Yakın geçmişe dönük kıymetli kayıtlar: Evin e-hali

Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman’a ait olan “Karantina Günlerinde Evin e-hali” isimli çalışma içerisinde geçtiğimiz süreci bizler için kayıt altına alıyor.

Erkam Kuşcu / HAKSÖZ HABER

Yakın geçmişe dönük kıymetli kayıtlar: Evin e-hali

İnsanın belirlenmiş bir hız içerisinde devinime mahkûm edilmesi modern zamanların bizleri içine hapsettiği bir maraton. Hız artık üzerinde kafa yorulmayı bile imkânsız hale getiren bir şekilde hayatımıza tahakküm ediyor. “Durup, bakmazlar mı?” ilahi kelamına muhatap olan Müslümanlar açısından yaşanan bu durumun hayati bir probleme işaret ettiğine şüphe yok.

O halde yaşanmışlıklardan bir nebze uzaklaşarak veyahut yaşanılanlara farklı bir mercekle daha yakından bakarak onları unutuluş sarmalına teslim etmemek adına yapılan işlerin kıymeti fazlasıyla ortaya çıkıyor. Karantina Günlerinde Evin e-hali isimli eser tam da böyle bir hüviyete sahip. Yakın geçmiş güncesi olarak değerlendirilebilecek olan çalışma Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman arasındaki maillerden oluşuyor. Döneminin ruhunu, sözlü kültürün sıcaklığıyla aktarmaya çalışan kitap hatırlatma işlevinin yanında tefekkür ettirme vasfını da haiz.

Yazmak bir yönüyle sadece kayıt altına almanın ötesinde birlikte düşünmek anlamına da geliyor. İçerisinden geçtiğimiz sürecin hala sıcaklığını koruyor olmasının yanında zikredilen hız’ın yıkıp geçtiği anılar çekilen acıları, sevinçleri, hüzünleri anlamsız hale getiriyor. Bu kaotik durum aslında bir bakıma bilginin yeni medya araçlarıyla olan irtibatı/irtibatsızlığıyla alakalı. Anlamdan yoksun kılınan acılar, sevinçler, hüzünler, insani hasletlerin de ortadan kalkmasına sebep oluyor…

İlk önce evde bulunmak ya da moda tabirle evde kalmak ile başlayan süreç, evin mahiyeti hakkında düşünmeye sevk ediyor yazarlarımızı. Evin, içerisi ile dışarısını birbirinden ayırt eden vasfının ekranlarla ortadan kalktığının vurgulanması, karantina şartlarının ortaya çıkartabileceği yeni imkânların gerçekliğini sorgulatıyor. Hayat eve sığıyor ama evlerde nasıl hayatlar yaşandığını bilmiyoruz.1 Evin şartları içerisinde maruz kalınan bilgi bombardımanı aslında bizleri gerçekten ne kadar bilgilendiriyor? Üzerimize doğrultulmuş ekranlar her an her dakika dünyanın dört bir yanında bizlere bir şeyler getiriyor. Karantinada ekrana daha fazla bağlı hale gelen insanlar gerçek anlamda bilgiden ise daha fazla uzaklaşıyor. Ya makul olmayan bir korku ve endişe hali ya da komplo teorileriyle, kes yapıştır bilgilerle desteklenen bir vurdumduymazlık. Sonuçta her gün saatlerce yayın yapan televizyonlar, yapılması gerekenlere dair pratik ve net davranış kodları aktaramıyor izleyiciye.2

Medyanın ciddi anlamda sorgulanması gereken işlevi yeni medya araçları ile daha fazla sorgulanması gereken bir seviyeye ulaştı. Müthiş bir yönlendirme ve çarpıtma gücüne sahip olan bu araçlar sözüm ona çeşitlilik iddialarıyla enformasyona ulaşımda kolaylık sağladıkları düşünülüyor. Oldukça tartışmalı bir konu olarak bu husus karantina günlerinde alt gelirli insanların yaşamak zorunda kaldıkları durumlar üzerinden değerlendirilmeli. Hayatlarını sürdürmek adına izolasyon, maske ve mesafe kurallarını zaman zaman çiğnemek durumunda kalan insanların ekranda nesneleştirilerek virüsün yayılımı noktasında sorumlu konumuna oturtulması açık bir insafsızlığın göstergesi. Ne yazık ki medya metinleri karşısına farkındalık sahibi olunmaması bize ulaşan gönderinin olduğu gibi alımlanmasıyla sonuçlanıyor. Zira rasyonel davranış için muhakeme gücünün devrede olması gerekiyor. Korku insanları ekrana bağlıyor, aşırı ekran bağımlılığı insanların muhakeme gücünü zayıflatıyor.3 Ancak insani, vicdani ve ahlaki olarak en fazla dikkat edilmesi gereken hususların başında üzerimize boca edilen (dez)enformasyon çığına karşı bir şeyler yapma hassasiyeti geliyor. Öteki türlü ahlaki davranış için tutarlılık bahsinden sınıfta kalmak kaçınılmaz…

