Giriş:
Bu yazımızda Kur’an kıssalarından biri olan Yakub peygamber kıssasının mufassallaştırımasında Anakronizm olgusu üzerinde duracağız.
Anakronizm kelime veya kavramının tanımı şöyle yapılmaktadır: “Fransızca'dan (anachronisme) gelen Anakronizm, tarihi olay ya da olguların içerisinde geçtiği zaman ile olay ya da olguda yer alan nesne ya da özelliklerin birbiriyle uyumsuzluğudur.”1
Anakronizm bilinçsiz ya da diğer bir deyişle kasıtsız yapılabileceği gibi kasıtlı ya da bilinçli olarak yapılabilir. Bizim vereceğimiz örnek vakıada, bilinçsiz ya da kasıtsız olarak bir Anakronizm yapıldığı kanaatindeyiz.
Yakub peygamber kıssası anlatımındaki bu Anakronizm olgusu örneğimiz; Özgün Duruş gazetesinin, 21–27 Mart 2011 tarihli, 80. sayısının “Çocuklar için hikâyeler” köşesinde yer alan, Hülya Aktaş’a ait “Yakup peygamber” yazısıdır.
Mezkûr yazı, Kur’an kıssalarının anlaşılmasında ortaya çıkan yanlış metodu ve Kur’an kıssalarının tarihselliğinin Anakronizm yoluna giderilerek “hikayeleştirilme”sini göstermesi bakımından iyi bir Örnek! teşkil etmektedir.
Yazar, çocuklara yönelik hazırladığı bu yazısında; Kur’an kıssalarının anlaşılmasında gerekli olan mufassallaştırma metodunun uygulamasında hatalı davranarak, Yakub peygamberin yaşamındaki tarihsel olgularda Anakronizm yaparak, olayların asliyetini değiştirerek, kıssanın özgün ya da diğer bir deyişle tarihsel yapısında tahrifatlar meydana getirmektedir.
Dolayısıyla bu yazımızda, kasıtlı olmadığına inandığımız bu olumsuz olguyu -Yakub peygamber kıssasında Anakronizm-; okuyucularımız nezdinde Kur’an kıssalarının mufassallaşması metodolojisinde yanlış uygulamalara olumsuzluk örnekliği olması isteğiyle, detaylı olarak inceleyeceğiz.
Bu amaçla öncelikle Kur’an kıssalarının mufassallaşması metodu üzerinde durarak, Yakub peygamberin, Tevrat ve İncil kitaplarında anlatılan tarihsel anlatımlarını da baz alarak, yazar Hülya Aktaş’ın söz konusu yazısındaki “Anakronik”, yanlışlar üzerinde duracağız.
1-Kur’an kıssalarının mufassallaştırılması metodolojisi:
Bilindiği gibi Kur’an kıssaları Kur’an’da mücmel (kısa/öz) olarak beyan edilmişlerdir. Bunun ana nedeni Kur’an’da beyan edilen kıssaların, kendinden önce inen Tevrat ve İncil kitaplarında da anlatılmasıdır.
Cenabı Hakk, Kur’an’da beyan ettiği kıssaları, yeni bir vakıa olarak anlatmamıştır. O’nun amacı; geçmiş kutsal kitaplarda bildirdiği ancak süreç içerisinde bu kitaplarda meydana gelen tahrifler neticesi ortaya çıkan kıssa anlatımlarındaki tevhidi sapma ve hidayete yönelik boşlukları, ana mecrasına yani orjinal haline yeniden irca etmektir. “Kur’an’ın muhtevasının tamamının Araplar için yeni şeyler olduğunu kabul etmemiz kolay ve hatta mümkün değildir. İş öyle olsaydı, insanlar onu anlamaz ve idrak edemez; kimileri iman kimileri de muhalefet ve mücadele yolunu tercih etmiş olamazlar. Kur’an’ın üslubu yenidir, seslendirdiği mesajı yenidir…”2
Yani cenabı Hakk, yeni gönderdiği vahiy (Kur’an) ve bunun muhteviyatı içerisindeki kıssalar ile Arap toplumunda (Yahudi-Hıristiyan-Müşrik) hiç bilinmeyen yepyeni vakıalar/kıssalar anlatmamaktadır. Onların Tevrat, İncil ve bunlara dayanan binlerce yıllık rivayetler neticesi oluşan adına mitoloji/esatir/efsane de denilebilecek, kültürel bilgilerinde var olan muharref olguyu, tevhidi istikamette tashih ederek, hidayete yönelik kısa ve vurucu anlatımlardan oluşan Kur’an kıssalarını vazetmiştir.
Dolayısıyla Allah, Kur’an’daki, çoğunluğu geçmiş kitaplarda yer alan kıssaları bildirirken bu kıssaların; Tevrat, İncil ve Müşrik toplum arka planında mevcut olan mufassal açıklamalarını bildirmemiştir.
Mesela Hz. İbrahim’in doğup büyüdüğü ve resullük ettiği coğrafyalardan sadece Mekke, Kur’an’da ihsas edilmiş diğerleri üzerinde durulmamıştır. “Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkâr ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!”3
Peki, Allah, neden, Hz. İbrahim’in kısa bir dönem ikamet ettiği ve onun inşa ettiği Kâbe’nin bulunduğu Mekke şehrini bildirmiştir de İbrahim’in(a.s) diğer yaşadığı veya resullük ettiği coğrafyaları bildirmemiştir?
