiye dönüşmüş bu din anlayışı her şeye rağmen Batılı kilise ve teşkilatlardan yardım alarak Etiyopya'nın rengini, siyasetini ve kültürünü etkileme iddiasında.

Krallık, sömürgecilik ve askeri cunta dönemlerini yaşamış Etiyopya'nın geleceği hem Müslümanlar hem de İslam açısından parlak gözüküyor. Kuraklık, çoraklık, fakirlik gibi temel sorunlarla boğuşmakla ve ciddi sorunların altında ezilmekle birlikte Etiyopya belgesel filmlerde gösterildiği gibi açlığa ve kronik yoksulluğa mahkûm bir ülke olarak kalacak gibi gözükmüyor. İslam ve Müslümanlar toplumsal yapıda giderek başat bir rol üstleniyorlar. Üniversitelerde, ticarette, eğitim-öğretimde, tarım ve hayvancılık projeleri geliştirmekte Müslümanlar giderek öne geçiyorlar. Hem siyasal hem de teknik açıdan donanımlı hale gelen Müslümanlar bilgi ve toplumsal alanlarda ciddi tecrübeler ediniyorlar. Gerek yardım faaliyetlerine katılan insanlarla gerekse yardım almaya gelen insanlarla yaptığımız konuşmalarda ciddi bir biçimde Kur'an'a yöneliş izlerini görüyoruz. Muhammed Abduh ve Reşid Rıza'dan Hasan el Benna ve Seyyid Kutub'a kadar, Malcom X'ten Selman el Avde'ye Tefsir-i Kebir ve İbn Hişam'dan Fizilal Kur'an ve Yoldaki İşaretler'e kadar devam eden bir dizi isim ve eser üzerinden konuşabiliyoruz muhataplarımızla. Türbecilik ve tasavvuf kültürüne değil daha çok Kur'an, siyer, hadis ve İbn Teymiyye'nin Tevhid isimli eserine yönelmiş zeki, çalışkan ve pratiğin merkezindeki insanlarla tanışmış olmak ümitlerimi daha bir çoğaltmak için vesile oluyor.

Habeşistan ilk hicret yurdu olarak "köleler ülkesi" anlamına geliyordu. Etiyopya ise İtalyan işgali döneminde ülkeye verilen bir isim olarak "yanık yüzlüler" anlamını taşıyor. Kurban ise "yakınlaşmak" anlamında bir ibadet. Yanık yüzlü, fakir ve muhtaç kardeşlerimize yakınlaşmakla umarım ki Âlemlerin Rabbi'ne yakınlaşmış oluruz. CDA'nın başkanı Muhammed Ali Nadiso arkadaşları ile beraber 1970'li yıllarda ülkeye egemen olan SSCB müttefiki askeri cuntanın baskılarına direnmiş ve yaklaşık 2 bin km'lik yolu yaya olarak kat ederek Sudan'a hicret etmiş bir insan. Nadiso uzun yıllar Sudan'da İslami ilimler öğrenmiş, ileri düzeyde Arapça okumuş. Nadiso ve arkadaşları Etiyopya'daki iktisadi, siyasi, sosyal sorunlara vakıflar. İslam coğrafyasını ve toplumlarını da biliyorlar. İslam'a ve ümmetin kardeşliğine güveniyorlar. Gerek İbrahim Yusuf gerekse Fennan Muhammed ile yaptığımız sohbetlerde hem İslami bilgi ve bilinç düzeylerine hem de Müslüman toplumların yeniden Allah'ın rızasına uygun güvenli ve müreffeh düzeye kavuşabilmesi için sahip oldukları kararlılığa şahit oluyorsunuz.

Etiyopya kurban tecrübesi ile ümmetin bir parçasının durumuna şahit oluyoruz. Sıkıntıları, yokluğu, yoksulluğu görüyoruz ve kardeşlerimizin maruz kaldıkları zulümleri dinliyoruz. Ancak bütün bu ve benzeri zorluklarla boğuşmayı göze almış, sabrı direniş bilen, iyiliği emretmeyi ve kötülükten alıkoymayı hayat tarzı olarak benimsemiş mümin kardeşlerimizle kucaklaşırken de göğsümüz kabarıyor. Eşimden, çocuklarımdan, annemden uzakta bir bayram yaşamanın hüznü içimi kaplamadı değil ama susuzluğun ve yoksulluğun kavurduğu bir coğrafyada yaşayan yanık yüzlü kardeşlerimin içinde, yanı başında olabilmenin sevincini, heyecanını yaşattığı için Rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Etiyopya'dan ayrılırken sıkı sıkı sarılıp helalleştiğimiz Muhammed Ali Nadiso, İbrahim Yusuf, Fennan Muhammed ve şoförümüz Yusuf'a "Allah'a ısmarladık!" diyoruz Addis Ababa havalimanı dış hatlar peronuna doğru ilerlerken.