Evet, 4 Şubat 1926 tarihi âlimlerimizden İskilipli Atıf Hoca’nın İstiklal Mahkemeleri eliyle idam sehpasında şehit edilişinin yıl dönümü. Çorum valisi, vekili, rektörü, belediye başkanı ve sivil toplum üyelerinden oluşan ziyaret heyetinin Atıf Hoca’yı kabri başında yâd etmeleri, rahmet dilemeleri tahmin edileceği üzere Kemalist zevatı deyim yerindeyse çıldırttı. Köşe yazarından siyasilere, tarihçi müsveddelerine kadar kemalizmin ateşli savunucuları can hıraş atağa geçtiler. Her yıl tekrar ede geldikleri yalanlarını, iftiralarını sıralayıp inkılâp dersleri seviyesindeki Kemalist tarih hikâyelerini sıralamaya başladılar. Peki, yıl boyunca herkese açık kabir ziyareti şimdi neden bu kadar gürültü koparttı?
Çünkü Atıf Hoca devletin cezalandırdığı bir ‘suçlu’ idi ve bu ‘suçlu’nun yine devletin valisi tarafından ziyaret edilmesi dananın kuyruğunu kopartmaya yetmişti. Bu vesile ile Çorum valisi Mustafa Çiftçi’nin tüm tepkilere, tehditlere rağmen tutarlı duruşunu da tebrik etmek gerekir.
Bu noktada Atıf Hoca ile ilgili iddiaların ardı arkası kesilmemekte, yalanlar üzerine kurulu tarih ve önderlik hikâyelerine gölge düşürülmemesi için dikkat kesilmeye devam edilmekte. Her sene aynı iddialar, iftiralar düzülmekte. İddialarına delil falan getirmelerini beklemiyoruz; yalanın, iftiranın delili olmaz elbette.
Azıcık akıl sağlığı yerinde, düşünme melekeleri esir alınmamış olanlar mevzuyu araştırdığında iddiaların ne kadar tutarsız, mesnetsiz olduğunu ilk bakışta fark edecektir. Ancak kemalizmin hem tarih yazımındaki kurgucu rolünün hem de hegemonik ulus devlet gücünün körpe zihinleri yönlendirmede ne kadar etkin olduğunu da teslim etmek durumundayız. Tıpkı delinin kuyuya taş atıp kırk akıllının bir türlü çıkaramaması gibi bir durumla karşıyayız. Sadece Atıf Hoca konusunda değil, resmi ideolojinin ürettiği tarih anlayışının birçok alt başlıklarında da aynı durum söz konusu. Haliyle bir de deliye Kemalizm gömleğini giydirip kemerlerini gevşetemeyecek derecede sıkınca, zihinleri esir alması, kendine köleler üretmesi kaçınılmaz ne yazık ki.
Bu noktada üzerinde somut örnek olarak durabileceğimiz vakıa ise Cumhuriyet gazetesinden Alev Coşkun’un yazısı, daha doğrusu hezeyanları, iftiraları.
Coşkun yazısına bahse konu ziyaretin amacının ne olduğunu sorarak başlamakta ve İskilipli Atıf Hoca ile ilgili iddialarını maddeler halinde sıralamakta. Özetlediği iki madde ile Atıf Hoca’nın idam edilmesine karar verildiğini savunmakta;
a)Basımı ve dağıtımı yasaklanan “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitabın isyan bölgelerine dağıtılarak halkı isyana teşvik etmek,
b)Milli Mücadele’de başkanlığını yaptığı Teali İslam Cemiyeti’nin hazırladığı bildirilerin Yunan uçakları tarafından Anadolu’da dağıtılması.
İlaveten yazısına “Ankara İstiklal Mahkemesi bu davada Ömer Rıza Doğrul, Hafız Osman, Tahirül Mevlevi gibi din adamlarına beraat kararı verirken İskilipli Atıf’ı “ayaklanma çıkarmak”, “halkı kışkırtmak”, “dini politikaya alet etmek” ve “vatana ihanet etmek”(İngilizlerle işbirliği yapmak) suçlarından idama mahkûm etmiştir” eklemesiyle Atıf Hoca’nın hain olduğunu ve idamın isabetli olduğu sonucuna varmakta.
Atıf Hoca konusunda Kemalist iddiaların toplandığı temel argüman, onun ve temsil ettiği Teali İslam Cemiyeti’nin Yunan uçakları tarafından atıldığı iddia edilen Kuvayi Milliye karşıtı beyannameye imza atması ve mahkemenin de bu suçu cezalandırması şeklinde somutlaşmakta. Ankara İstiklal Mahkemesinin zabıtlarından, savcının iddianamesinden ve hâkimin gerekçeli kararından (Burada İstiklal Mahkemeleri üyelerinin hukukçu kökenli olmadıklarını, Mustafa Kemal dışında kimseye karşı sorumlu olmadıklarını, kararlarının sorgulanmadan derhal uygulanabildiklerini, temyiz ve avukat tutma hakkının olmadığını, delile ihtiyaç hissetmeden vicdanen karar alabildiklerini vurgulayıp parantezi kapatalım) bazı kesitler sunmazdan evvel birkaç soru ile hainlik iddialarının, iftiralarının tutarlılığına göz atalım;
-Atıf Hoca vatan haini idiyse 1920’de cereyan eden beyanname hadisesinden sonra yargılanması için neden 6 yıl beklendi? İddia edildiği üzere vatan hainliğinden suçlu bulunup yargılanmadığı, 150’likler listesinde de yer almadığı(ki şeyhülislam Mustafa Sabri bu listede yer aldı ve sürgüne yollandı) ve savcının iddianamesinde de yer verdiği üzere geçmişte işlenmiş tüm suçların Lozan gereği 1922 Genel Affı ile affolunmasına rağmen hainlik suçlamasında bulunulmayan Atıf Hoca için neden 1926 yılına dek beklendi?
-Öncelikle Atıf Hoca gerçekten vatan haini olsa idi Cumhuriyetin ilanından sonra pekâlâ başka bir ülkeye kaçabilirdi. O ise Laleli’deki evinde ikamet etmekte, kapalı çarşıda kitapçı dükkânını maddi zorluklar içerisinde işletmeye çalışmakta ve kitap neşriyatı ile hemhal olmakta idi. Batılılarla işbirliği yapmış bir adamsa para sıkıntısı çektiği bu süreçte neden Fransız gazetesinde yüksek ücretle yazmayı reddetti?
-Yunan uçaklarından atıldığı iddia edilen beyanname Atıf Hoca’nın başkanlığını, Tahirü’l Mevlevi’nin azalını yaptığı TİC (Teal-i İslam Cemiyeti)e ait değildir. Çünkü TİC toplantısında hükümetin ve şeyhülislam Mustafa Sabri’nin baskılarına rağmen yapılan oylamada karşı çıkmış, TİC’i terk etmek durumunda kalmıştır. Mührü vermediği için uçaklardan atılan beyannamede TiC’in mührü olmadığı gibi Atıf Hoca’nın da imzası yoktur. Tüm bu gelişmelere rağmen Atıf Hoca o gün İttihat ve Terakki kadroları yanlısı Vakit gazetesinin 1034.nüshasında tekzibname yayınlatmış ve ilan için ödediği ücretin belgesini de mahkeme heyetine delil olarak sunmuştur. Üstelik Tahirü’l Mevlevi’nin, Atıf Hoca ile birlikte beyannameye imza atmadığı için Ziraat Nezareti’ndeki görevine de son verilmiştir. Atıf Hoca ile birlikte yargılanan Tahirü’l Mevlevi’ye Ankara 2.İstiklal Mahkemesi beraat kararı verirken Atıf Hoca için neden idam cezasına hükmetmiştir?
-Öncesinde Giresun mahkemesinde yargılanan ve mahkemede şapka isyanları ile ilişkisi olup olmadığı araştırılan Atıf Hoca hakkında vatan hainliği ile ilgili tek soru sorulmamış, beraat kararı verilmiştir. Ancak salıverilmemiş ve devreye Ankara 2. İstiklal Mahkemesi girip bir hafta içerisinde hangi yeni hukuki delillerle idamına karar vermiştir?
