Yabancı düşmanlığı kime hizmet ediyor?

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş, yabancı düşmanlığının altında yatan sebepleri pragmatizm ile ilişkilendiriyor.

Hamit Emrah Beriş / Açık Görüş 

Yabancı düşmanlığı kime hizmet ediyor? 

Göç, devletler ve toplumlar açısından günümüzün en önemli gerçeklerinden ve aynı zamanda sorunlarından biri. Dünyanın her yerinde eşzamanlı olarak yaşanan ve sürekli artan nüfus hareketliliği, farklı kültürlere mensup insanların etkileşimini artırıyor. Yeni ve değişik bir kimlikle temas etmenin insanlarda bir tedirginlik hissi yaratması sıklıkla karşılaşılan bir durum. Ancak günümüzde yaşanan hızlı nüfus hareketliliği, geçmişteki tüm benzerlerini aşarak yabancılara yönelik sürekli artan bir düşmanlığın da ortaya çıkmasına neden oluyor.

Korku değil nefret

Yabancı anlamındaki zenos (xenos) ve korkuyu ifade eden fobia (fobios) kelimelerinden türetilen zenofobi (xenophobi), yani "yabancı düşmanlığı" kavramı karşı karşıya olduğumuz bu durumun akademik literatürdeki karşılığı. Terminolojik olarak korku teriminden türese de tıpkı İslamofobi gibi zenofobi de korkudan daha çok öteki'ne karşı bir nefrete ve düşmanlık hissine gönderme yapar. Somut örneklerde bu nefret, kişinin kendi iç dünyasında kalmıyor ve yabancılara karşı belirli olumsuz davranışların sergilenmesiyle sonuçlanıyor. Geçmişte özellikle Batı ülkelerine yönelik göçler, ırkçılığın kendisini yeni bir görünüm altında ifade etmesini beraberinde getirmişti. Bu sorundan nispeten yakın dönemlerde muzdarip olan kesimlerden biri de 1960'lardan itibaren işçi olarak Avrupa'ya giden Türklerdi. Günümüzde Türkler başta olmak üzere Müslümanlar, Afrika ve Güney Doğu Asya kökenli tüm gruplar bu düşmanlık anlayışının hedefinde yer alıyor. Irkçı yaklaşımlar, kendilerini en çok yabancı düşmanlığı kisvesi içine yerleştiriyor. Bu, aslında geçmişten itibaren Türkiye'nin yabancı olduğu bir tecrübe. Ancak son dönemde Türkiye'nin de bu cendereye çekilmesi yönünde ciddi bir çaba harcanıyor.

Türkiye'nin son yıllarda önemli bir düzensiz göç sorunu olduğu açık. On yılı aşkın bir süredir devam eden Suriye İç Savaşının neden olduğu kitlesel göç, ülkenin her yerini doğrudan ve dolaylı olarak etkiliyor. Aynı şekilde Afrika coğrafyası başta olmak üzere siyasal istikrarsızlığın ve güvenlik sorunlarının yoğunlukla görüldüğü farklı ülkelerden Türkiye'ye yoğun göç hareketleri yaşanıyor. Türkiye'nin coğrafi konumu bu göç hareketleri açısından önemli bir etken. Ancak bunun yanında istikrarı, tarihsel bağlantıları ve son dönemde Müslüman dünya başta olmak üzere dünyanın farklı ülkeleri için oynadığı liderlik rolü Türkiye'yi göç açısından bir cazibe merkezi haline getiriyor. Ancak bu durumun kaçınılmaz bir ekonomik ve toplumsal bedeli de var.

İftira var mahcubiyet yok

Hızlı nüfus hareketinin toplumda en başta bahsettiğimiz türden bir tedirginlik hissi doğurduğu söylenebilir. Ekonomik sorunların neden olduğu gelecek kaygısı da bu hissin güçlenmesinde büyük bir paya sahip. Uzun süredir kitlesel bir göç gerçeğiyle karşı karşıya olunmasına rağmen toplumdaki tepkiler aşırı bir yere varmadı. Ancak bir süredir özellikle bazı siyasetçilerin provokasyonlarıyla yabancı düşmanlığının beslendiği dikkat çekiyor. Toplumu ülkedeki yabancıların aleyhinde kışkırtmak için sosyal medya başta olmak üzere farklı mecralarda yalan veya abartılı haberlere başvuruluyor. Yabancıların aleyhinde kullanılabilecek her olay kısa sürede çevrimiçi alana intikal ettiriliyor. Öyle ki ülkede karşılaşılan neredeyse tüm hukuk veya ahlak dışı olayın sorumluluğu yabancılara havale ediliyor. İşin aslı belli olduğunda bile ilk başta estirilen düşmanlık havasından en ufak bir mahcubiyet duyulmuyor.

