Mısır yangınları daima rejim değişikliğinin işareti olmuştur. Salahaddin Eyyübi'nin Mısır'da iktidarı devralmasından önce hasım vezirler Şavir ile Dargam arasında kutuplaşma ve kıyasıya rekabet ortamı yaşanmaktadır. Fatimi Halifesi Adit ise çaresizdir. Kahire bu hengamede büyük bir yangın felaketi geçirir ve bu yangın da rejimin sonunun habercisi olur. Keza, 1952'de Hür Subaylar (Türk basının güzide isimleri Hür Subayları bile başka adlar altında yazıyor!) darbesinden önce de Kahire'de büyük bir yangın olur ve Kahire alev topuna döner ve çok geçmeden de 16 yıllık Faruk rejimi devrilir. Mübarek'in sonu da böyle olmuştur. Son yıllarında Mübarek rejiminin gölgesi altında Mısır birçok felaketler dizisi yaşar. Bunlardan birisi de Parlamento'nun iki kanadının da yanması olayıdır. Parlamento'nun iki kanadının da yanması 20 Ağustos 2008 tarihinde gerçekleşiyor ve buna binaen Mübarek rejiminin gidici olduğunu 07.09.2008 tarihli Yeni Asya'daki 'Yangınlar ve rejimler: Mısır örneği' başlıklı yazımızda ortaya koyuyorum. Faruk dönemindeki Kahire yangını gibi Parlamento yangınının üzerinden de bir iki yıl geçmeden Mısır rejimi de yanıyor. Yangınla alakalı olarak iki küsur yıl önce aynen şöyle yazmışız: "Kahire'de sabık yangınlarına benzeyen bir yangın da Mübarek döneminde gerçekleşmiştir. Bu diğerlerinden daha da vahimdir. Zira rejimin avret mahalli, harimi ismeti olan Senato ve Parlamento hem ihmal hem de komplonun bir kurbanı olmuştur. Burada zanlı olan bizzat Mübarek rejimidir. Bu yangınla birlikte rejimin kirli çamaşırlarını bertaraf ettiği ileri sürülmektedir. Bu yangın kesinlikle Mısır rejiminin şeyhuhet yani ihtiyarlık devresine işaret ediyor. Bununla birlikte rejim bu yangınla birlikte istikbalini de yakmış ve karartmıştır. Yangın zamanla siyasî bir kasırgaya da dönüşebilir. Kifaye/Yeter hareketinin yapamadığını yangın yapabilir. Meclis'in iki kanadının birden ve büyük çapta yanmasının izahı yoktur ve Mısır'ın hafızasının yanması olarak değerlendirilmektedir. Ama Başbakan Nazif döneminde yapılan sakarlıklar sonucu Mısır'da trenler yanmış ve gemiler de batmıştır. Koskoca Mısır devleti Meclis yangınını söndürmekte yetersiz kalmıştır. Kifaye'yi bastırmış ama yangını söndürememiştir. Bu ne keşmekeşliktir, inanılır gibi değil. Bu yangın Mısır rejiminin kokuşmuşluğunu ortaya koyuyor. Mübarek rejimi Fatimilerin ve Kral Faruk döneminin sonunu yaşıyor. Tarih yangınlarla birlikte tekerrür ediyor..."
Peki, neden eski yazıma geri döndüm ve hatırlattım? Sebebi, Mısır'daki gelişmeleri anlayamayan ve bunun ötesinde anlama istidadından da yoksun olan birilerinin kendilerine göre çalakalem Mısır'la ilgili yazmaları ve onun ötesinde 'Mısır uzmanlarına' not vermeleri ve derecelendirme şirketleri gibi derecelendirmeleridir! Sözgelimi, Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök ' Mis' gibi değil 'miş' gibi' başlıklı yazısında Mısır uzmanlarının izini sürüyor ve kendisine göre bir tavsiyede de bulunuyor. Mısır'ı Lütfü Akdoğan gibilerin gözlüğünden okumamızı tavsiye ediyor, salık veriyor. Halbuki, Lütfü Akdoğan ununu elemiş ve ipini sermiş birisidir. Arap dünyasını gezmek onu anlamak anlamına da gelmez. Yoksa Arap sokaklarını arşınlayan her Arap'ın geleceği okuması gerekirdi. Bu mesele Ahmet Cevdet Paşa ile Mithat Paşa arasındaki bir tartışmayı hatırlatıyor. Cevdet Paşa, Frenkçe'ye aşina değildir. Mithat Paşa ise Mevlana'nın hikayesindeki gramerci gibi davranır ve Frenkçe bilmeyenin ilmine ve hünerine itibar edilmeyeceğini söyler. O da onu şöyle bir mukabele ile susturur: Bu kadar basit ise Fransa'nın kunduracılarını ithal edelim de bu işin üstesinden gelelim! Daha sonra Abdullah Cevdet meseleyi damızlık ithaline kadar götürmüştür.
Hariçten gazel okuyanlardan işin uzmanlarına da sıra gelmiyor. Fatih Altaylı bula bula Mısır uzmanı diye Lütfü Akdoğan'ı bulmuş. Ertuğrul Özkök de bozacının şahidi şıracı misali bu isme balıklama atlamış. Herhalde Saddam döneminde yaptıkları röportajdan akıllarına gelmiş olmalı. Eski göz ağrıları. Lütfü Akdoğan ise hünerini sergilemiş ve Mısır ile aramızda kapanmaz bir tarihi açık olduğuna temas etmiş. Lütfü Akdoğan'ın menkul sözleri şöyle: "Mısır, Türkiye'ye benzer mi? Benzeyebilir elbette. Ama önce Tanzimat ilan edecekler. Sonra İkinci Meşrutiyet. Sonra gerçek anlamda Cumhuriyet'i kuracaklar. Onun bir noktasında çok partili hayata geçecekler ve onu 60 yıl sürdürecekler. Eh bu 150 yıl alır..." Akdoğan ve müritlerine kestirme tavsiyem şudur: Mısır'ı kısa yoldan öğrenmek istiyorlarsa yazılarımı kaçırmasınlar. Kendimden bahsetmekten hoşlanmam ama sahte kılavuzlar yanlış yönlendiriyor. Mısır mı vakit kaybediyor yoksa bu kılavuzlarla Mısır yazarları mı vakit kaybediyor? Orasını sormayın. Bunlar da Türkiye'nin Mübarek'leri. Etraf Mısır uzmanı kaynıyor. Dili olan konuşuyor. Bazı kesimler ise bizim gibileri yok farz ediyor. Bunun iki nedeni var. Laik kesimlerin İdeolojik olarak bana dudak bükmeleri ile İslami kesimlerin beni fazla şahsiyetli bulmaları nedeniyle hazmedememeleridir. Dik duruşum nedeniyle kendime iki kesim arasında da pek yer bulamıyorum. Gam değil!
MİLLİ GAZETE