Çünkü bu gibi konularda mufassal malumat geçmiş kitaplarda –Tevrat ve İncil- bulunmaktadır. Bakınız Hz. İbrahim’in yaşadığı coğrafyalar, kronolojik ve biyografik olarak Tevrat’ta nasıl bildirilmektedir.
Hz. İbrahim ve diğer aile efradının doğup büyüdükleri ilk coğrafya Tevrat’ta şu şekilde beyan edilmektedir: “Terah, oğlu Avram'ı(İbrahim), Haran'ın oğlu olan torunu Lut'u ve Avram'ın karısı olan gelini Saray'ı(Sara) yanına aldı. Kenan ülkesine gitmek üzere Kildaniler'in kenti Ur'dan ayrıldılar. Harran'a gidip oraya yerleştiler.”4
Harran’dan sonraki hicret ettikleri yerler hakkında şu bilgiler verilmektedir: “Karısı () Saray'ı, yeğeni Lut'u, Harran'da kazandıkları malları, edindikleri uşakları yanına alıp Kenan ülkesine doğru yola çıktı. Oraya vardılar.”5 “Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram(İbrahim) geçici bir süre için Mısır'a gitti.”6 “Avram(İbrahim), karısı ve sahip olduğu her şeyle birlikte Mısır'dan ayrılıp Negev'e doğru gitti. Lut da onunla birlikteydi.”7
“Avram çadırını söktü, gidip Hevron'daki(Bugünkü Filistin’de El- Halil şehri) Mamre meşeliğine yerleşti. Orada RAB'be bir sunak yaptı.”8
Hz. İbrahim’e Cenabı Hakk’ın verdiği Mukaddes topraklar (Arz-ı Mev’ud) coğrafyası ise şöyle tanımlanmaktadır: “O gün RAB Avram'la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: "Mısır Irmağı'ndan büyük Fırat Irmağı'na kadar uzanan bu toprakları, Kenliler'in, Kenizliler'in, Kadmonlular'ın, Hititler'in, Perizliler'in, Refalılar'ın, Amorlular'ın, Kenanlılar'ın, Girgaşlılar'ın, Yevuslular'ın topraklarını senin soyuna vereceğim."9
Kur’an’da da anlatılan Meleklerin Hz. İbrahim ve karısı Sara’yı ziyaret ettikleri mevki ise şöyle belirtilmektedir: “İbrahim günün sıcak saatlerinde Mamre meşeliğindeki çadırının önünde otururken, RAB kendisine göründü.”10
Binaenaleyh Tevrat’ta yer alan İbrahim kıssasındaki bu coğrafyalar ve isimleri, Kur’an’da bildirilmemiştir. Ancak İbrahim kıssası ile ilintili Tevrat’ta belirtilen bu coğrafyalarda geçen çoğu konular Kur’an’da da benzer şekilde anlatılmaktadır. Bu olgu bize Kur’an’ın, Tevrat’ta verilen İbrahim(a.s) coğrafyalarını tasdiklediğini izhar eder.
Kur’an, zımnen tasdik ettiği tarihsel hususlardaki ayrıntılar –coğrafya, kronoloji, biyografi) hakkında, detaylı (mufassal) malumata yer vermemektedir. Çünkü bu hususlarda Tevrat veya İncil’deki argümanları –tarihsel- reddetmemektedir. Ancak Tevrat’ta bulunmayan Mekke coğrafyasını beyan etmekte böylece daha evvel anlatmadığı veya anlatılan bu kısmın muharref hale getirildiği kıssanın bu bölümünü tashih etmek amacını taşımaktadır.
Hz. İsmail’in resullüğü ve Allah’ın evi Kâbe’nin ilk inşasını bildiren bu ayetler hem İsmail(a.s) ve Kâbe’nin geçmişinin doğrusunu ve amacını ortaya koymakta hem de Yahudi ve Hıristiyan toplumundaki İsmail’e(a.s) ve onun nesline (Araplar) karşı Yahudilerce geliştirilen tevhid dışı anlayışı gidermektedir. Hz. İsmail’i küçümseyen ve ona hakaret eden muharref Tevrat ifadesi şöyledir: “Oğlun yaban eşeğine benzer bir adam olacak, O herkese, herkes de ona karşı çıkacak. Kardeşlerinin hepsiyle çekişme içinde yaşayacak."11
Kur’an’daki İbrahim ve İsmail kıssalarının bir bölümü de Hz. İsmail’in yapımında bulunduğu Kâbe ve oradaki resullüğüne dair Yahudilerdeki tevhid dışı Tevrat ifade ve diğer İsrailoğulları kabul ve rivayetlerini; Tevhid ve hidayet edicilik vasfı doğrultusunda tashih ederek, Hz. Muhammed ile geçmiş resuller arasındaki vahyi veya kitabi ayniyetin altını çizmektedir.
