Ya Dün Altına İmza Attığınız Bildiri?!

Kumpasın arka planını görmek için illa da Mısır’da yaşananlara birebir şahitlik etmek gerekli miydi?

HAKSÖZ-HABER

Mısır’da tertiplenen darbe geç de olsa bazılarını uyandırmış görünüyor. Taksim merkezli gelişmeler karşısında takındıkları “romantik” tavrı terk etmiş haldeler. Ali Bulaç da eski tutum alışından farklılık sergileyenler arasında. Peki, bugünkü tutumuyla çelişki oluşturan eski tavrı hakkında bir açıklama, bir özeleştiri yapması gerekmiyor mu? Yoksa özeleştiri entelektüel olma raconuyla bağdaşmaz mı?

“… Mısır derin devleti, İsrail’in uzantıları ve Müslüman Kardeşler’in demokratik yollarla siyasal mücadeleye katılmasını istemeyen harici güçler karışınca II. Tahrir’e dönüşüp “askeri darbe”yi getirdi. İstanbul Taksim’de yaşananlar da mahiyetçe farklı değildir. Mısır’da askeri darbeye zemin hazırlayanların Türkiye’deki siyasi ve sosyal akrabaları, şiddet kullanarak demokrasinin en esaslı unsuru olan “sandık” yerine “sokak” faktörünü öne çıkardılar. Oysa demokraside sokak “sivil ve barışçıl” olduğu sürece meşrudur, hedefi yöneticileri “sandık”a gitmeye zorlamak olmalıdır…”  

Bu ifadeler Ali Bulaç’ın bugünkü Zaman’da yayınlanan “basiret ve feraset” başlıklı yazısından. Bir süredir benzeri ifadelerini okuyoruz. Dikkat çekici olan şey şu: Taksim olayını doğrudan küresel güçlerin bir komplosu ve darbeci bir yönelim olarak vurguluyor. İlginç bir gelişme. Çünkü daha önceden “Gezi olayı” ile ilgili olarak bir grup sol öykünmeci “İslamcı” entelijansiya ile birlikte açıkça kalkışmayı savunan ve hükümeti yerden yere vuran bir bildirinin altına imza atmıştı Sayın Ali Bulaç.

Bu durumda şu soruyu sormak kaçınılmaz oluyor: Taksim olayı kürsel bir komplo girişiminin parçasıysa neden destek mahiyeti taşıyan bildirinin altına imza attınız? Yok, eğer durumu sonradan fark ettiyseniz neden bu bildiriden imzanızı çekmediniz?

*** 

Ali Bulaç'ın bugünkü yazısı:

Basiret ve Feraset

Ali Bulaç / Zaman

Kent merkezli olaylar siyasal iktidara karşı şiddet yüklü kalkışmalara dönüşmeye veya otokrat rejimlerin devamına ya da hortlamalarına başladıklarında toplumsal meşruiyetlerini kaybederler.

Mısır’da I. Tahrir haklı toplumsal talepleri ifade ediyordu; araya paramiliter güçler, eski rejim kalıntıları, Mısır derin devleti, İsrail’in uzantıları ve Müslüman Kardeşler’in demokratik yollarla siyasal mücadeleye katılmasını istemeyen harici güçler karışınca II. Tahrir’e dönüşüp “askeri darbe”yi getirdi. İstanbul Taksim’de yaşananlar da mahiyetçe farklı değildir. Mısır’da askeri darbeye zemin hazırlayanların Türkiye’deki siyasi ve sosyal akrabaları, şiddet kullanarak demokrasinin en esaslı unsuru olan “sandık” yerine “sokak” faktörünü öne çıkardılar. Oysa demokraside sokak “sivil ve barışçıl” olduğu sürece meşrudur, hedefi yöneticileri “sandık”a gitmeye zorlamak olmalıdır. Bu yöntemi şimdi darbeci Tahrir’e karşı Adeviyye Meydanı’nı dolduranlar denemektedirler.

