Ya tutarsa

SEZAİ ARICIOĞLU

Hoca Nasreddin’in meşhur fıkrasını hepimiz biliriz. Hani şu göle maya çalıp da alaya alınınca “ya tutarsa” deyip hem kendisini izleyenleri işlettiği hem de durumu kurtarmayı denediği fıkrayı. Bu ülkenin hali de teşbihte hata olmazsa aynen buna benziyor.

Yaklaşık altı yedi asırdan bu yana ümmet bilinç ve şuurundan uzaklaştırılmış ve kendisine biçilen rolü veya rolleri oynamaya alıştırılmış Müslümanların bugün itibariyle gelmiş oldukları nokta bir gün öncesi ile aynı olmasa da istenen seviyede olduğu da söylenemez.

20.yüzyılın başında hemen hemen elli yıl kadar süren; Müslümanların işgallere karşı verdikleri bağımsızlık/kurtuluş/istiklal mücadelelerinin sonucunda elde edilen veya kendilerine bir lütuf olarak verilen özgürlüklerin hiç de sahici ve kalıcı olmadığı üzerinden çok da fazla geçmeden ortaya çıktı.

Büyük fedakarlıklar göstererek örnek bir dayanışma ile düşmanı (!) yurttan def eden Osmanlı bakiyesi insanlar, 1925’den itibaren korkunç baskı tehcir ve işkencelere maruz kaldılar. Burada sayısını tam olarak sayamayacağımız kadar bir çok direniş örgütlendi, harekete geçirildi fakat İttihat ve Terakki cuntası bunların üstesinden gelmeyi bildi. Yüzde doksanı doğuda Kürdistan olarak bilinen ve tanınan bölgede gerçekleşen bu ayaklanmaların etkisiyle olsa gerek bu coğrafyanın sisteme entegrasyonu da çok zaman aldı yada halen de almaya devam ediyor.

Ya tutarsa mantığı ile hemen hemen her yolun denendiği bu coğrafyada son olarak oynanan oyun 12 Eylül darbesinden sonra sahnelenen Kürtlerin sekülerleştirilmesi/laikleştirilmesi oyunuydu. Lice’nin küçük bir köyünde kurulan bir örgüt kısa sürede önce Diyarbakır’da sonra da tüm Kürdistan’da inisiyatifi eline geçirdi. (Bunda Diyarbakır cezaevinde uygulanan korkunç işkencelerin payı da hatırlanmalıdır elbette.)Bu acı mirasın üzerine kurulan PKK; TC ile girdiği amansız mücadelede Güney Kürdistan’ı da kapsayacak şekilde varlığını her geçen gün daha da pekiştirdi. En başından beri Türklük temeli üzerine kurulmuş ve bundan başka her şeyi yok sayan TC’nin egemen zihniyeti yine aynı şeyi yaptı ve Kürtleri yok saymaya devam etti. Bilhassa doksanlı yıllarda çok ağır bedeller ödemeyi göze alarak yüzmilyarlarca doları silahlı mücadeleye ayırarak sorunu halledebileceğini kendilerinin söylemiyle “köklerini kurutacağını” düşündü. Buna rağmen PKK; en ağır kayıpları verdiği zamanlarda bile hiç zorluk çekmeden kendisine taraftar bulabildi ve dağa çıkışlar bitmedi aksine daha da arttı.

Bu arada ülke siyasetindeki yozlaşma/kendi seçkinci sınıfını oluşturma /adam kayırma/sömürgeci zihniyetin iyice azgınlaşması/siyasetteki yozlaşmaya paralel olarak halkın da bunlara karşı çıkmayı değil de yaranmayı seçmeleri yüzünden bütün ülke her yönden müthiş bir düşüşle uçuruma yuvarlandı.”Merkez siyaset” doksanlı yılların ortalarına gelindiğinde tamamen çökmüştü. Bunun tahlilini yapamayan kendi menfaatinden başka bir şey düşünmeyen yönetici seçkinler 54.Hükümet’in uygulamalarını doğru okuyamayınca apar topar bunu devirebilmenin derdine düştüler. ”Topyekün savaş” sloganı ile sürdürdükleri kampanya 28 Şubat darbesi ile nihayet buldu. Topyekün savaş açtıkları şey açıkça halkın kendisiydi. Bumerangın geri döneceği zaman da mutlaka gelecekti.

Doğuda sürdürdükleri acımasızlıkları köy yakmaları köy boşaltmaları insanları tehcir etmelerinin yanına 28 Şubat’la birlikte müslümanları da koydular. Böylece nüfus olarak en fazla dört- beş bin aileye tekabül eden mutlu bir azınlık geriye kalan milyonlarca insana savaş açmış oldular. 17 Ağustos’un yıkıcı etkisi en fazla devletin o köhne yerinden kıpırdamayan yapısını derinden sarstı ve ardı ardına patlayan ekonomik krizlerinde tetiklemesiyle Kemalizm çöktü.

2002 yılından bu yana ise AK Parti hükümeti ile sisteme yeniden şekil vermek, Kemalimi 21.yüzyıla uydurmak, AB uyum süreci kapsamında insan hakları, özgürlükler, çoğulculuk, sivil irade gibi büyülü kavramlarla 28 Şubat travmasını henüz üzerlerinden atamamış Müslümanları da arkasına alarak bugünlere gelindi.

Bugün itibariyle ise Nasreddin Hoca mantığında değişen fazla bir şey yok. Her açıdan ve her kesim açısından herkes elinde bir tas yoğurt “ya tutarsa” diyebileceği  su birikintilerini arıyor.