‘Devletin bekası’ kavramı siyasilerin çok sık başvurduğu bir kavram. Şüphesiz yüce bir amaç uğruna birtakım zorlukların göze alınması ve hiçbir fedakarlıktan kaçınılmaması anlamında kullanıldığında doğru bir yaklaşımdır. Ne var ki, hemen her dönemde pek çok yanlış, hukuksuz, gayrı meşru iş ve eylemin bu kavramın ardına sığınarak icra edilmiş olduğu da bilinmektedir. Nitekim Yavuz Bahadıroğlu Kanuni’nin oğullarını öldürtmesini devlete isyan suçunu işleyen kişilere verilmesi gereken ceza bağlamında izah etmiş. Padişahın bu ağır suçun cezalandırılması hususunda oğullarını istisna etmemesini de bir büyüklük olarak tanımlamış.
Verdiği örnekte kendi oğlu karşısında dahi hukukun gereğini yapma anlamında Kanuni’nin eylemini değerli bulmak mümkün elbette ama ya Osmanlı sultanlarının küçük yaştaki çocuklarının boğdurulmasına yönelik eylemlerini nasıl yorumlayacağız? İleride ortaya çıkabilecek taht kavgalarının önüne geçmek kaygısıyla devletin bütünlüğünü sağlama gerekçesiyle masum çocukların öldürüldüğünü biliyoruz. Açık bir şekilde hududullahın çiğnenmesi anlamına gelen bu icraat hiçbir gerekçeyle mazur görülemez, meşru addedilemez! Devletin bekası adına dahi olsa!
*
Yavuz Bahadıroğlu’nun Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bahse konu yazısı (21 Ocak 2019) şöyle:
Şehzadeler “Beka” Uğruna Katledildi!
Sayın Cumhurbaşkanımız, sık sık “beka” vurgusu yapmakta haklıdır: Çünkü devletimizin bekası tehdit altındadır.
Geçenlerde Sayın Devlet Bahçeli deaynı konuya değinmiş, “Belediye mi beka mı derseniz, beka derim” şeklinde konuşmuştur.
Elbette ki “beka”: “Beka” olmazsa, siyaset, hattâ devlet olmaz!Osmanlı padişahları bu yüzden nice şehzadenin hayatına son verdiler.
Osmanlı’da “devlet mi, evlât mı?” sorusunun cevabı, tereddütsüz “devlet”tir! Dün öyleydi, bugün de böyledir. Evlâtlarını hâlâ “devlet uğruna” şehit veren bir milletin bunu anlaması gerekiyor.
Hâlbuki birkaç yıl önce bu milletin kültür bakanlığını yapan zat, “Kanuni oğlunu boğdurduğu gün ölmeliydi” demişti.
Böyle bir mantık perişanlığı “şefkat” eseri olamaz, olsa olsa “cehalet”in yahut umursamazlığın eseri olabilir.
Çünkü Kanuni’nin iki oğlunu (Mustafa ve Bayezid beyleri) idam gerekçesi isyandı. Kanuni gibi, karıncanın hakkını dahi gözetip, ağaçlara zarar veren karıncaları öldürmesinde günah olup olmadığını Şeyhülislâma soracak kadar titizlenen bir Padişah, elinde sağlam deliller olmadan insan öldürtmez: Hele de oğullarına kıymaz!
Kanuni, oğullarının isyan hazırlığı içinde olduklarını öğrenmişti. Defalarca “Nasihat heyetleri” göndermiş, ama vazgeçirememişti. Biraz daha müşfik (babaca) davransaydı, devlet param parça olacaktı. Devletin (ve dinin) bütünlüğünü korumak gibi büyük bir sorumluluk taşıyan Padişah, böyle bir durum karşısında “babaca” davranamaz, oğullarını bağışlayamazdı. Böyle bir zaaf gösteremezdi. Gösterseydi, dünya durdukça lânetle anılırdı.
Böyle bir durum karşısında oğullarına “babaca” davranması demek, onların önderliğinde çıkacak savaşlarda binlerce Müslümanın ölmesi, ayrıca da devletin bölünmesi demektir ki, Şehzade katlinden daha büyük bir vebaldir. Bu içtihadla Osmanlı hukukçuları “adalet-i mahza” yerine “adalet-i izafiye” uygulamışlar, devletin bekasını şehzadelerin hayatına tercih etmişlerdir. Günahsa, onların günahıdır: Bizim sadece olayı anlamaya çalışmamız lâzım.
Düşünün: Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler, “bölücü terör”karşısında sessiz kalabilir mi? “Kimse ölmesin” anlayışı içinde, Türkiye’yi PKK/PYD’ye peşkeş çekebilir mi?
Şimdi tekrar “beka” bahsine dönebiliriz. Osmanlılar “beka” yerine, “sonsuza kadar sürecek devlet” anlamında “Devlet-i ebed-müddet” tabirini kullanırlardı. Bunun anlamı konusunda Nihal Atsız şöyle diyor:
“Türkiye Cumhuriyeti gökten zembille inmemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun devamıdır. Osmanlı İmparatorluğu, İlhanlı Devleti’nin uç beyliğinden doğmuştur; demek ki onun devamıdır. İlhanlı Devleti Anadolu’daki Selçuklu Devleti’nin devamıdır. Anadolu’daki Selçuklu Devleti ile Batı Türkistan ve İran’daki Harzemşahlar Devleti Büyük Selçuklu Devleti’nin devamıdır. Büyük Selçuklu Devleti; Karahanlıların, Karahanlılar Uygurların, Uygurlar Gök Türklerin, Gök Türkler Aparlar, Aparların Siyenpilerin, Siyenpiler Kunların devamıdır.
“Bu devamlar kesintisiz, aralıksız bir tarihin kadrosudur. Yani biz, biri yıkılıp biri kurulan ayrı ayrı devletlerin değil, bir bütün halinde sürüp gelen bir devletin milletiyiz.”
Tarihi gerçekçilik bakımından tartışmalı bir yorum olsa da mantığı doğrudur. Biz “Devlet-i ebed müddet” anlayışının mirasçılarıyız. Bu anlayıştan asla vazgeçmeyiz.
Hülâsa “beka” en önemli meselimizdir.