Ya iktidar ya ölüm

Markar Esayan

Açıkçası PKK ve BDP çizgisinin ağır basan söyleminden benim anladığım şu: “Kürtleri anlamanızı istiyoruz. Ama bunu, kan akıtmaya ve dökmeye devam ederek anlatmak istiyoruz. Hem kendi çocuklarımızın kanını, hem de bizi anlamasını istediğimiz muhatapların çocuklarının kanını. Sorun yaratma aklımız çok iyi çalışıyor. Her zaman bir neden bulabiliriz. Bu nedenin rasyonel olması gerekmiyor. Siz bize neden barışın gerekli olduğunu, bunun için siyaset ve sivil yöntemlerin neden kullanılması ve şiddete tercih edilmesini anlattıkça, biz bunlara otuz yıllık savaştan bir sürü karşı kanıt üretir, savaşı gerekçelendirebiliriz. Bizi akılla ikna edemezsiniz. ‘Bizim üç bin KCK’lı önderim içerde, diğer PKK’lilerle bu sayı 10 bini buluyor’ deriz mesela; susar kalırsınız. Siz bize ‘Öcalan’ın Barış Konseyi’ne anlaşma sağlandı dediği, BDP’nin 1 ekimde yemin etmeye karar verdiği günde neden Silvan’da 13 askeri öldürüyorsunuz’ dediğinizde, ‘Çatışmasızlık sürecinde 43 gerilla öldü, nefsi müdafaa hakkımız var’ deriz. Bununla da kalmayız, aynı gün Diyarbakır’da Demokratik Özerklik ilan ederiz ki, Türklerin damarına basalım, AK Parti iyice köşeye sıkışsın, askere teslim olsun, sertlik olsun, bir de üzerine bir polis daha öldürürüz ki, hani olur a, sizin gibi deliler çıkıp ‘Her şeye rağmen barış çabalarına, Öcalan’la görüşmeye devam’ diyemesin.”

Çünkü bu bir akıl meselesi değil artık. Bu bir vicdan ve değerler tutulması. Akıl çalışıyor maşallah. O nasıl bir akılsa!

Hayatımda unutamayacağım şeylerde biri, Diyarbakır’da çatışmasızlığın değerlendirileceği günlerden evvel toplanan DTK’nın sonuç bildirgesinde yer alan “PKK’yı çatışmasızlığa devam et çağrısı yapmayı ahlaki bulmuyoruz” cümlesiydi...

Diğeri de 30 Haziran 1996’da sekiz askerin ölmesine, 29’unun da yaralanmasına yol açan intihar bombacısı Zeynep Kınacı’nın anmasında Sebahat Tuncel’in “30 yılık mücadelede 18 bin gerilla yaşamını yitirmiştir. 30 yılda büyük emekler bedeller verildi. Bugün rahat siyaset yapmamızı, bu kadar rahat konuşmamızı bu arkadaşlarımıza borçluyuz” demesidir.

Bu zihniyetle mi barış konuşacaksınız?

Savaşı ve kanı böyle ululayan bir akıl tutulmasına hangi mesajı verebilirsiniz, nasıl paradigma değiştirtebilirsiniz?

Tüm ülkede yerel yönetimlerin özerkliğini tartışacağımız yeni bir anayasa dönemi açılırken, 13 askerin kanı kurumadan ne idüğü belirsiz, planlanmamış, önerisi, kurumları belli olmayan, muğlâk bir Demokratik Özerklik ilan etmek, savaşa devam etmeyi istemekten başka ne anlama gelebilir ki!

Ama düşünce şu: “Bana verilmesini istemiyorum, buna da emek vermek istemiyorum zaten. Şartlar uygun, bunları bana Türkiye Cumhuriyeti vermesin, öyle ki, ben zorla almış, zafer kazanmış, iktidarımı sağlamlaştırmış olayım. Bu arada akan her damla kan da, nefreti arttırır. İşler koparsa, Diyarbakır’ı Tahrir’e çevirir, bunu bölge, dünya meselesi yaparım. Diyarbakır’a BM veya NATO müdahale eder. Yeme de yanında yat sonra.”

Yok kardeşim, öyle olmaz o işler.

Evet, hepimiz çok zarar görürüz, evet bir elli bin kişi daha ölür, ama o okuma yanlış; burası Mısır, Libya, Suriye olmaz. Çünkü sen, önünde ciddi bir siyaset imkânını, açılmış sivil kanalları kullanmıyorsun. Kan dökülmesini umursamıyorsun. Kimse o beklediğin dersi vermez Türkiye’ye. Ordu da bundan sonra sahte savaş yapmaz seninle. Kürt sivillerle değil, seninle savaşır.

Ama umurunuzda değil, değil mi? Ya iktidar ya ölüm. Orası da tıkandığımız yer zaten.

Vicdanlı insanlar neredesiniz

Benim gördüğüm kadarıyla, aklın tutulduğu bu noktada, vicdanın devreye girmesi, tüm vicdanlı Türklerin, Kürtlerin ve hepimizin, vicdan paydasında akan kana dur dememiz gerekiyor. En büyük iş Başbakan Erdoğan’a düşüyor. Başbakan Müslüman bir adam. Bu akıl tutulmasının kilidi belki budur. Bu tuzakların bizi körleştirmesine izin vermemek için, olaylara vicdan ve inanç gözünden bakmak gerekir belki. Ben başka çare göremiyorum. Vicdanla aklımızı iyileştirilebilir, oradan da teknik boyuta geçebiliriz. Şu anda Kürt vatandaşlarımıza, açılıma en fazla sahip çıkmak gereken zaman Sayın Erdoğan. Sizin Tansu Çiller’in yoluna sapacağınıza hiç ihtimal vermem. Ama Hasan Cemal’in dün dediği gibi, haklı olarak çok kızgınsınız. Ama üzerinizdeki tarihî sorumluluk, devlet adamında olması gerekli soğukkanlılığı size dayatıyor. Hep aynı tuzağa düşmeyelim. Barış dilini ve inadını bırakmayalım.

Türkler, Kürtler, Ermeniler, bizler kardeşiz, sevgiliyiz, ortağız, kaderdaşız. Birlikte yaşayacak ve birlikte mutlu olacağız bu ülkede.

Ve inanınız, sayımız öyle çok ki.

Yeter ki sessiz kalmayalım.

markaresayan@hotmail.com

TARAF