Referandum öncesi yapılmadık hiçbir şey kalmadı. Herkes konuştu, herkes yazdı. Meydanlar doldu boşaldı, ekranlar rengarenk konuşmalara şahit oldu.
En sonunda da halk konuştu. Oylarıyla nihaî mührü onlar bastı. Artık o sözden daha önemli bir hüküm yok: Yüzde 58 'Evet', yüzde 42 'Hayır'.
Yüzde 58 gibi büyük bir başarıya imza atan 'Evet'çi kitle olabildiğince dikkatli davranıyor. Zafer sarhoşluğu sayılabilecek tavırlardan kaçınıyor. Bu asil tavrı alkışlamak şart. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın referandum sonrası yaptığı mutedil ve kucaklayıcı konuşma demokrasi tarihimizin bir sayfasında taçlandırılmalı. Referandumda 'Evet' diyen siyasî aktörlerden hiçbiri, ne Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ne de Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Yalçın Topçu şımarık sayılabilecek en küçük bir kelamda bulundu. 'Evet'i destekleyen sivil toplum kuruluşlarından gurur ifadesi sayılabilecek, tekebbür imasında bulunabileceğimiz en küçük bir davranış sergilenmedi. Bu durumu da, demokratik teamüller geleneğimize kaydetmeliyiz, takdir ve tebriklerimizi bu hususta not etmeliyiz...
YİNE BU HALKIN KARŞISINA ÇIKILMAYACAK MI?
Mademki demokrasi bir tahammül rejimidir, zaferi de hezimeti de olgunlukla karşılamak ve halkın verdiği kararı içselleştirmek gerekiyor. Vatandaşın iradesini sandığa yansıtması, "Siz kendinizi yeterince anlattınız, şimdi söz sırası bende!" anlamına gelmektedir. Aklı başında siyasetçi ve aydın, halkın iradesine saygı duyar, o iradenin ipotek altında olmadığını, feraset ve basiretle beslendiğini idrak eder.
Yüzde 60'lara dayanan 'Evet' desteği büyük bir olgunlukla karşılandığı halde, onca propagandaya ve ilginç ittifaka rağmen 'Hayır'ın beklentinin çok altında çıkmasını, Hayır'cı cephe aynı teenni ve dikkatle kabul etmiş midir? Maalesef!
Olması gereken şuydu: "Referandum öncesi söylenmedik söz kalmadığına göre halkın nihaî kararına saygı duymak, sonucu öpüp başımıza koymak, demokrasiye olan inancımızın gereğidir." Böyle diyeceksin ki, bir başka zaman halkın karşısına çıkmaya yüzün olsun. Halka saygın olacak ki sandığa başvurulduğu her dönemde o insanlardan oy talep edebilesin.
Ne yazık ki 'Hayır' cephesi sonuçların açıklandığı ilk dakikadan bu yana mazeretler oluşturmaya başladı. İktidarın devlet imkânlarını tepe tepe kullandığını iddia edenler, hükümetin muazzam hizmetler götürdüğü şehirlerde neden beklenen başarıyı elde edemediğini izah edemedi. 'Evet' diyenlerin baskı altında tutulduğu "Sezen değil, Sazan" dendiği ve bazı sanatçıların linç edildiği kampanyaya rağmen, "Hayır'cılar üzerinde baskı kuruldu." dendi. İnandırıcı hiçbir mazeret uydurulamadı. Yine de bunu anlamak gerekiyor; başarısızlık mazeret arayışına iter insanları...
Yürekten inanılan bir sonuç elde edilemeyince, atf-ı cürümde bulunmaya başladılar. CHP'nin çok çalıştığını, MHP'nin miting bile yapmadığını söylediler. Doğru mudur? Hayır. MHP üst yönetimi (anlaşılmaz bir şekilde) işi inada bindirdi ve yoğun bir propaganda yaptı. Vakıa, 12 Eylül darbesinin en çilekeş kitlesi olan ülkücü camia 'Hayır' kampanyasına sıcak bakmadı. Bakamazdı da! Buna rağmen, 'Hayır'ın bütün ceremesini ve bozgun havasını MHP'nin üzerine yıkıp CHP'yi aklamak paklamak doğru bir taktik midir? Hayır. Çünkü siyasî gerçeklikle de sosyal gerçeklikle de uyuşmuyor. CHP'nin kendi tabanını ikna etmesi de imkânsızdı. Zira 12 Eylül darbesinin bir başka mağduru sol hareketler ve CHP'nin tabii ki kendisiydi.