Türkiye'deki sığınmacılarla mülteciler başta olmak üzere yabancıların büyük kısmının ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları açık. Bazen hayatlarını idame ettirmek, bazen içinden çıkamayacakları kadar kötü koşullardan kurtulmak bazense yalnız ve yalnız ölmemek için ülkelerini terk ediyor bu insanlar. Elbette göç dalgasının hızı da geldikleri ülkenin normlarına uyum sağlama konusunda yaşadıkları sorunlar da eleştirilebilir. Ancak bu insanları doğrudan kriminalize etmek haksız ve yanlış. İçişleri Bakanlığı verileri ülkemizdeki sığınmacıların suç işleme oranlarının Türk vatandaşlarına göre çok daha düşük olduğunu gösteriyor. Aynı göstergeler suça maruz kalma açısından ise tam tersine işaret ediyor. Üstelik ucuz işgücü olarak görülen bu kesimlerin pek çok açıdan çeşitli hak ihlallerine maruz bırakıldığı da bilinen bir gerçek. İşgücü piyasasında bu insanların içinde bulundukları zor durumu kendi lehlerine çevirmek isteyen çok sayıda insanın bulunduğu kolayca tahmin edilebilir. Kendilerini ifade edecek ya da savunacak kanalları bulmakta zorlanan ve zaten en başta "olağan şüpheli" olarak görülen bu insanların çeşitli şekillerde mağdur edilmeleriyle sıklıkla karşılaşılıyor. Dolayısıyla ülkeye sığınan yabancıların haklarını savunmak insanî ve ahlakî bir sorumluluk. Bu insanların bir bölümünün suça karışmaları yalnızca kendilerini ve ilgilendiren diğerleriyle ilişkilendirilemeyecek bir durum. Suç işleyen kişilerin her kim olurlarsa olsunlar takibatları ve cezalandırılmaları güvenlik güçlerinin ve adlî mercilerin sorumluluğu. Aynı etnisiteye mensup insanların tümüne benzer olumsuz özellikleri izafe etmenin sözlükte karşısında "ırkçılık" yazıyor. Herhangi bir nedenle ülkeye sığınan insanları korumak devletin yükümlülüğü. Türkiye'nin de bu konuda oldukça iyi bir karnesinin olduğunu söylemek mümkün.

Kaldı ki yabancı düşmanlığının ülkeye pratik açıdan da bir faydası yok. Yabancılara yönelik saldırgan dil, ülkeye daha fazla katma değer sağlayabilecek eğitimli veya sermaye sahibi kesimleri ülkeden kaçırıyor. Başka bir alternatifi olmayanlar ise aleyhlerindeki tüm propagandaya veya uğradıkları tüm kötü muamelelere rağmen ülkede kalmaya devam ediyorlar. Yabancı düşmanlığının neden olacağı bir diğer sorun, ötekileştirilen kesimlerin giderek radikalleşmesi. İçinde bulundukları toplumda gelecek beklentileri, hatta normal yaşama umutları kalmayan insanların giderek radikal eğilimler içine girmeleri sıkça karşılaşılan bir güvenlik sorunu. Başka bir sorun ise bu tür bir dışlayıcı söylemin dünyanın başka yerlerinde yaşayan Türkler ve Müslümanların benzer mahiyette sorunlarla karşılaşma ihtimallerini güçlendiriyor. Dolayısıyla pratik açıdan yabancı düşmanlığının özellikle Batı ülkelerinde yaşayan yabancıların mevcut sorunlarını büyütmekten başka bir anlamı yok.

