Ya Türkiye kapıyı ABye kapatırsa?

Şahin Alpay

Geçen hafta Berlin'de sosyal demokrat eğilimli Alman araştırma kuruluşu Friedrich Ebert Vakfı'nın "Türkiye Nereye Gidiyor? Türkiye'nin Bugünkü Avrupa ve Dış Politikası" başlığı altında düzenlediği toplantıya katıldım.

Almanya ve Türkiye yanı sıra başka bazı Avrupa ülkelerinden gelen akademisyenlerin, gazetecilerin ve diğer uzmanların katıldığı toplantıda tartışmaların çerçevesini çizen konuşmayı, Alman Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nün (SWP) önde gelen araştırmacılarından biri olan Dr. Heinz Kramer yaptı. Kramer'in AKP iktidarı altında yeni Türk dış politikası ile ilgili değerlendirmesi şöyle özetlenebilir:

Yeni dış politika Türkiye'nin Batı ile İslam dünyası arasında "köprü" olduğu fikrini desteklemiyor; "merkezi devlet" olma iddiası, farklı bir yönelişe işaret ediyor. Bu durumda, Türkiye'nin yeni dış politikasının AB'nin ortak dış ve savunma politikasıyla ne ölçüde bağdaştığı sorusu ortaya çıkıyor. Davutoğlu'nun "stratejik derinlik" doktrini, Türk dış politikasının başarılı olması için AB üyeliğini gerektirmiyor. Dolayısıyla AKP, ilke olarak, Türkiye'nin "merkezi" niteliği olumsuz olarak etkilenmediği sürece AB ile özel bir ilişkiyi kabul edebilir. Yeni dış politika, Türkiye'nin Batı yönelimli geleneksel çizgisinden kesin kopuş anlamına geliyor. Buna rağmen, Türkiye'de yürütülen AB tartışmasında, üyeliğin gerçekleşmemesinin sonuçlarının ne olacağı sorusundan kaçınılması şaşırtıcı.

Kramer'in tesbitlerine verdiğim cevapları da aşağıdaki noktalarda toplayabilirim: Eğer geleneksel Türk dış politikası Batı'ya kayıtsız şartsız tabi olmak, bölgesine sırt çevirmek, komşularıyla yakınlaşmaktan kaçınmak, askeri tehdit ve güç kullanımını dış politika aracı olarak kullanmak, dış dünyayla ilişkilere 'bir tarafın kazancı diğerinin kaybıdır' zihniyetiyle yaklaşmak anlamına geliyorsa, yeni politikanın bu çizgiden ayrıldığı muhakkak.

Yeni dış politika, komşularla konuşarak, ekonomik karşılıklı bağımlılığı arttırarak sorunlara iki tarafın da kazandığı çözümler bulma ilkesine dayanıyor. Bu politika ile Türkiye bölgesindeki bütün devletlerle ve bütün önemli devlet-dışı oyuncularla diyalog kurarak, kendisinin ve dünyanın güvenliğini tehdit eden anlaşmazlıklara barışçı çözümler bulunmasını kolaylaştırmaya çalışıyor. Ankara'nın dış politika girişimlerinin, Batı'nın İran, Suriye ve Irak'taki çeşitli taraflar gibi bölge oyuncularıyla diyalogunu kolaylaştırdığına da kuşku yok.

Yeni dış politikası Türkiye'nin Batı'ya yönelimiyle, yani ABD ile yakın ilişkiler kurma ve AB'ye tam üye olma hedefleriyle kesinlikle çelişmiyor. Obama yönetimi Türkiye'nin Batı ittifakı açısından önemini tam olarak kavradığı gibi, AB üyeliğini de tam olarak destekliyor. Fransa ve Almanya değilse bile, Britanya, İtalya, İspanya, İsveç ve Polonya dahil AB'ye üye ülkelerin çoğu da Türkiye'nin üyeliğini desteklemekte. Bu durumda AB'nin (ya da Batı'nın) ortak dış ve güvenlik politikasından nasıl söz edilebilir?

Yeni dış politikası, güvenliğini arttırarak ve ekonomik kalkınmasına katkıda bulunarak sadece Türkiye'nin ulusal çıkarlarına değil, temsil ettiği barış ve demokrasi değerlerinin bölgesine yayılmasına yardımcı olarak AB'nin çıkarlarına da hizmet ediyor. Bu politika sadece Türkiye'nin değil AB'nin İslam dünyasındaki imajını da olumlu yönde değiştirdi. Eğer AB üyelik kapılarını kapatacak olursa, yeni dış (ve iç) politikasıyla Türkiye'nin bunun sonuçlarını göğüslemeye çok daha hazırlıklı olacağı muhakkak. Bu açıdan bakınca yeni politikanın Türkiye'nin üyeliğine karşı olan Avrupalıların da işine geleceği söylenebilir.

Kramer, Türkiye'nin AB'nin üyelik kapılarını kapatmasının sonuçlarının ne olabileceği konusunu tartışmayı ihmal etmemesini istemekte haklı. Ne var ki, toplantıda Türkiye'nin kapıları kapatması halinde bunun AB için sonuçlarının ne olabileceğinin Avrupa'da tartışılmasının aynı ölçüde yararlı olacağı da belirtildi.

ZAMAN