Özellikle Zoom gibi platformlar üzerinden yapılan oturumlar, programlar zamanı ve mekânı ortadan kaldırdı. Peki, bu durumun sağladığı zamansızlık/mekansızlık nasıl bir “ortaklık hissi” oluşturdu. Ya da bir ortaklık hissi var etti mi? Cemaat olmanın gereği olan mekandaşlık bu tarz programlar ile imkânsız hale geliyor. Zaruret halinden doğan bu durumun anlaşılabilir bir tarafı olmakla birlikte bizi biz yapan değerlerden de bir uzaklaşma anlamına geldiği göz ardı edilmemeli. Yüz yüze olmanın hasbîliği ekran karşısında olmanın pixselliği karşısında parçalanıp bir bakıma un ufak oluyor.4 Bu yaşananların gerçekliği ve insan hayatına tekabül eden şartları bizim açımızdan online platformları kaçınılmaz hale getirirken bunun “yeni normal” olarak tanımlanması ise üzerinde eleştirel bir şekilde düşünmeyi gerektirmekte. Modern zamanların normali neydi ki yeni normali ne olabilir? Bu sebeple asıl olana, gerçek olana dönük hatıralarımızı, özlemimizi diri tutmalı ve onu tekrardan sağlamak inancıyla bugün ne gerekiyorsa onu yapmalıyız ki yarın tekrar gerçekten bir arada cemaat olmanın sevincine varabilelim. Dijital iletişim ile bırakın cemaat olmak, “kitle” bile olmak mümkün değil. İçinde yaşadığımız dijital çağda ise “toplum” birbirinden ayrılmış bireylerden, “dijital sürü”den ibaret. Bir cemaat ruhu, ortak bir ahenk yok.5 

Bambaşka bir konu olarak komplo teorilerinin ise izahtan vareste olduğu aşikâr. Komplolar beyni kemiren, düşünce engelleyiciler olarak sağlıklı bir zihni imkânsız hale getiriyorlar. Yaşanmışlıkların ibret vesilesi olması modern zamanlar ile birlikte giderek önemsiz bir şey haline geldi. Bu yönüyle komplolar önemsizleşmenin en büyük dışavurumlarından birisini oluşturuyor. Komploculuğun altında yatan “her şeyin bir açıklaması olduğu” ön kabulü mantıklı düşünmeyi devreden çıkartıyor. Bu dakikadan sonra açıklamak adına daha doğrusu faş etmek adına bilginin de, hikmetin de, akl-ı selimin de “pazar malı” haline getirildiğine şahit oluyoruz. Ancak her şeyin bir izahı yok! Bunu kabul etmek, komplo üretmekten daha zor bir şey olarak görülüyor…  

Erkekler ve kadınların karantinada yaşamlarına dair Bağlılık Aslı filmi üzerinden yapılan verimli tartışma farklı bir zaviyeden ele alınıyor. Filmin yönetmeni tarafında vurgulanan “anneyi anne, babaya baba, çocuğu çocuk olmaktan çıkartan”6 şeyin yapılan değerlendirmelerde bir yönüyle göz ardı edildiğini söylemek mümkün olabilir. Zira tartışmayı yeni anne, yeni baba üzerinden yapmak meselenin daha kapsamlı bir şekilde ele alınmasına engel oluyor. Filmin eleştirisinde, kadınların kamusal alandaki kazanımlarını ve biyolojilerine mahkûmiyetten kurtuluş yolunda katettikleri yolu imha eden7 şeklinde nitelenen okuma biçiminin kusurları, “biyolojik mahkûmiyetten kurtuluş” zaviyesiyle düzeltilecek gibi gözükmemekte.  Burada kadınların var olan apaçık problemlerini modernleşmenin üzerine atıp tartışmadan kendini soyutlayan bir aymazlıktan bahsetmiyoruz. Ancak cinsiyet merkezli olarak görülebilecek değerlendirmeler hem filmin hem yaşamakta olduğumuz şeyin kapsamını daraltma riskini taşıyor.

Koronavirüs’ün can alan gerçekliği dijitalleşmenin hızı ile saydamlaşıyor. Evin e-hali isimli çalışma hafızayı tazeleyerek bulanıklığı ortadan kaldıran bir mahiyete sahip. Zamana karşı direnmek çok anlamlı olmasa da zamanın içinde anlamını yitirmeyip bugünden yarına bir şeyler söyleyen Evin e-hali kitabıyla Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman, artık unutmaya başladığımız yakın geçmişimizi hatırlattıkları için bile teşekkürü hak ediyorlar. Luppo Dayı, Burhan Amca, kütüphane görseli tartışması, sağlıkçı alkışı şuan aklımıza gelenler. Kitabın devamının geleceği haberini almış olmanın sevinciyle yazımızı sonlandıralım…

 

[1] Karantina Günlerinde Evin e-hali, Fatma Barbarosoğlu-Nazife Şişman, İnsan Yayınları, s.24

[2] A.g.e. s.25

[3] A.g.e. s.29

[4] Yapılan gözlemler, insanların görüntülü konuşmalarda en fazla kendi görüntülerine baktığı yönünde. Yani insanlar birbirlerine değil, birlikte aynaya bakıyor gibi bir his içinde konuşuyorlar görüntülü görüşmelerde. A.g.e. s.106

[5] A.g.e. s.36

[7] A.g.e. s.117

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları