Osman Sert’in Karar gazetesinde yayımlanan yazısı (10 Ağustos 2024) şöyle:
Tahammül abidelerinin (!) ırkçılık eleştirisi
İngiltere’de yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı sokaklara taştı. 14 yıl süren Muhafazakâr Parti iktidarının sebep olduğu krizleri ekonomi politikalarıyla çözememesi ve Brexit dahil yabancı karşıtlığı üzerinden kendini temize çekememesi ırkçıları bir yerde sahipsiz bıraktı.
Hem görüşleri hem kendileri muhalefette kalan Muhafazakârlar, sosyal demokratların aslında bu derecede olmasını pek de hak etmedikleri seçim zaferlerine tepkilerini sokaktaki yabancılardan özellikle de Müslümanlardan çıkarmaya kalktılar.
Her ırkçı saldırıda olduğu gibi olayların görünen sebebiyle sokaklara dökülenlerin itirazları arasında anlamlı bir ilişki yoktu.
Kayseri’de bir Suriyeli’nin Suriyeli bir kız çocuğunu taciz etmesini bahane kılıp her ırktan tüm Müslümanlara ait olması gereken mescitlerin kapısına ‘burası Türk mescididir’ yazdırma utancını yaşatan olayların da tepkilerin odağındaki hadise ile bir ilgisinin olmaması gibi.
Suriyeli hamile bir kadın bu ülke vatandaşları tarafından canice katledilirken kim tepki göstermişti ki Suriyeli bir kız çocuğu için insanlar sokağa döküldü?
Ya da insanın içinin almayacağı bir cinayete kurban giden 9 yaşındaki kız çocuğu Gina Mercimek’in arkasından ne kadar konuşuldu? Geriye Kilis Adliyesi önünde Yeryüzü Çocukları adına açıklama yapan bir avuç onurlu insanın görüntüsü ve sağır edici bir sessizlik kaldı.
İngiltere doğumlu 17 yaşında Ruanda asıllı bir Hristiyanın 6, 7 ve 9 yaşlarında üç kız çocuğunu öldürmesi sonrasında Müslüman bir göçmenin cinayeti işlediği iddiasından sonra da işte ada devletinin neredeyse bir çok şehrinde sokaklar karıştı.
Irkçılar karşılarına çıkan göçmenlere saldırırken karşı saldırılar da yaşandı.
Türkiye’de olmayıp İngiltere’de olan ise ‘işte Batının da içindeki ırkçı damar çıktı, bunlar zaten hep böyleydi’ diye yüreğini soğutanların canını sıktı ayrı mesele.
Türkiye’de en büyük vaadi tarih vererek göçmenleri geri göndermek olan sosyal demokrat partilerin aksine İngiltere’deki sosyal demokrat iktidarın Başbakanı Keir Starmer: “Bu başıbozukluğa fiziki veya çevrimiçi olarak katılan herkes pişman olacak. Bu protesto değil, organize bir haydutluk." diyerek ilk günden tepki koydu.
İçişleri Bakanı ise gerçek İngiltere bu değil sözüyle gerekli önlemlerin alınacağını söyledi.
Türkiye ve İngiltere arasındaki asıl fark ise ırkçı eylemlere karşı sokağa on binlerce kişinin sokağa dökülmesi oldu.
Caddeleri dolduran on binlerin elindeki pankartlar çok şey söylüyordu. “Irkçılar evine”, “Burada göçmenler hoş karşılanır”, “Sokaklar bizim”, “Burada nefrete yer yok” sloganlardan bazıları.
Aslında İngiltere’de sivil toplumun bu tepkisi Filistin karşısında Müslüman ülkelerdeki derin sessizliği yırtmaya çalışan gösterilerle benzerlik taşıyor.
Bir cinayetle başlayan ırkçı eylemleri en azından şimdilik durduran da polisin tavrından çok sokağın bu karşı duruşu oldu.
Elbette olan bitenlerden sonra hemen İngiltere güzellemesi ile işin içinden sıyrılmanın anlamı yok. Yüzen hapishanelerde göçmenleri başka ülkelere göndermek isteyen de aynı İngiltere idi. İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı en sert eleştiriler İngiltere parlamentosunda yapılırken o cinayetlere ABD’den sonra destek veren de yine Londra hükümeti oldu.
Mesele başta ekonomi olmak üzere toplumsal darboğazların birinci kurbanı olarak seçilen göçmenlere gösterilen tepkileri tek boyuttan okumanın yanlışlığı.
Ayrıca Türkiye’de tepki gösterilmeyen de sadece Suriyelilerin cinayete kurban gitmesi değil. Her sene ölen değil öldürülen yüzlerce kadın için de ortalık yangın yerine dönmüyor.
Ferhat Kentel’in perspektif.online’de ki sağlam yazısında değindiği gibi “Suriyelilere yapılan linç eylemleri toplumda bizzat “nefret duygularının oluşturulmuş” halidir. Ve bu nefretin kaynağı herhangi bir “soykırım iddiası” değildir. Buna karşılık, Kayseri olayları bizzat devlet, siyaset ve medya eliyle yeniden üretilen -ancak devlet nezdinde meşru ve egemen olan- ırkçı nefretten bağımsız değildir.”
Ancak “ırkçılığın güdümüne girmiş insanlar, [aslında kendilerini fakir bırakan, OS] güçlü şirketler ve devlet aygıtları karşısında ses çıkaramazken, bu ırkçı dil sayesinde, arabaları yakarak, insanları linç ederek, nihayet birileri karşısında “gücün”, sokağı ele geçirmenin, öfkelerini dindirmenin tadını çıkarıyorlar. “Günah keçilerine” her şeyin yapılabileceğini biliyorlar; yaptıkları takdirde de başlarına bir şey gelmeyeceklerinin “garantisine” sahipler.”
İngiltere’de gözlemlediğimiz, sokağa çıkanların hükümetten ve toplumdan bu garantiyi alamayacaklarını fark etmiş olmalarıydı.
Son söz: Londra’da sokakta yürürken Türkiye’de bazı kesimleri rahatsız edecek kadar fazla Müslüman sakalı görebilirken kendi ülkesinde farklı dilde tabelalara bile tahammül edemeyenlerin İngiltere’deki olaylar üzerinden vicdanlarını temize çekmeye çalışması da beyhude.