Sorun çözücü siyaset sahici sosyolojik zeminde teşekkül ettiğinde fonksiyonlarını yerine getirir. Siyaset sosyal bir olaydır, bu yüzden patlamalarda sosyolojik boyut önemlidir. Bu açıdan baktığımızda her toplumda olduğu gibi Türkiye toplumunda da bireysel mutsuzlar, gayri memnunlar, kızgınlar, kalkınma programlarının yol açtığı tahribata itiraz eden çevreciler; mağdur orta sınıflar, yeterince hak ve özgürlüklerine sahip olamadıklarını düşünen mezhep veya inanç grupları var. Bunlar toplumsal hareketliliğin sosyolojik boyutunu oluşturur. Buna karşılık eski Türkiye’nin özlemi içinde olan ulusalcılar, terörleriyle kolektif hafızada yer etmiş örgütler, askeri darbe peşinde olanlar söz konusu sosyolojiden azami derecede yararlanmak istemektedirler. Bunlara çoğu zaman küreselleşmenin tabiatı dolayısıyla yeterince fark edilmeyen ama birbirinin içine karışmış unsurlar dolayısıyla Mısır’dan Brezilya’ya, Türkiye’den Endonezya’ya yeryüzü ölçeğinde içten içe başlayan kaynamalar, giderek daha da büyük şiddetle ortaya çıkmakta olan kent merkezli sosyal huzursuzlukları da eklemek gerekir.

Hem başarısız kalan Taksim, hem II. Tahrir’in trajik bir biçimde askeri darbeyi getirmesi, Türkiye ve Mısır’da eşzamanlı olarak “büyük güçler”in de önemli roller oynadıklarını göstermiş oldu. Bu da demokrasi yanlısı geniş kitlelerin “yeni meydanlar”da toplanmasına yol açtı. İstanbul’da Taksim’e karşı Kazlıçeşme, Kahire’de Tahrir’e karşı Rabitü’l Adeviyye öne çıktı. Taksim ve Tahrir otokrat rejimlerin, Kazlıçeşme ve Adeviyye sivil siyasetin simgesi oldu. Gerçek şu ki, siyasi ve uluslararası faktörler, komplolar ve hesaplar büyük ölçüde sosyoloji üzerinden yürütülür. Böylesine önemli olaylar tabii ki komplolardan bağımsız düşünülemez, ama elbette olaylar salt komplo teorileriyle de açıklanamaz. Uluslararası boyutuyla ilgili şu hususa dikkat çekmek gerekir: Merkezinde ABD, AB ve İsrail’in yer aldığı uluslararası bir irade -iç uzantıları ve müttefikleriyle- demokratik yollarla iktidar olmak isteyenleri engellemeye çalışmaktadırlar. 3 Temmuz’da Mısır’da kanlı bir darbe sahnelediler. Türkiye’de AK Parti’ye karşı ilk hamleyi Reyhanlı’da yaptılar; ikinci hamle Taksim idi. Şimdi “üçüncü hamle”ye hazırlanıyorlar.

Tekrar edelim: Dost ve müttefikler acımasızdır; onlara meydan okurken stoklarımıza, sosyal ve politik sermayemize, maddi donanımımıza iyi bakmalıyız. Güvence reformlara devam etmek, kırgınlıkları ortadan kaldırmak; Kürt sorunu ve Alevi meselesinde hak ve özgürlükleri pazarlık konusu yapmadan hayata geçirmektir. Hiçbir asker Sisi’den daha “dindar ve muhafazakar” değildir, ama Sisi, bir sistemin yerleşik zihniyeti içinde darbe yapıp meydanlarda Müslüman katledebilmektedir. Sorun şudur: Asker Halid bin Velid olsa da, Halife Ömer gibi sivil siyasetçinin emrinde olmalıdır. Son iki yıldır takip etmekte olduğumuz yanlış bölge politikası ve Suriye trajedisini hızla gözden geçirmek; bize postmodern sömürge getireceği beklentisi içinde olduğumuz Neo Osmanlıcılıktan, mezhepçi ittifakları terk etmek; tabanca ile küresel tanka meydan okumayı bir kenara bırakmak zorundayız. Gücümüz ve gerçek müttefiklerimiz basiretimiz, akıllı politikalarımız ve bölgenin sahici iç dinamikleri ve aktörleridir.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!