-İddia edildiğinin aksine Yunan işgalini ilk kınayan ve İngilizlerin de içinde bulunduğu itilaf güçlerinin bulunduğu binaya giderek kınama bildirisini okuyan cemiyet, Atıf Hoca’nın başkanı olduğu cemiyettir: “Kötü politikalar yüzünden zebun düşmüş bir milletin zaafını istismar etmek hiçbir din ve insaf ölçülerine sığmaz. Gayeniz milletimizin şahsında İslam’a darbe vurmaksa bunu açıklayın, ona göre başımızın çaresine bakalım!”
-Mahkeme savcısı Necip Ali, Atıf Hoca için 3 ila 15 yıl arasında ceza talep ederken hâkim Kel Ali’nin idam kararı vermesi hangi hukuk literatüründe mevcuttur?
Doğrusu bu sorulara ne Coşkun’un ne de Kemalist tarih kutsayıcılarının verecekleri cevapları merak etmiyoruz, ancak elimizden çaldıkları âlimlerimiz, dedelerimiz hakkındaki iftiralarını, yalanlarını ifşa ederek inşa ettikleri vesayete karşı zihinleri uyarabilmeyi borç biliyoruz.
Vatan hainliği, İngilizlerle işbirliği, Yunan uçakları ile atılan beyannamelerle alakası olduğu, Mahmut Şevket Paşa suikastında işlevi olduğu iddialarının tamamı İskilipli Atıf Hoca’nın yargılandığı davada aleyhine delil olarak değil, bilakis iddianamenin dolgu malzemesi olarak zikredilmiş ve kullanılmıştır. Asıl sorun Atıf Hoca’nın İslami kimliği ve çabalarının, yeni ulus toplumu şekillendirecek Kemalist inkılâpların önünde engel olarak görülmesidir. Zaten 2.dönem İstiklal Mahkemelerinin öncelikli işlevi muhalif olabilecek tüm kesimlerin tasfiye edilmesiydi, bu amaca ulaşıldığı düşünüldüğünde de bizzat Mustafa Kemal’in Kel Ali’ye verdiği talimatla bir gecede mahkemelerin görevi sona ermiştir.
İstiklal Mahkemelerinde; zan, ihtimal, vicdanın sesi, hepsi var ama delil yok!
Öncelikle Giresun Mahkemesince şapka isyanları ile ilişkisi bulunmadığı, dolayısıyla beraatına karar verilen ancak salıverilmeyip Ankara2. İstiklal Mahkemesinin 2 Şubat 1926 tarihli ilk celse zabıtlarındaki Atıf Hoca ile ilgili iddianameye göz atalım:
“…Rizeli asileri tahrik etmek suçuyla yakalanmış kişilerin evleri arandığı zaman, Hoca Atıf Efendi’nin Şapka ve Frenk Mukallitliği adındaki kitabı ortaya çıkarılmıştır…” AİMZ s.272
“…gerçekten o bilinen ve meşhur kitabını 1924’te yazdığını ve Maarif Vekâleti (Bugünkü MEB)’nin özel izniyle neşrolunduğunu iddia etmektedir. Yaptığımız araştırmalara göre bu beyanı doğrudur. Ancak Rize’deki mahkeme heyetiniz tarafından yapılan tahkikata göre, oradaki kitapçıya iki defa kitap gelmiştir. Kitabın bu ikinci defa gönderilmesinin Rize irtica hadisesinde büyük bir etkisinin olduğunu, vicdanen kabul etmekteyim…” AİMZ s.275-276
Yani mahkeme heyeti ısrarla kitabın ikinci defa basıldığını ve dağıtıldığını iddia etmekte, Atıf Hoca ise kaç adet basıldığını, kimlere gönderildiğini beyan etmiş, bu vesile ile uzun süren yüzleştirmelerle kendisini savunmuştu. Kitabı basan Ermeni matbaacı Mihran Efendi de sorgulanmış ve basılı nüshalar Atıf Hoca’ya polis müdüriyetinin makbuzu karşılığında teslim edilmişti.
Savcı devam etmekte;
“Pek muhtemeldir ki; Hoca Atıf Efendi, son zamanda şapka meselesi ortaya çıktığı zaman derhal piyasaya kitap çıkarmış ve satmış olmasına kuvvetle ihtimal vermekteyim…”
Dikkat edilirse iddianamede iki husus ön plana çıkmaktadır. Birincisi kitabın isyan bölgesinde elden ele dolaşımının Atıf Hoca’nın bilgisi dâhilinde olduğunun zanna dayalı çabası ve Atıf Hoca’nın bu amaçla kitabı yeniden bastırdığı zannı.
Atıf Hoca kitabın tekrar basımın söz konusu olmadığını ispata etmeye çalışıyor mahkeme heyeti ise ikna olmamak için direniyordu. Tüm bu diyaloglar yargılamaların asıl sebebinin geçmişte yaşandığı iddia edilen hadiseler değil, Frenk Mukallitliği ve Şapka risalesinin kendisini olduğunu açıkça ortaya koymakta. Ancak kuzuyu yemeyi kafasına koymuş kurt misali savcı da Atıf Hoca’nın siyasi geçmişini kurcalayarak vicdani kanaate dolgu malzemeleri oluşturmaya çalışmakta:
“Esasen Hoca Atıf Efendi ta Meşrutiyetten bugüne kadar, memlekette ortaya çıkan inkılab hadiselerinin ve yenilik hareketlerinin amansız düşmanıdır. Meşrutiyetin ilanından sonra ‘Beyanu’l Hak adıyla bir gazete çıkartmışlardır. Bu gazete, memlekette karanlık ruh ve zihniyetin hâkim olması düşüncesini yaymak vazifesiyle mükellef idi…” Demek istenen şu: Bu öyle bir adamdır ki, geçmişte bunları yapmışsa, bugünkü olaylar ilgili bizde kanaat oluşturan hususlarda mutlak dahli vardır!
“…Mahmut Şevket Paşa’nın katledilmesi hadisesi dolayısıyla Sinop’a sürülmüştür. …Teal-i İslam Cemiyeti’nin reisliğine seçilmiştir…(Kendisi)cemiyetin bazı hizmetlerinden bahsediyor. Cemiyetin ortada bir hizmeti varsa; o da maalesef Yunan tayyareleriyle, düşmana karşı muharebe etmekte olan Türk yavrularının fikir ve zihniyetlerini zehirlemek için propaganda beyannameleri atmaktır…”
Ardından her ne kadar bir siyasi geçmiş kronolojisi sunulmuş olsa da bunların hukuki bir değerinin olmadığını da dile getirmektedir:
“…Şüphesiz bütün bunlar maziye karışmış şeyler. Hepsi milletin yüce vicdanında affa mazhar olmuş şeylerdir. Yalnız Atıf Hoca Efendi’nin şahsiyetini gözler önüne sermek bakımından çok kıymetli ve çok mühimdir…” AİMZ s.275
Savcının dile getirdiği milletin yüce affından önce zaten Lozan Antlaşması gereği 1922 Genel Affı ile 1914-1922 arası suçlar affedilmek zorunda kalınmıştır. Bu konudaki tek istisna 150’liklerdir. Dolayısıyla Atıf Hoca’nın geçmişteki cürümler üzerinden Kemalist zevatın iddia ettikleri gibi yargılanabilmesi imkânı zaten yoktur. Daha önemlisi bu af meselesi yargılanıp hüküm giymişlerle alakalıdır. Atıf Hoca’nın ise ne 1914’ten sonra ne de mütareke döneminde suçlanıp yargılanması söz konusu olmamıştır. Bugünlerde onun yargılanmasını ve idamını altı yıl önce atılan bildiriyle irtibatlandırmaya çalışarak mahkeme heyetinin hukuksuzluğuna kılıf arayanlara da bir cevap mahiyetindedir.