Referandumun başa baş gittiğini, son lahzada 'Hayır' kararının çıkacağını, 'Hayır' çıkmasa bile 'Evet'in kıl payı önde olacağını düşünenler aslında siyaset mühendisliği yapıyordu. Beklentileri çıksaydı siyaseti erken seçime zorlayacaklar, oradan da CHP-MHP koalisyonu için kapıların aralanmasını bekleyeceklerdi. Çok güvendikleri 'kamuoyu araştırmaları' fasa fiso çıktı. Ya da halk, siyaset mühendislerinin son tasarımını fark edip bir kere daha tarihî bir karar verdi. Halkı aptal yerine koyan birileri güya espri yapıyormuş gibi pişkinliğe başvurarak, "Aziz Nesin de haklı çıktı!" dedi ve halkı tahkir ve tacizi tercih etti. Bu mudur demokratik tahammül sınırı? "Bu halk bir şeyden anlamaz!" diye serzenişte bulunanlar, bu milletin demokrasiyi hak etmediğini düşünüyor. Bu alil kanaat yeni değildir. Öteden beri milletin bilgisini de sezgisini de içine sindiremeyen ve kendini aydın gören insanlar, kitleler bulunmakta. Demokrasimizin gelişmesini, sosyal barışın tesisi vs. önünde en önemli engel bu tepeden bakıştaki tekebbürdür... Mesela Danıştay gibi önemli bir kurumun başsavcılığını yapmış, şimdilerde Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) başkanı olan Tansel Çölaşan, "O oylar bilinçli ise ne âlâ. Bilinçli olmayan yani yüzde 42'lik dilimin dışında olan oylar bana göre, gaflet, dalalet ve ihanet içindedirler." diyerek tahammülsüzlüğün nerelere varacağını göstermiş oluyor.
MAĞLUBİYETTEKİ BU DAVRANIŞLAR GALİBİYETTE NELER YAPILACAĞININ SİNYALLERİ
Meseleyi bir de değişik boyutlara taşıma gayreti var. Neymiş? Yüzde 58 'Sünni ittifakı'ymış. Öyle mi? Meseleyi bir mezhep ittifakına dönüştürmek hem yanlış bir analiz hem de nifak ve şikâkı körükleyebilecek bir yaklaşım. "Bu analizi yapanların maksadı böyle bir hataya sebep olmaktır..." demiyorum. Ancak maksat ne olursa olsun sonuç bazı yanlışlara yol açabilir. Yüzde 60'lara dayanan 'Evet'i, "Sünni ittifakı" diye bir noktaya sıkıştırırsanız; 'Hayır' diyenlere de birileri çıkıp, 'Alevi ittifakı' deyiverir. Bu da yanlıştır. Bu yanlış koridora giren bir talihsiz yorum, konuyu Kemal Kılıçdaroğlu'nun özel kimliğine kadar götürüp korkunç bir hataya neden olurlar. Halkın iradesini Sünni, Alevi, Kürt, Türk vs. gibi ayrıştırıcı ve tefrika oluşturucu bir kanala hasretmek tarihî bir hata oluşturur.
12 Eylül referandumu geldi, geçti. Demokrasi tarihimizde yeni bir dönem başladı. Ortaya çıkan manzarayı 'Evet'çiler kadar, 'Hayır'cılar da içine sindirebilmeli. Onca umudun yüzde 42'ye takılmasıyla şok yaşayan kitleleri de makul karşılamak gerekiyor. Onların hissiyatına saygı göstermek asgari düzeyde takınılması gereken bir nezaket üslubudur. Ancak bu nezaketi her taraftan da beklemek gerekiyor. Onca kara propagandaya ve ittifaka rağmen yüzde 42'ye takılan kişilerin agresif yaklaşımlarını üzülerek görünce "Acaba Hayır'lar yüzde 60'a dayansaydı, Evet'çilerin olgunluğunu bu kitle gösterebilir miydi?" diye sormadan edemiyoruz. Çünkü yapılan bazı tahkir edici yorumlar başarısızlığın hazmedilemediğini gösterdiği gibi, başarı durumunda ortaya çıkacak şımarık tutumu da deşifre ediyor. Üzücü! Bunların hiçbirine gerek yok. Millet ne diyorsa o! Gerisi yalan.
ZAMAN