Mustafa Özcan / Maarifin Sesi
Paşalar arasında yabancı dil polemiği
İmam Gazali tasavvuf gibi Yunan fikriyatına dayanan mantık ilmini de İslami ilimler ya da zaruri ilimler kategorisine ve kapsamına alır. Hatta ondan menkul bir söz şöyledir. Mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmez. Ya da bu söz sonraki asırlarda iştihar etmiş olmalıdır. Elbette İbnu’s Salah, İbni Teymiye gibi Yunan mantığının muteber ve şer’i ya da alet ilimleri arasına katılmasına itiraz edenler çıkar. Şöyle söylerler: Nasıl Yunan filozoflarını İslam alimi olarak saymıyorsak onlardan menkul ilimleri de şer’i ilimler kapsamına alamayız, sokamayız. Gazali ise geniş ufukludur bu itiraz yapanlar şöyle seslenir: Mesele ilmin nereden geldiği değil faydalı olup olmadığıdır. Gazali alet ilimleri gibi mantık ilmini teknik bir ilim olarak görür. Gerçekten de hadis demetleri arasında ‘hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa onu alır’ şeklinde buyruklar görülmüştür. ‘İlim Çin’de dahi olsa alın’ aynı doğrultuda literatürümüzü girmiş teşvik ve ifadeler arasındadır. Bu da gösteriyor ki ilimde mahremiyet olmaz.
İmam Rabbani ve Bediüzzaman bu anlamda nesillerin birbirine katkısını nazara vermişler ve bu anlamında ‘telahuku efkar’ kavramını kullanmışlardır. Nesillerin gayretlerinin üst üste yığılmasıyla medeniyet teşekkül eder. Yeryüzünün imarı sağlanır. Mantık ilminin faydalarından birisi ilimlerin terazisi olmasıdır. İlimleri ölçüye vurur. İlimlere muhakeme ve sağlama getirir. Bu nedenle de mantık ilmi bilmeyenin ilmine itibar edilmeyeceği söylenmiştir. Zira tezleri ve görüşleri tahkikten veya muhakemeden geçmemiştir.
Zamanla yabancı dil meselesi de böyle olmuştur. Kimileri yabancı dil bilmeyenin ilmine itibar edilmeyeceğini söylemiştir. Önerilen yabancı dil bölgeden bölgeye veya asırdan asra değişebilir. Küresel kültüre ulaşmanın en kestirme yollarından biri çağa göre rayiç olan yabancı dili bilmek ya da öğrenmektir. Bu bazen Fransızca bazen de İngilizce olabilir. Fransız Devrimiyle birlikte Fransızca öne çıkmıştır. Avrupa ve İslam aleminde bir zamanlar Fransızca rayiç ve geçerli bir dil haline gelmiştir. Bunun tartışması Osmanlı sarayına kadar aksetmiş ve yansımıştır. Kabinede bir garpçı ya da frenkmeşrep Mitnat Paşa vardır. Paşa valiliklerinde yenilikler getirmiş ve icraatlarıyla göz doldurmuş ve ün salmıştır. Tuna, Aydın ve Suriye Valisi olan Mithat Paşa, ilk Osmanlı anayasası olan Kânûn-ı Esâsî’yi hazırlayan kurulun başkanlığını da yapmıştır. Mithat Paşa, Padişah Abdülaziz döneminde savunduğu reform politikalarıyla ün salmış ve iki kez sadrazamlık yapmıştır.
Mithat Paşa ile Ahmet Cevret Paşa kabine toplantılarında sıklıkla bir araya gelirler. Lakin aralarında ruhi ve manevi bir ahenk yoktur. Biri garba diğeri şarka bakar. Ahmet Cevdet Paşa mütebahhir ve gelenekçi bir alimdir. Hem hukukçu hem de tarihçidir. Mithat Paşa anayasayı hazırlama kurulunun başkanlığını yapmışsa Ahmet Cevdet Paşa da Mecelleyi hazırlama heyetinin başında bulunmuştur. Kısaca bir şarklı ile bir garpçı aynı çatı altında veya aynı kabinede buluşmuş, bir araya gelmiştir. Aralarında konular dönüp dolaşır yabancı dil meselesine gelir. Ahmet Cevdet Paşa Mithat Paşa’nın hilafına Fransızca bilmemektedir. Mithat Paşa da bu nedenle Ahmet Cevdet Paşa’yı iğneler ve dokundurur.
Mithat Paşa Gazali’nin mantık için söylediğini ya da söylediği varsayılan değerlendirmeyi Fransızca için yapar. Der k, Fransızca bilmeyenin ilmine itibar edilmez” Kısaca asrın ilimlerinin sağlamasını Fransızca bilmeden yapmanın imkansızlığına kail olur. Bunun üzerinden elbette kendisine de pay çıkarır.
Elbette Ahmet Cevret Paşa bu ifadenin altında kalmaz ve şöyle söyler: Yabancı dil bilmenin mahsuru yoksa da tek kriter olarak görmek yanlıştır ve beyhudedir. Sözgelimi Fransa’ya gittiğinizde lostra salonlarında çalışanlar veya ayakkabı boyacıları da ana dilleri olduğu için Fransızcayı mükemmelen konuşurlar ve bilirler. Hatta Mithat Paşa’ya da fark atarlar. Peki bu onlara hangi avantajı sağlamaktadır? Bunun üzerine Ahmet Cevdet Paşa Mithat Paşa’yı mat eder. Eski ifadesiyle ifham eder ve mebhut hale getirir.
Bununla birlikte ulema da zamanla yabancı dil bilmenin egemen veya başat kültüre ulaşman en kestirme yolu olduğuna kanaat getirmiştir. Bunlardan birisi Muhammed Abduh diğeri de Elmalılı Hamdi Yazır’dır. Her ikisi de kendi gayretleriyle Fransızca lisanını öğrenmişlerdir.
Tartışmanın geneline baktığınızda her iki paşa da aslında kendince haklıdır. Aradaki zıtlaşmayı şöyle gidermek mümkündür:
Nitelikli insanda dil nitelik kazanır. Bu, Hazreti Peygamberin bir buyruğunu hatırlatmaktadır: İyi adamda iyi mal ne güzeldir!