Yeni Şafak / Faruk Beşer
Yalan
Yalan hakkın ve sıdkın bilerek zıddını tercih etmektir. Demek ki yalan imanla alakalıdır. Allah Kuranıkerim’de sıkça yerleri ve gökleri ‘hak ile’/ ‘bi’l-hak’ yarattığını söyler. Bu ifadenin her geçtiği yerde meal olarak karşılığını doğru verebilmek çok zordur ama yerine göre şunlardan biri söylenebilir: ‘Bi’l-hak’, yani boş yere değil hakikat olarak, hakkıyla, bihakkın, hakikatin gereği olarak, her zerresiyle anlamlı ve yerli yerinde, gereksiz hiçbir yönü olmaksızın yaratmıştır. Hatta bunun anlamı için Eflatun’u, şüphecileri ve biraz da vahdet-i vücutçuları reddeder şekilde, O’nun yarattığı her şey bir gerçekliktir, hayal değildir de diyebiliriz.
Kısaca yalan hakikatin reddidir, hakkı batıl, batılı hak göstermedir. Bu yönüyle yalan doğrudan Allah ile alakalıdır. O’nun hukukuna tecavüzdür. Bilindiği gibi O’nun bir adı da Hak’tır. Yalan söyleyen yalanı ölçüsünde hakka ters düşmüş ve yalanıyla onun bir parçasını inkâr etmiş olur. Yalan kurulu büyük bir sistemin adeta ayarlarını bozmaktır, kablolarını yanlış yerlere bağlamaktır. Onun için yalan çok büyük fesada sebep olur ve bu yönüyle diğer günahlardan çok farklı bir günahtır. Bu yüzden Resulüllah (sa) ‘müminde doğuştan huy olarak her şey bulunabilir, ama yalan ve hıyanet bulunmaz’ buyurur. Hıyanette güveni suiistimal ve aldatma anlamı olması itibariyle o da yalandır.
Bu bir bakıma da fıtrat her hataya müsaittir ama yalan sonradan öğrenilen, alışılan alıştırılan bir günahtır demek olur. Bunun için yalanla hiç tanışmayan çocuk yalanı asla bilmez. Bunun için Âdem (sa) şeytana inanmış ve onun dediklerine kanmıştır. Çünkü onun söylediklerinin yalan olacağı ihtimalini hiç bilmiyordu, yalanı henüz tanımamıştı. Yani yalan insanın hakikatine dışarıdan gelen şeytani bir müdahaledir. Ama Âdem babamız ve Havva annemiz hangi ağacın meyvesini yemişlerse, bunda o dış dürtünün uyarması etkili olmuş olsa bile onlar onu yerken fıtri bir dürtü ile yemişlerdir. Yalan ise fıtri değildir. Bu ikilemi şeytan ve nefis diye anlayabiliriz. Yani yalan şeytandandır, çünkü onun işi gücü hakkı iptal etmektir. Ama diğer günahlar nefistendir, bunlar da şeytanın yalan vesvesesiyle depreşebilirler.
Yalanın büyüklüğü, dediğimiz gibi öncelikle büyük ilahi sisteme bir müdahale olmasından, sonra buna bağlı olarak hayatta güveni yıkıp kaldırmasından ileri gelir. Yalan sebebiyle pek çok emek boşa gider, yıkılıp yeniden yapılır, zamanda ve eşya da korkunç israflar oluşur. Allah’ın mükemmel yarattığı kâinatta aksamalar, geri gitmeler ve kayıplar olur. Bunu insandan başka hiçbir varlık yapmaz, yapamaz. Bütün bunlar yalan sebebiyle güvenin ortadan kalkmasının sonucudur. Güvenli olsa pek çok şey bir defada ve çok daha kolay bir şekilde yapılabilir. Çok daha az harcama olur. Aile, siyaset ve ekonomi yalan sebebiyle çok şeyler kaybeder. Yalan söyleyen kısa vadede kazandığını zannetse bile uzun erimde kaybeder. Sonuçta kazanan hiç olmaz.
O halde koca bir sistemi bu ölçüde bozmanın cezası da çok büyük olmalıdır.
İlk yalan söyleyen varlık şeytandır. Onun için her yalan söyleyende şeytani bir damar vardır. Yalan insanlardan da en çok münafıkların alametidir. Resulüllah Efendimiz münafığın en temel özelliklerinin yalan söyleme, sözünde durmama ve emanete hıyanet etme olduğunu söyler. Bunların hepsi aslında yalanın versiyonlarıdır. İnsan bunlardan birini yaptığında hemen münafık olmayabilir. Ama bu sızıntı kurutulmazsa sonunda insanı münafık olmaya kadar götürür.
Tıpkı mikrop öldürücüdür denmesi gibi. Böyle olmakla beraber üzerine mikrop bulaşan insan hemen ölmez. Ama bu mikrobun çaresine bakılmazsa çoğalır, bütün vücudu sarar ve sonucu ölüm olur. Yalan da böyledir.
Böyle bir mikroptan korunabilmek için bunun şakasından dahi sakındırılmıştır. ‘Şaka ile dahi olsa yalanı terk etmedikçe gerçek mümin olamazsınız’ buyrulmuştur. ‘Yazıklar olsun o adama ki, insanları güldürmek için yalan söyler. Söylediğinin yalan olduğunu her iki taraf da bilir, ama o sırf onları güldürmek için bunu yapar. Yazıklar olsun ona yazıklar olsun’ (Nesai).