Diğer taraftan muhalefetin yabancı düşmanlığını kullanması, sorunun siyasî boyutunu giderek artırıyor. Toplumun yüz yüze olduğu tüm sorunların yabancılara bağlanması, bunlar için politika önerileri geliştirmeyen muhalefet için konforlu bir alan da sağlıyor. Örneğin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, "Suriyelileri davulla zurnayla göndereceğiz" cümlesiyle iktidara geldikleri takdirde kısa süre içinde tüm yabancıları ülke dışına çıkaracaklarını söyledi, ancak bunu nasıl yapacakları konusundaki soruları cevapsız bıraktı. Buna karşılık İyi Parti'den Zafer Partisine muhalefetin büyük bölümü yabancıları geri gönderme anlayışında buluşuyor. Ancak ortada açık bir planın bulunmadığı, amacın sorunu çözmek olmadığı, bu mevzunun sürekli gündemde tutulmasının yeterli görüldüğü anlaşılıyor.

Siyasî zemini tamamen yabancı düşmanlığı üzerine oturtmak AK Parti seçmenini bölme çabasının bir uzantısı olarak görülebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en baştan beri takip ettiği çizgi, yaşadıkları ülkelerde ciddi anlamda baskı gören insanlara mağduriyetleri ortadan kalkana dek kapıları açmak şeklindeydi. Üstelik bu politika, insanî kaygılarla ve ülke içinde herhangi bir siyasî getiri beklentisine girilmeksizin uygulandı. Toplumu diğer pek çok konuya olduğu gibi ülkeye dışarıdan gelenlerle yaşamaya ikna eden de bizatihi Erdoğan'ın kendisi. Sığınmacılara yönelik kışkırtıcı dil, Erdoğan ile toplum arasındaki bağın kopmasına matuf çabaların devamında yer alıyor. Daha açık bir ifadeyle Erdoğan karşıtlığı, muhalefeti uluslararası alanda Türkiye'yi zor durumda bırakacak bir yöne doğru itiyor.

Pragmatik değil, ilkesel

Bunun yanında, böylesi bir tavrın Türkiye'yi uluslararası düzlemde zor durumda bırakacağı da aşikâr. Türkiye, dış politikada dışlayıcı değil, kuşatıcı bir tavır izlemeye gayret ediyor. Özellikle Suriye İç Savaşı başladıktan izlenen açık kapı politikası Türkiye'nin Avrupa Birliği ülkeleri başta olmak üzere Batı dünyası karşısındaki en büyük kozlarından biri oldu. Dahası Türkiye, sığınmacılara karşı pragmatik değil, ilkesel bir duruş sergilenmesi gerektiğini söyleyerek Batı'nın genel tavrını eleştirdi. Nitekim bu duruş, İslâm dünyası başta olmak üzere pek çok ülke nezdinde Türkiye'nin itibarını güçlendirdi. Başka bir ifadeyle göç politikaları Türkiye'nin yumuşak güç politikalarının en önemli unsurlarından biri oldu. Şimdi, muhalefet tarafından sığınmacılara yönelik neredeyse aşağılayıcı bir dil kullanılması ve ülkede sığınmacı karşıtlığının yükseltilmesi, uzun süredir elde edilen kazanımlardan uzaklaşılması anlamına geliyor.

Göç, üstelik kitlesel ve düzensiz olarak gerçekleştiğinde çok sayıda soruna yol açabilecek bir olgu. Ülkenin güvenliği ve toplumsal düzeni bu durumdan en fazla etkilenebilecek alanlar. Ancak göçün bir "olgu" olduğunun altını çizmek gerekiyor. Bu bakımdan, bu olguya mutlak karşıtlık ekseninde yaklaşmak göçle ilgili şimdiki karşılaşılan ve gelecekte ortaya çıkması muhtemel sorunların çözümüne hiç katkı sağlamıyor. Dolayısıyla yabancılara yönelik toplumsal hassasiyetleri harekete geçirmeyi hedefleyen bir yaklaşım benimsemek yerine, somut, uygulanabilir ve her şeyden önce insanî politika önerilerinin geliştirilmesi önem taşıyor. Bu tür bir tartışma zemini, göçle ilgili sorunların Türkiye'nin millî menfaatleri doğrultusunda çözülmesi için de gerekli şartları hazırlayacaktır.

Haber Haberleri

ABD seçimleriyle değişim beklemek mümkün mü?
Kırıkkale'de eski YRP'li Belediye Başkanı Hilmi Şen öldürüldü
CHP, Lütfü Savaş'ı ihraç ediyor
Edirne’de toplanan Balkan alimlerinden Gazze mesajı
Mossad'ın hedefinde bu sefer İtalya Başbakanı Meloni vardı