Ezcümle Kur’an’da beyan edilen kıssalarda yer almayan mufassal malumatın, Tevrat ve İncil’de yer alan kıssalardaki malumat ile özdeşleştirilerek, Kur’an kıssalarının mufassallaştırılması; Kur’an kıssalarının doğru anlaşılmasında en uygun yöntem olacaktır.
Gelelim bu anlattığımız olgu ile Kur’an kıssalarının “hikayeleştirilme”si olgusu arasında ilgi kurmaya. Sayın yazar Hülya Aktaş, “Yakup peygamber” başlıklı Hz. Yakub’un hayatını anlattığı yazısı ile Hz. Yakub, onun yaşadığı dönem ve olaylarının tarihselliğini değiştirerek, adeta yeni ve modern bir kıssa oluşturmuştur. Hadi buna kavramsal bir ifadede bulalım “Anakronizm”.
Yani, Sayın Hülya Aktaş; Hz. Yakub’u, yaşadığı zamandan alarak modern zamana getirmiş; bunun yanı sıra Hz. Yakub’un yaşadığı tarihsel olayları ve kronolojisini değiştirmiştir. velhasılı Sayın Yazar “Anakronizm” yapmıştır.
Bu söylediklerimizi Hülya Aktaş’ın mezkûr hikâyesi/yazısından örneklendirelim. “Dayısı Leban’ın kızı büyümüş ve genç kız olmuştu. O’nu Yakup’la evlendirmişlerdi. Yakup artık yalnız değildi. Güzel eşiyle birlikte kendi evlerinde yaşıyorlardı. Yakup bunun Rabb’inin bir lütfu olduğunu düşünüyordu. Leyya her yıl bir oğlan çocuğu dünyaya getiriyordu. Bu şekilde tam on erkek çocukları olmuştu.” Sayın yazar, bu cümlesi içerisindeki anlatımla Hz. Yakub’un evlilik hayatına dair tarihsel olgularda tahrifat yapmaktadır. Dolayısıyla Yakub kıssası tarihselliğini açıkça ihlal etmektedir.
Hz. Yakub’un evlendiği ilk hanımı, dayısının büyük kızıdır ve adı Lea’dır. Bu tarihsel bilgiyi nereden ediniyoruz veya edinmek zorundayız? Tevrat’tan…. Neden? Çünkü Hz. Yaku hakkında ilk dini ve tarihsel kaynak Tevrat’tır ondan. " (Leban)Lavan'ın iki kızı vardı. Büyüğünün adı Lea(Leya/Leyya), küçüğünün adı (Rahil)Rahel'di…”12
Kur’an’ın nuzülünden sonra onun kıssalarını mufassallaştırmak isteyen Müslüman müfessir veya siyer âlimleri; Tevrat’ta yer alan kıssalardaki İbranice isimleri “Arapçalaştırarak” eserlerine almışlardır.13 Bu yüzden Sayın Aktaş’ta, Hz. Yakub’un ilk karısının adını bu tefsir veya siyer külliyatından alarak yazısında kullanmaktadır.
Ancak altını çizmek istediğimiz önemli bir hususa dikkat çekelim. Sayın Aktaş’ta kadim gelenek gibi Kur’an-ı Kerim’in Yakub kıssasını, Tevrat’ın tarihsel verileri ile mufassallaştırmaktadır. O halde Kur’an kıssası ile Tevrat kıssası arasında tevhidi dengeyi gözeterek yazısını hikâyeleştirmesi! gerekirken, her ne hikmetse kıssanın tarihselliğinden veya aslından sapmalara uğramaktadır.
2-Yakub kıssasının kaynakları:
Şimdi bu anlatılanların tarihselliğinin sağlamasını yapalım. Hz. Yakub ve hayatı ile ilgili ilk kaynak Tevrat’tır. Bundan sonra Tevrat paralelinde anlatımları olan ikinci kaynak İncil ve üçüncü kaynak Kur’an’dır. Bir dördüncü kaynak ise –tabi üçüncü ve dördüncü kaynaklar sadece Müslümanlar açısındandır, Yahudi ve Hıristiyanlar buna katılmazlar- bu üç –ilahî- kaynağın anlatımlarını mezceden ve olayları Arapçalaştırarak! –isimler, yer adları v.s gibi- biraz da kıssayı, İsrailiyat denen olumsuz dolgu unsurlarla daha da mufassal hale getiren İslam tefsir ve Siyer kaynaklarıdır.
Gerek Kur’an’ın Yakub kıssası gerekse İslam Tefsir ve Siyer kaynaklarının anlatımları, Tevrat’ta beyan edilen tarihsel anlatımlar üzerine bina edilmiştir. Yukarıda Hz. İbrahim örneğinde verdiğimiz gibi Hz. Yakub kıssası ile ilgili olarak Kur’an, Tevrat anlatımlarını baz almış buna binaen Yakub(a.s) kıssasını mücmel ve parçalı(fragman/bülümler) halinde beyan etmiştir.
Kıssası, Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra Tevrat’ta da anlatılan Yakub peygamberin ve oğullarının hayatı hakkında dini ve tarihi, ilk kaynak olan Tevrat’ta; biyografik, tarihsel ve coğrafik bilgilerin oldukça yoğun işlendiği müşahede edilmektedir.
Muharref Tevrat'taki Yakup kıssası, Hz. Yakub ve oğullarını etnik bir temele oturtturarak daha sonraki süreç içerisinde yapısallaşacak olan ırkçı yaklaşımın ürünü etnik-dini “İsrailoğulları” temasının alt yapısını oluşturmuştur. Veya bir başka ifadeyle; ırkçı yaklaşımın ürünü etnik-dini, tevhid açısından olumsuzluk arz eden “İsrailoğulları” anlayışı, Tevrat metinlerinde yapılan tahrifatla gerçekleşmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de beyan edilen Yakup(a.s) ve Yusuf(a.s) kıssasında ise Yakub peygamberin yaşamından mücmel/öz olarak ve Tevrat'ta yer alan etnik olumsuzluklar temel alınmadan sadece inanç perspektifinde açıklamalara ve mesajlara dayanan ayetlerin yer aldığı görülmektedir.14
Kur’an, İsrailoğulları’nın ilk nesli olan Yakub’un çocuklarından bahsederken onlar hakkında biyografik ya da etnik bilgi beyan etme amacında değildir. Bunu şu Kur’an ayeti ile örneklendirelim: “…(Yakub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.”15
Bu ayetle Kur’an’ın maksadı, Yakub’un(a.s) ataları hakkında biyografik bilgi vermek ya da İsrailoğulları etnisitesini kutsamak! Değil; Yakub ve oğullarının akidevi niteliğini tespit ederek bu olguyu kıssa okuyucu ve dinleyicilerinin gözleri önüne sermektedir. Böylece muhataplardan da onların bu akidevi vasıflarından ders almalarını istemektedir.
Yine Kur’an, Yakub peygamber kıssasından mücmel olarak bahsederken onun hayatına dair detay malumat için referans alınabilecek kaynağın Tevrat olduğunu ihsas etmektedir. Bunu Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Muhammed dönemi Yahudilerine uyarıda bulunurken, Tevrat’a yaptığı atıftan çıkarabilmekteyiz. “Tevrat'ın indirilmesinden önce, İsrail'in (Ya'kub'un) kendisine haram kıldıkları dışında, yiyeceğin her türlüsü İsrailoğullarına helâl idi. De ki: Eğer doğru sözlü iseniz o zaman Tevrat'ı getirip onu okuyun.”16
3-Hz. Yakub’un evliliği, hanımları ve çocukları:
Dolayısıyla Yakub ve oğulları kıssasının mufassallaştırılmasında bir metot olarak Tevrat’a başvurulabileceğimiz anlaşılmaktadır. Kadim tefsir ve Siyer geleneğinin yaptığı gibi Tevrat verileri ile Kur’an’ın Yakup kıssasını mufassallaştıran Hülya aktaş, olumlu sayılabilecek bu metodunu alakası olmayan başka bir anlatımla değiştirmekte dolayısıyla Yakup kıssasını hikâyeleştirmektedir. Hem de hikayeye modern bir tarz vererek…. “Dayısı Leban’ın kızı büyümüş ve genç kız olmuştu. O’nu Yakup’la evlendirmişlerdi. Yakup artık yalnız değildi. Güzel eşiyle birlikte kendi evlerinde yaşıyorlardı. Yakup bunun Rabb’inin bir lütfu olduğunu düşünüyordu. Leyya her yıl bir oğlan çocuğu dünyaya getiriyordu. Bu şekilde tam on erkek çocukları olmuştu.”
Hülya hanımın hikâyeleştirdiği Yakub kıssasının bu bölümün tarihsel gelişimi ise Tevrat’ta şöyle aktarılmaktadır. “Lavan(Leban), "Akrabamsın diye benim için bedava mı çalışacaksın?" dedi, "Söyle, ne kadar ücret istiyorsun?" Lavan'ın iki kızı vardı. Büyüğünün adı Lea(Leyya), küçüğünün adı (Rahil)Rahel'di. Lea'nın gözleri alımlıydı, Rahel ise boyu bosu yerinde, güzel bir kızdı. Yakup Rahel'e âşıktı. Lavan'a, "Küçük kızın Rahel için sana yedi yıl hizmet ederim" dedi. Lavan, "Onu sana vermek başkasına vermekten daha iyidir" dedi, "Yanımda kal." Yakup Rahel için yedi yıl çalıştı. Rahel'i sevdiği için, yedi yıl ona birkaç gün gibi geldi. Lavan'a, "Zaman doldu, kızını ver, evleneyim" dedi……Sabah olunca, Yakup bir de baktı ki, yanındaki Lea! Lavan'a, "Nedir bana bu yaptığın?" dedi, "Ben Rahel için yanında çalışmadım mı? Niçin beni aldattın?" Lavan, "Bizim buralarda adettir. Büyük kız dururken küçük kız evlendirilmez" dedi, "Bu bir haftayı tamamla, Rahel'i de sana veririz. Yalnız ona karşılık yedi yıl daha yanımda çalışacaksın." Yakup kabul etti. Lea'yla bir hafta geçirdi. Sonra Lavan kızı Rahel'i de ona verdi.”17