Görüldüğü üzere mahkeme iddianamesi bütün bunlar olmuşsa bile hukuki bir değerinin olmadığını ama hakkında kanaat oluşturmak için kuvvetli ‘karineler’ hükmünde olduğuna kanaat! getirmiş, 3 Şubat 1926 tarihli 2.celsede de bu görüşlerine daha bir açıklık getirmiştir:
“…Teal-i İslam Cemiyetinden bahsederken, Hoca Efendinin TİC mensubu olduğu ve suça iştirak ettiğini tespit ettiğim için kendisine hücum etmiş bir vaziyette değilim...Maznunun şahsını ve suçluluğunu aydınlatabilme gayretiyle TİC’den bahsetmişimdir. Yoksa TİC’de yapmış olduğu işlerden kendini sorumlu kabul etmek maksadı güdülmemiştir. Esasen TİC’de kendisi suçların en büyüğünü yapmış olsa dahi iddianamemde de arzettiğim gibi bunlar affedilmiş şeylerdir. Ve kanunen yeniden ceza takibatı yapmak hakkını kaybetmiş şeylerdir…” AİMZ s.280
İddia makamı şunları da dile getirmekte:
“…kitapları incelendiği takdirde görülecektir ki, inkılab ruhuyla, bugünün ruhuyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin ruhuyla hiçbir zaman bağdaştırılması mümkün değildir. Bunlar Cumhuriyet Türkiyesi’ne suikasddan başka bir şey olamaz…”
“…Kendisinin modern bir yaşamla bağdaştırılabilecek bir durumda bulunup bulunmadığını ve kitap hakkındaki iddialarının takdirini de yüce mahkememizin takdirine havale ederim…”
“…Hoca Atıf Efendi’nin Rize’deki hadise ile neşr ettiği eser arasında bir bağlantı bulunduğuna dair tam bir vicdani kanaat sahibiyim” diyerek savcı 3 ila 15 yıl arasına tekabül eden bir cezayı talep eder.
Gerekçeli Karar ve Değerlendirme
3 Şubat 1926 tarihli Ankara İstiklal Mahkemesinin Atıf Hoca hakkında oy birliği ile aldığı karar ve gerekçeleri şunlardır:
“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyetinin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından…ihbar edildiği, adı geçen vekaletin … numaralı emirleri ile mezkur risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu halde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyanın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakeme ile maznunlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek suretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksası Hakkındaki Kanunu’n kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği, çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vasıtası olduğu”
Gerekçeli kararın ana kısmı risalenin yeniden basımı, Atfı Hoca’nın isyan ile ilgisi ve risalenin isyan eden halk üzerindeki etkileri üzerinedir. İskilipli Atıf Hoca’yı idam etmeye karar veren mahkeme heyeti için kararın kalan kısmı ise dolgu malzemesi niteliğindedir:
“…ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibariyle 31 Mart irtica hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka milli mücadelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teal-i İslam Cemiyeti adına düzenlediği beyannameleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklali ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete daimi bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hadisesi ile maddeten ve manen alakadar bulunduğu birçok delil ile anlaşıldığı ve ortaya çıktığı…Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamamen veya kısmen tağyir…veya ifa-yı vazifeden menine cebren teşebbüs edenler idam olunur diyen muharrer fıkrası mucibince İskilipli Atıf Hoca’nın salben idamına.”
Vurguladığımız üzere mahkeme kararının tamamı şapka risalesinin daha yazıldığı andan itibaren amaçladığı iddia edilen hedefleri, dağıtımı, etkileri üzerine oturtulmuş ve geçmiş olaylar ise dolgu malzemesi hükmündedir. İskilipli’nin İslami şahsiyeti ve kimliği, Cumhuriyetin terakki politikalarının önünde bir engel olarak görülmüştür. Atıf Hoca’nın mahkeme heyetine sunduğu Vakit gazetesinin 1034. sayısında yayınlanan tekzibname belgesi ise dikkat alınmaya gerek dahi duyulmamıştır.
Hülasa sürekli olarak Atıf Hoca’ya beyanname mevzusu üzerinden vatan hainliği yaftasını vurmaya çalışanlar; mahkemenin hem iddianamede hem de gerekçeli kararında dolgu malzemesi olarak kullandığı ve geçmişte sorumlu tutulduğu/ suçlandığı hadiseleri üzerinden iddialarını temellendirmeye çalışmaktalar. Böylelikle hiçbir hukukilik kaygısı taşımayan İstiklal Mahkemelerinin doğrudan kimden talimat aldığını, Mustafa Kemal’a muhalif solcu, gazeteci yahut İttihat ve Terakki kadrolarının tasfiye edilip tek adam diktatoryasının inşası için nasıl kullanıldığını örtmek gayesindeler.