‘Yalnızca Senden Yardım Dileriz’

Faruk Beşer yazısında, Fatiha Suresi'ni açıklarken, ‘Yalnızca senden yardım dileriz’ ayetine dikkat çekiyor.

Yeni Şafak / Faruk Beşer

'Sadece senden yardım dileriz’

‘Bütün hamdler âlemlerin rabbi olan Allah’ın hakkıdır’.

‘Rahman, Rahîm olan Allah’ın’.

‘Hesap gününün tek hâkimi olan Allah’ın’.

Hamd, güzel iş yapanın hakkını teslim etme, bu güzellikten dolayı takdir etme ve sanki ne güzel yapmış der gibi övmedir. Bütün güzellikler Allah’tan olduğu için aslında hepsinin övgüsüne layık olan da O’dur. Güzel bir iş yapan birisi övgüyü hak etse de bu güzelliğin kaynağını sürseniz, son halkada yine Allah’ın verdikleriyle ve O’nun yaratmasıyla yapıldığını görürsünüz. Şükür ise, bizzat kendisine yapılan iyiliğe teşekkür etmedir. Teşekkür ve şükür aynı köktendir. O halde hamd sadece Allah’a yapılır, bütün hamdler O’nun hakkıdır, çünkü her güzellik O’ndandır, ama teşekkür herkese yapılabilir. Teşekkürün Allah’a yapılanına şükür, kula yapılanına teşekkür denir.

Rab, besleyip geliştiren demektir. Eğitim anlamındaki terbiye de bu kelimedendir. Terbiye, eğitme becerisine katkıda bulunma demektir. Yani madem ki, besleyip geliştiren, nimet verip büyüten O’dur, o halde hamdin de sadece O’na olması gerekir. ‘el-hamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn’ cümlesi de İslam terbiyesinde besmele ile birlikte her işe başlama ve bitirme edebidir. Müslümanlar işlerine besmele ve hamdele ile başlarlar, bunlarla bitirirler. Bu, sünnet düzeyinde bir edeptir.

Malik, bir şeyin sadece çıplak mülkiyetine sahip olandır, ama Melik maddi ve manevi her şeyine, üzerindeki her türlü tasarrufa sahip olandır. Bu sebeple Ebu Hanife Fatiha’da mâlik yerine, melik kıraatini tercih eder.

Sure buraya kadar hep üçüncü şahıs kalıbıyla yani O şöyledir, böyledir ifadeleriyle gelirken burada birden, ikinci şahsa yani karşısındakine hitap eden onunla konuşan bir kalıba dönüşür. Sanki o ilk cümlelerle Allah’ı öven birisi O’nu görür gibi olur ve artık O değil, sen der.

‘Biz sadece sana ibadet eder, sadece senden medet umarız’.

İbadet, yüce bildiği gücün emrinin hakikat olduğunda tereddüt etmeden ona itaat etme demektir. Kendisine ibadet edilen mabud olur. İnsan farkına varmadan böyle bir kabul gösterdiği kişileri ve güçleri de mabud edinebilir ve bunu yaparsa şirk işlemiş olur. Bu sebeple Fatiha’nın bu cümlesi Kuran’ın da surenin de İslam’ın da, ihlasın da özüdür. Manasının bunca açıklığına rağmen kulunun bu konuda yamulacağını Allah iyi bildiği için onun bunu günde onlarca kez tekrarlamasını ve ahdini hatırlamasını ister.

‘Bizi Sırat-ı Müstakîm’e koy’.

Sırat-ı Müstakîm, dosdoğru yol demektir. Başka ayetlerde Sırat-ı Müstakîm’in, kulluğun sadece Allah’a yapılması olduğu açıkça söylenir. Bu da bir önceki ayeti teyit eder.

Hidayet kelimesi Kuranıkerim’de bağlaçla ya da doğrudan kullanılmasına göre hem hakkı gösterme, hem de insanı fiilen hak olan yola koyma demektir. Dikkat edilirse burada, bize doğru yolu göster değil de, bizi doğru yola koy deriz. Allah’ı bir bilip O’na kulluk etmek hidayette olmanın esasıdır.

Kuranıkerim’de hidayet genellikle bu anlamda kullanılır. İnsanlar da hak olanı gösterebilirler. Hakikati göstermesi anlamında Resulüllah’a da, hatta başkalarına da hidayet etti denebilir. Ama insanı fiilen hak üzere kılan, yani hidayeti yaratan sadece Allah’tır.

Mehdî kelimesi de hidayet’ten gelir. Hidayette olan, ya da kendisi sebebiyle hidayetin bulunduğu kimse demektir. Resulüllah (sa), Raşit Halifelerin her birine bu anlamda mehdiler demiştir. Günümüze kadar böyle mehdiler gelmiştir ve gelecektir. Şia’nın mehdisi ise bizden uzaktır.

Geniş anlamda hidayet, sadece dini konularda değil, dünya işlerinde de doğru ve isabetli olanı bulabilmektir. Bu sebeple bilinçli olarak bu ayetleri okuyan mümin Allah’tan hem din, hem dünya hidayetini istemiş olur.

Hidayet’te yumuşaklıkla ve kibarca bir yol gösterme anlamı vardır. Hediye kelimesi de buradan gelir.

‘Nimet verdiklerinin yoluna… Gazabı hak edenlerin ve haktan sapanların yoluna değil’.

Resulüllah (sa) gazap edilenlere Yahudileri, haktan sapanlara da Hıristiyanları örnek vermiştir. Çünkü Yahudiler Allah’ın bizzat kendisine kafa tutmuş ve İsrail’in (Yakub’un) güreşte Allah’ı, haşa, yendiğini, Allah’ın fakir ve cimri olduğunu söylemişler ve pek çok peygamber öldürmüşlerdir. Bunlar gazabı gerektiren şeylerdir. Hıristiyanlar ise Allah’a saygılı oldukları zannıyla O’nu doğru anlamaktan uzaklaşmış ve Allah’ın çocuk edindiğini, Mesih’in ve Cibril’in de Allah’ın birer parçası olduğunu düşünmüşler ve dalalete düşmüşlerdir.

Görüldüğü gibi Fatiha, Allah’ı doğru tanımayı, hidayetin sadece O’na kulluk etme olduğunu, şirki ve küfrü anlatmakla gerçekten Kuranıkerim’in özetidir.

İslam Düşüncesi Haberleri

Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı
Yaratılış gayesinden uzaklaşan insan huzurlu olamaz!
Öncelikli hedef neden tağuti otoritedir? Ve asabiye gündemleri geri itilmelidir!