Tevrat’taki bu kronolojik anlatıma göre Yakub’un(a.s) ilk evlendiği eşi dayısının büyük kızı Lea/Leyya’dır. Onun üstüne evlendiği ikinci eşi ise yine dayısının kızı ve ilk eşinin küçük kardeşi olan Rahel’dir. Taberi bunu şöyle aktarır: “Leban’ın büyüğü Leyya, küçüğü Rahil adında iki kızı vardı.”18
Yani Yakub peygamber iki eşlidir. Bununla birlikte Hülya hanımın anlatmadığı diğer eşleri de vardır. “Rahel cariyesi Bilha'yı eş olarak kocasına verdi.”19 “Lea artık doğum yapamadığını görünce, cariyesi Zilpa'yı Yakup'a eş olarak verdi.”20 “Hz. Yakub’un, cariye hanımları hakkında Taberi şunları kaydeder: “Bu iki cariyenin her birinden Sıbt’ler… türedi….Rahil’in (Rahel) cariyesi olan Zelfe’den(Zilpa), Yakub’un, Dan ve Naftali adında iki çocuğu olmuştur…Leyya’da(Lea)..Belhayı yakub’a vermiş ve ondan çocuğu olmasını dilemişti. Yakub’un bu cariyeden Cad(Gad) ve Aşır(Aşer) adlı oğulları doğdu.”21 Taberi bu konuda şunları kaydetmektedir: “Leban(Laban/Lavan) bu iki kızını yetiştirerek Yakub ile evlendirirken onlara birer cariyede bağışlamıştı. Kızlar bu cariyeleri Yakub’a verdiler.“22
Tarihsel verilere göre Yakub’un(a.s) dört karısı bulunmaktadır. İkisi Hür olan dayıkızları; diğer ikisi de Köle/Cariye olan hanımlar. İşin ilginç tarafı Tevrat’ta anlatılan hanımlarının kıskançlıkları sonucu evlenme ve çocuk yapmaları anlatımlarını geçersek; Hülya hanımın çocuklara anlattığı hikâyede olduğu gibi Leyya, her yıl bir çocuk doğurmamış ve on çocuk sahibi de olmamıştır. Tevrat’a göre Hz. Yakub ilk olarak Dayısının büyük kızı Lea(Leyya) ile evlenmiş ve bu karısından on değil altısı erkek biri kız olmak üzere yedi çocuğu olmuştur. “Lea yine hamile kaldı ve Yakup'a altıncı oğlunu doğurdu. Bir süre sonra Lea bir kız doğurdu ve adını Dina koydu.”23
Tevrat’a göre Yakub’un(a.s) hür ve cariye hanımlarından doğan çocuklarının adları şöyledir: “Yakup'un on iki oğlu vardı. (Leyya)Lea'nın oğulları: Ruben (Yakup'un ilk oğlu), Şimon, Levi, Yahuda, İssakar, Zevulun. Rahel'in oğulları: Yusuf, Benyamin. Rahel'in cariyesi Bilha'nın oğulları: Dan, Naftali. Lea'nın cariyesi Zilpa'nın oğulları: Gad, Aşer. Yakup'un Paddan-Aram'da doğan oğulları bunlardır.”24
Bakınız modern bir evlilik nasıl yapılır, Hz. Yakub hikâyesi! nezdinde nasıl anlatılmaktadır: “Yakup’un eşi Leyya bir gün hasta oldu. İyileşemiyordu. Hastalığı giderek daha da şiddetleniyordu. Sonunda hayatını kaybetti. Yakup bu duruma çok üzülmüştü. On çocuğa bakmak ve koyunları otlatmaya götürmek zorundaydı. Bunlara katlanamadığından yeniden evlenmeye karar verdi ve Leban’ın küçük kızı Rahil ile evlendi.”
Tevrat’taki tarihsel verilere göre karısı Lea ölmediğine, on çocuk yetim kalmadığına, hanımlarından cariye olanların da hayatta olduğu nazarı dikkate aldığımızda; Hülya hanımın Yakub kıssasının bu bölümünde yaptığı bunca rötuş(!) veya tahrifat(!) niye diye sormak gerekmektedir.
Yani Hülya hanım’ın çocuklara anlattığı hikâyede, Hz.Yakub’un hayatı ile ilgili veriler tamamen dumura uğratılmakta; Hz. Yakub, yaşadığı çağdan alınıp modern çağa getirilerek! Yaşamı, modern yaşama –tek eşlilik- uyarlanmaktadır. Muhteşem bir Anakronizm!....
