Seçim öncesi gençler toprağa girmeye devam etse de seçim sonrasına dair barış umudunu devam ettiren iki kişi var: "Kürt meselesi yoktur, Kürt kardeşimin meselesi vardır" sözüne açıklık getirerek devletin asimilasyon politikasını devam ettirmeyeceğini vurgulayan Başbakan Erdoğan ve devletin kendisiyle yaptığı görüşmelerin önemine ısrarla dikkat çeken Abdullah Öcalan.
Ancak ne garip bir memlekette yaşıyoruz ki eli silah tutanlar itidalli ve sükûnete davet eden bir dil kullanırlarken, eli kalem tutanlar savaşa davetiye çıkarıyorlar. "Her Türk asker doğar" anlayışını bertaraf etmek, kimsenin canının ipotek altına alınamayacağını vurgulamak varken, "Her Kürt gerilla doğar" diye şiddete methiyeler düzüyorlar. Eli silah tutanlar sabır telkin ederken; onlar, savaşın göbeğinde yaşayıp usanmışların sabrının taştığını ilan etmeye kalkıyorlar.
Abdullah Öcalan son görüşme notlarında BDP ve PKK'nın kullandığı dili açıktan eleştirerek yol göstermeye çalışırken, onlar kelime haznelerinden şiddeti tırmandırabilecek ne kadar tohum varsa ekiyorlar. Şöyle demiş Öcalan:
"BDPliler 'Biz halkı zor durduruyoruz, zaptedemiyoruz, onları tutmakta güçlük yaşıyoruz' diyorlar. Kimsenin halkı zorla tutmak gibi bir görevi yoktur. Artık bu dilden vazgeçilmelidir. Senin görevin halkı durdurmak değil, halkı demokratik çözüme, demokratik çözüm sürecine hazırlamaktır. Aynı şekilde Kandil de 'biz gerillayı zor tutuyoruz, zapt edemiyoruz, gerillayı durduramıyoruz' diyor. Bu dilden, bu politikadan vazgeçilmesi gerekiyor."
"PKK lideri" olarak bilinen bir kişi bunları söylerken, eli kalem tutanlar -eğer silahlanıp dağın yolunu tutmayı düşünmüyorlarsa- gençlerin hayatı pahasına toplumsal psikolojiyi şiddetin diline yönlendirmeye cüret etmemeliler.
Son otuz yıl içinde barışa bu kadar yakınlaştığımız hiçbir dönem olmadı. Devlet hiçbir zaman şimdiki gibi özeleştiri yapmadı. Abdullah Öcalan'ın muhatap alınması için Kürt hareketi başta olmak üzere demokrat çevrelerin verdiği çaba göz önüne alınırsa, şu anda ne kadar büyük bir dönüm noktasında olduğumuz daha iyi anlaşılır sanırım. Devletin Öcalan'la görüşmesini normalize edecek kadar cesur bir iktidar var. Üstelik toplumun büyük kesiminin desteğini de kaybetmiş değil. Yani bu fırsatı ya kullanacağız ya kullanacağız. Biraz da "Yakarız bu barışı, yakarız" nidalarıyla kalemlerini gözlerimize sokmaya çalışanlara inat!
Genelkurmay Başkanı'na hodri meydan!
Türkiye hakikaten demokratikleşiyor herhalde sevgili okur. Genelkurmay Başkanları artık gözüne kestiremedikleri siyasetçileri bırakıp tarihçilere muhtıra vermeye kalkıyor. Işık Koşaner, 19 Mayıs vesilesiyle yaptığı açıklamada şöyle demiş:
"Gerçeklerin değiştirilmesi ve saptırılmasıyla tarihsel olguların farklılaştırılmak istendiği ve böylece Atatürk ve arkadaşlarının mücadelesine farklı bir anlam yükleyerek alternatif tarih yazılmaya çalışıldığını ibretle ve esefle görüyoruz."
"Tarih yazılacaksa, onu da biz yazarız" diyor yani. Tarihe katkı sunmakta bu kadar iştiyaklı olan Genelkurmay Başkanımız öncelikle TSK arşivlerini araştırmacılara açsa hiç fena olmaz hani.
Bu çıkışın en başta Mustafa Armağan'ın TİMAŞ 'tan son çıkan eseri "Kâzım Karabekir'in gözüyle yakın tarihimiz"e bir gözdağı verme çabası olduğunu düşünüyorum. Kâzım Karabekir'in hâtıratında yer alan ve Nutuk'ta anlatılan resmî tarihe bir meydan okuma olan "19 Nisan 1919'da Trabzon'a çıktım" cümlesiyle tanıtılan bu kitap, "Samsun'dan güneş gibi doğan sarı saçlım mavi gözlüm" anlatısını alt üst edecek cinsten çünkü...
Bu noktada ben de Işık Koşaner'e tarihçi Halil Berktay'ın yaptığı çağrıyı yinelemek isterim. Berktay, Koşaner'i, gayri resmî tarih çalışmalarında yanlış bulduklarını, Harp Okulu konferanslarında değil, doğrudan kamuoyu önünde, herhangi bir televizyon kanalında tartışmaya çağırıyor. "Bilimde hiçbir iddia, makam ve üniformadan kuvvet alamaz. Ancak bilgi ve birikimden kuvvet alabilir" diyen Berktay'ın çağrısını destekliyorum. Hodri meydan!
YENİ ŞAFAK