Belki de Hülya hanımı yanıltan veya yönlendiren husus, Hz. Yakub ile ilgili tarihsel verileri yalnızca İslam’ın kadim gelenek diye adlandırdığımız tefsir ve siyer külliyatından sağlaması olabilir. Buna bir delil olarak da Razî ve Kurtubi’den bir alıntılar yapalım. “Liyâ(Leyya) ölünce, Yakûb (a.s) onun kız kardeşi Râhîl ile evlendi de, Rahil’de Yâkûb'a Bünyamin ve Yûsuf'u doğurdu.”25“Daha sonra Leyâ(Leyya) vefat edince, Hz. Ya'kub onun kızkardeşi Râhil ile evlendi.”26
Oysa Yakub(a.s) ile ilgili Kur’an harici tek tarihsel ve dini kaynak Tevrat olduğu dikkatlerden kaçırılmaktadır. Tevrat’ta, Yakub’un hanımlarının birlikteliği ve hanımlarından Rahil’in(Rahel) ölümü ile ilgili olarak; dayısı ve aynı zamanda kayınpederi Leban’ın yanından Kenan’a doğru yola çıktığında her iki karısının yaşadığı ve cariye hanımları da dâhil olmak üzere bir arada oldukları şöyle anlatılmaktadır: “Lavan(Leban) sabah erkenden kalktı; torunlarını, kızlarını öpüp kutsadıktan sonra evine gitti.”27 “Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı'nın sığ yerinden karşıya geçti.”28 “Yakup baktı, Esav dört yüz adamıyla birlikte geliyor. Çocukları Lea'ya, Rahel'e, iki cariyeye teslim etti. Cariyelerle çocuklarını öne, Lea'yla çocuklarını arkaya, Rahel'le Yusuf'u da en arkaya dizdi.”29 “Sonra Beyt-El'den göçtüler. Efrat'a varmadan Rahel doğum yaptı. Doğum yaparken çok sancı çekti. Rahel sancı çekerken, ebesi, "Korkma!" dedi, "Bir oğlun daha oluyor." Ama Rahel ölmek üzereydi. Can verirken oğlunun adını Ben-Oni koydu. Babası ise oğlana Benyamin(Bünyamin) adını verdi. Rahel öldü ve Efrat, yani Beytlehem yolunda gömüldü. Yakup Rahel'in mezarına bir taş dikti. Bu mezar taşı bugüne kadar kaldı.”30
Burada Hülya hanımı eleştirirken görüyoruz ki, Hülya hanıma malzeme! sağlayan ve Yakub kıssasını doğru bir şekilde mufassallaştıramayan kadim geleneği de eleştirmek gerekmektedir. Dolayısıyla Kur’an kıssalarının mufassallaştırılmasında doğru bir metod ittihaz edemeyen kadim gelenek, günümüze kadarki tüm İslam toplumlarındaki kıssalarla ilgili yanlış algılara da vesile olmuştur. İsrailiyat denilen olumsuz olgunun büyük müsebbibi ise doğru metodu ittihaz edemeyen kadim gelenek âlimleridir.
4-Hz. Yakub’un gömüldüğü yer:
Hülya Aktaş, Yakup peygamber hikâyesinin son bölümünde Yakub’un(a.s) ölümü ile ilgili olarak şunları anlatmaktadır. “Sonra Yusuf’a dedi ki: “oğlum, benim dünyadan ayrılma zamanım geldiğinde cenazemi Kenan’a götür. Atalarımın bulunduğu yere, babamın kabrinin yanına defnet!” Kısa bir zaman sonra da dünyadan ayrıldı. Yusuf babasının vasiyetini yerine getirdi. Cenazesini Filistin’e götürdü. Beyt-el Mukaddes’te, İshak ve İbrahim’in kabrin yanına defnetti.”
Hülya hanım Tevrat’taki Yakub kıssasından aldığı bu ifadelerde bakın nasıl anakronizm yapmaktadır!... Önce Tevrat’tan bu sahnenin orijinal anlatımını görelim. “Sonra Yakup oğullarına şu buyrukları verdi: "Ben ölmek, halkıma kavuşmak üzereyim. Beni Kenan ülkesinde atalarımın yanına, Mamre yakınlarında Hititli Efron'un tarlasındaki mağaraya, Makpela Tarlası'ndaki mağaraya gömün.”31
Tevrat’ta anlatılan bu bölümde kıssanın tarihselliğini yansıtan coğrafya ve diğer isimler Kur’an’da bulunmamaktadır. İslam tefsir ve Siyer kaynakları Kur’an’ın Yakup kıssasını mufassallaştırırken Tevrat’ta yer alan tarihsel verileri kullanmışlardır. Dolayısıyla Kur’an’daki Yakub kıssasının detaylı anlaşılmasında önemli bir metod olan bu davranış Hülya Hanım tarafından da uygulanmıştır. Ancak karışıklıklar vardır. Yakup peygamber kendisini Kenan’da tarif edilen yere gömülmesini isterken belirttiği “Kenan” özel bir isim olmasına rağmen “…Cenazesini Filistin’e götürdü…” diyerek; bir peygamberin ağzından çıkan coğrafya ismini bile asabiyet tavrı addedilebilecek bir tavırla -Kenan’ı, Filistin olarak- değiştirmektedir. Çünkü Kenan daha ziyade Yahudilerin yurdu; Filistin ise Müslümanların yurdu olarak adlandırılmaktadır. Oysa Yakub zamanında böyle bir ayrım yoktur. Onun zamanını anlatırken yapılan bu isim değiştirmeleri bile asabiyete dayalı anakronistik bir tavrıdır denilebilir.
Hülya Aktaş hanımın, yanlış algılayıp aktardığı bir diğer deyimle Anakronizm yaptığı diğer bir anlatım ise şudur:“…Beyt-el Mukaddes’te, İshak ve İbrahim’in kabrin yanına defnetti…”
Bakınız olayın aslı veya orijinali nasıldır: “Yusuf kendini babasının üzerine attı, ağlayarak onu öptü. Babasının cesedini mumyalamaları için özel hekimlerine buyruk verdi. Hekimler İsrail'i mumyaladılar. Bu iş kırk gün sürdü. Mumyalama için bu süre gerekliydi. Mısırlılar İsrail için yetmiş gün yas tuttu. Yas günleri geçince, Yusuf Firavun'un ev halkına, "Eğer benden hoşnut kaldınızsa, lütfen Firavun'la konuşun" dedi, "Babam bana ant içirdi: 'Ölmek üzereyim. Beni Kenan ülkesinde kendim için kazdırdığım mezara gömeceksin' dedi. Şimdi lütfen Firavun'a bildirin, izin versin gideyim, babamı gömüp geleyim." Firavun, "Git, babanı göm, andını yerine getir" dedi. Böylece Yusuf babasını gömmeye gitti. Firavun'un bütün görevlileri, sarayın ve Mısır'ın ileri gelenleri ona eşlik etti. Onu Kenan ülkesine götürüp Mamre yakınlarında Makpela Tarlası'ndaki mağaraya gömdüler. O mağarayı mezar yapmak üzere tarlayla birlikte Hititli Efron'dan İbrahim satın almıştı. Yusuf babasını gömdükten sonra, kendisi, kardeşleri ve onunla birlikte babasını gömmeye gelenlerin hepsi Mısır'a döndüler.”32
Hz. Yakub’un gömüldüğü ve içerisinde Hz. İbrahim, hanımı Sara, Hz. İshak ve karısı Rebeka, Hz. Yakub’un ilk karısı Lea(Leyya)’nın gömülü olduğu Makpela mağarasının Kenan’daki, Mamre mevkinde olduğu bildirilmektedir. Bu Mamre’nin nerede olduğu ise Tevrat’ın diğer bir bölümünde şöyle beyan edilmektedir. “İbrahim Efron'un önerisini kabul etti ve Efron'un Hititler'in önünde sözünü ettiği dört yüz şekel gümüşü tüccarların ağırlık ölçülerine göre tarttı. Böylece Efron'un Mamre yakınında, Makpela'daki tarlası, çevresindeki bütün ağaçlar ve içindeki mağarayla birlikte, kent kapısında toplanan Hititler'in huzurunda İbrahim'in mülkü olarak kabul edildi. Sonra İbrahim karısı Sara'yı Kenan ülkesinde Mamre'ye, yani Hevron'a (Hebron) yakın Makpela Tarlası'ndaki mağaraya gömdü. Hititler tarlayı içindeki mağarayla birlikte İbrahim'in mezarlık yeri olarak onayladılar.”33
Tevrat verilerine göre Hz. Yakub’un gömüldüğü yer Kenan coğrafyasının Hevron/Hebron şehrinde bulunan Mamre meşeliği yöresindeki Makpela mağarasıdır. Hz. İbrahim’in Mısır hicreti dönüşünde yerleştiği bu şehir hakkında Tevrat’taki İbrahim kıssasında şu bilgiler verilir. “Lut Avram'dan(İbrahim) ayrıldıktan sonra, RAB Avram'a, "Bulunduğun yerden kuzeye, güneye, doğuya, batıya dikkatle bak" dedi, "Gördüğün bütün toprakları sonsuza dek sana ve soyuna vereceğim. Soyunu toprağın tozu kadar çoğaltacağım. Öyle ki, biri çıkıp da toprağın tozunu sayabilirse, senin soyunu da sayabilecek. Kalk, sana vereceğim toprakları boydan boya dolaş." Avram çadırını söktü, gidip (Hebron) Hevron'daki Mamre meşeliğine yerleşti. Orada RAB'be bir sunak yaptı.”34
Hz. İbrahim tarafından Hevron/Hebron olarak isimlendirilen bu yerin daha evvelki sahiplerinde Kiryat Arba olarak adlandırıldığı şöyle bildirilir. “Yakup, İshak'la İbrahim'in de yabancı olarak kalmış olduğu, bugün (Hebron)Hevron denen Kiryat-Arba yakınlarındaki Mamre'ye, babası İshak'ın yanına gitti.”35
Kenanlılar döneminde Kiryat Arba adı verilen “Eski adı Kiryat-Arba olan Hevron'da yaşayan Kenanlılar'ın…”36 Hevron/Hebron’un adı, Kenanlıların bir boyu olan Anaklıların ünlü bir kahramanından gelmektedir. “Hevron'un eski adı Kiryat-Arba'ydı. Arba, Anaklılar'ın en güçlü adamının adıydı.”37
Bütün bu tarihsel verilerden sonra Kenanlılar döneminde adı Kiryat Arba olan Hz. İbrahim’den itibaren Hevron veya Hebron olarak isimlendirilen bu yerin şimdiki adını vererek bu mezkur coğrafyayı bu günkü konumuna getirelim. Hebron/Hevron; “El Halil (Arapça); al-Halil, İbranice: חֶבְרוֹן; (Hebron), Batı Şeria'daki İsrail işgal bölgesinde bir şehirdir. Resmi olarak Filistin'e bağlıdır. Musevilerin 4 kutsal şehrinden biridir.”38
Toparlayalım. Hz. Yakub’un gömüldüğü yer olan Hevron/Hebron; Müslümanların bu bölgeyi fethetmelerinden sonra verdikleri ve bugün İsrai işgali altındaki Filistin devleti toprağı olan El Halil şehridir. Hülya Aktaş hanımefendinin hikâyesinde! Belirttiği gibi “…Beyt-el Mukaddes…” yani, Kudüs şehri değildir.
Beyt-el Mukaddes, Kudüs şehrinin isimlerinden biridir. “Arapların muayyen bir zamandan beri al-Kuds ismini verdikleri bu şehre, eski müellifler umumiyetle “Beytü’l- Makdis” ya da “Beytü’l mukaddes” ismini veriyorlardı. Bu isim İbranicede mabed manasına gelen “Bethammikaş” kelimesine dayanmaktadır. Mukaddes eve delalet eden bu isim, daha sonraları Mukaddes’e delalet eden ”el-Kuds” gibi yalın şekle dönüşecektir. Buraya kadar şehrin tarihi seyir içerinde aldığı isimleri zikr ettik. Bu isimler içerisinde üç tanesinin daha geniş bir zaman diliminde kullanıldığı görülmektedir. Bunlardan ilki Yaruşalim ya da Urişalim, ikincisi Beytü’l Makdis ya da Beytü’l Mukaddes, üçüncüsü ise İslam âleminde Memluklular döneminden itibaren kullanıldığını gördüğümüz Al-Kuds ya da El-Kudsu’ş-Şerif isimleridir.”39
Sonuç:
Bu yazıyla amacımız, halisane niyetlerle Hz. Yakub’un hayatını hikâyeleştirdiğine inandığımız Hülya Aktaş’ı “laf ola beri gele” cinsinden eleştirerek, okuyucu gözüne girmek! asla değildir.
Bu detaylı inceleme yazısıyla; Haksöz dergisi ve Haksözhaber sitesindeki yazılarımızla, yıllardır dikkat çektiğimiz, Kur’an kıssalarının anlaşılmasındaki problemlerden biri olan, Kıssaların mufassallaştırılmasındaki metodik yanlışları, fiili bir örnekle anlatalım istedik.
Dipnotlar:
1- http://tr.wikipedia.org/wiki/Anakronizm
2- Taha Hüseyin, Cahiliye Şiiri Üzerine, s.38, Ankara okulu yayınları-2003.
3- Kur’an/2Bakara 125-126.
4- Tevrat/11Tekvin/31.
5- Tevrat/12Tekvin/5.
6- Tevrat/12Tekvin/10.
7- Tevrat/13Tekvin/1.
8- Tevrat/13Tekvin/18.
9- Tevrat/15Tekvin/18-21.
10- Tevrat/18Tekvin/21.
11- Tevrat/ Tekvin, Bab16/11–12.
12- Tevrat/ Tekvin, Bab29/16.
13- Bakınız; Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.XIII, S.167; İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, c.IX, s.202; Taberî, Tarih el-Ümem ve’l-Mülûk; milletler ve Hükümdarlar tarihi, c.I, s.438.
14- Cengiz Duman, Hz. Yakub kıssası, Haksöz Dergisi, Sayı.228 ,Yıl-2010.
15- Kur’an/2Bakara/133.
16- Kur’an/3Ali-İmran/93.
17- Tevrat/ Tekvin, Bab29/15–28.
18- Taberî, A.g.e, Taberî, c.I, s.438.
19- Tevrat/ Tekvin, Bab304.
20- Tevrat/ Tekvin, Bab30/9.
21- Taberî, A.g.e, Taberî, c.I, s.438.
22- Taberi, A.g.e, c.I, s.438; Abdülfettah Tabbâra, Kur’an’da peygamberler ve peygamberimiz, s.16.
23- Tevrat/30Tekvin/19-20.
24- Tevrat/ Tekvin, Bab35/23-26.
25- Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, c.XIII, S.167
26- İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, c.IX, s.202.
27- Tevrat/ Tekvin, Bab31/55.
28- Tevrat/ Tekvin, Bab32/22.
29- Tevrat/ Tekvin, Bab32/1-2.
30- Tevrat/ Tekvin, Bab35/16-20.
31- Tevrat/ Tekvin, Bab49/29-30.
32- Tevrat/ Tekvin, Bab50/1-14.
33- Tevrat/ Tekvin, Bab23/16-20.
34- Tevrat/ Tekvin, Bab13/14-18.
35- Tevrat/ Tekvin, Bab35/27.
36- Tevrat/ Hâkimler,Bab1/10.
37- Tevrat/ Yeşu,Bab14/15.
38- http://tr.wikipedia.org/wiki/El_Halil
39- Muammer Gül, Kudüs ve Tarih İçerisinde Aldığı İsimler, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl 2001, Sayı. 2, s. 309.