Ya devlet başa ya kuzgun leşe

MUSTAFA ÖZCAN

Kimilerine göre hikmet sahibi kimilerine göre ise şeytanın avukatı olan iktidar filozofu Makyavelli despot liderler için çarpıcı tanımlamalarda bulunur ve şöyle der: Müstebit yöneticiler iktidara tilki gibi gelirler. Köpek gibi giderler.

İktidarları süresince de kurtlaşırlar. Demek ki tilkilik, kurtluk ve köpeklik arasında gidip gelmekte ve dolanmaktadırlar. Makyavelli’in göremediği seçeneklerden bir diğeri ise giderayak bazılarının fareleşmesidir. Libya’da olduğu gibi. Makyavelli’in öngörüleri Arap Baharı ile birlikte doğrulanmış oldu. Kaddafi’lerden sonra Beşşar ve rejimi de giderek şirretleşiyor. Ortadoğu’yu ve dünyayı yanık topraklar haline getirecekleri, kana bulayacakları tehdidini savuruyorlar. Böyle tehditleri defalarca duyduk. Saddam’dan Kaddafi’ye söylemeyen kalmadı. Hep Beşşar gibi kurusıkı çıktı. Zaten bunu taksit taksit Suriye’de yapmaktalar. Arap Baharı başladığında ve henüz Suriye’ye intikal etmediği ara devrede Wall Street Journal gazetesine konuşan Beşşar, Arap Baharı’nın ülkesine uğramayacağını zira kendilerinin İsrail ve Batı karşıtı olduklarını söylemişti. Halkla bütünleştiklerini öne sürmüştü. Bu öngörüsü öngörüsüz çıktı. Şimdi olaylardan 7 ay kadar sonra bu defa da Sunday Telegraph gazetesine konuşmuş ve beylik laflar etmiş. Bu defa da eski sözlerinin arkasını getirmiş. Eksiklerini tamamlamış ve ilavelerde bulunmuş. Suriye’nin Tunus veya Mısır’a benzemediğini ve kimsenin kendilerine dokunamayacağını ilave etmiş. Selman Mesaliha adlı yazar Beşşar’ın Mübarek veya Zeynelabidin’e benzemediğini zira onların halklarına karşı ordularını harekete geçirmediklerini veya geçiremediklerini hatırlatmış ve bu yönüyle bir benzerlik olmadığının altını çizmiş. Lakin iş Libya’ya gelince durum değişiyor ve Beşşar ile Seyfülislam Kaddafi arasında bağlantı köprüsü kuruluyor. Benzerlik değil ayniyet bile hasıl oluyor. Başşebbiha (baş baltacı) Beşşar ile Seyfülislam Kaddafi arasında na tamam kalan tek yön Seyfülislam Kaddafi’nin fiilen babasının yerine geçememiş olmasıdır. Beşşar, cumhuri kraliyeti fiiliyata dökerken bu süreci tamamlamış Seyfülislam ise taçsız veliaht halinde potansiyel olarak kalmıştır.

¥

İbret çok ibret alan yok (el iber kesira ve’l i’tibar adime) denildiği gibi Beşşar Esat da kendisini Kaddafi’den ayırmakla birlikte Kaddafi’nin yolundan ve izinden hiç sapmadı. Üslupları arasında milim fark yok. Üslubu beyan ayniyle insan denildiği gibi üslupları da şahsiyetlerine tercüman oluyor. Kaddafi, Libyalıların intifadasını iç savaşa dönüştürmeyi becerebilmiş nadir liderlerden birisiydi. Kendilerinin gitmesi halinde Libya’nın bir Kaide üssü haline geleceğinden ve Tobruk ve benzeri yerlerde Kaide emirlikleri kurulacağından dem vurmuştu. Bu bağlamda Akdeniz’in yeni bir Barbaros yatağı haline geleceğini söyleyerek Batılıların korkularını gıdıklamıştı. Lisanı kal ve mealiyle ‘Ya beni tercih edersiniz ya da Akdeniz’de sular durulmaz’ demişti. Onları Akdeniz aslanı Turgut Reis’le korkutmuştu. Ayrıca kendilerinin gitmesi halinde Libya’nın ikinci bir Afganistan’a veya Somali’ye dönüşebileceğini de söylemişti. Mağrur kafası ama küçük aklınca ölümü gösterip dünyayı sıtmaya razı etmek istiyordu. Ya da Türk deyiminde olduğu gibi ‘ya devlet başa ya kuzgun leşe’ diyor. Kendi halkına böyle yalvarsaydı herhalde bir orta yol bulunurdu. Başşebbiha Beşşar da Kaddafi’nin bıraktığı yerden devam ediyor. Sunday Telegraph gazetesine: ‘Batı müdahale ederse Suriye ikinci bir Afganistan olur’ diyor. Demek ki İsrail için babasıyla birlikte 40 yıldan beri emniyet sibobu olma vazifesini görüyordu. Suriye Mısır ve Tunus’a benzemiyor ama Libya’ya fazlasıyla benziyor. Lakin arada bazı farklar da yok değil. Beşşar bütün muhaliflerini mezhepçilik yapmakla suçlasa da arkasına aldığı güç dini azınlıklar ve mezhebi oluşumlar. Libya ve Yemen’de mezhep meselesinden ziyade kabile denklemi var. Siyasi çekişme bunun üzerine kurulu idi.

¥

Suriye’de ise kabile denklemi yok mezhep denklemi var. Mezhebi denklemi sökmek isteyenlere mezhep ilişkileri üzerinden iktidar olanlar ‘mezhepçi’ diye suçluyorlar. Mezhep aidiyeti ve ilişkileri üzerine kurulu Esat yönetimi mezhep denklemini sarsan muhalefet istemiyor. Bunu mezhepçilik olarak telakki ediyor ve yaftalıyor. Halbuki, mezhepçilik üzerine iktidar denklemi kuran kendileri. Suriye halkının biraz da kendinden nefreti bu denklemi kıramamış olmasıdır. Suriye’nin bütün gelirleri akraba ve mezhepdaşlara akıyor. Geri kalan kırıntıları ise halka gidiyor. Kur’an ifadesiyle ‘kısmetün dize’. O zaman bu, insafsızca bir taksim!(Necm: 22) Oluk oluk akan bu kan üzerinde ıslahat ve reformlar yapılamayacağına göre Beşşar’ın önünde sadece iki seçenek kaldı. Bunlardan birisi ne pahasına olursa olsun şansını denemesi ve akıbeti Kaddafi gibi de olsa seçtiği yolda yürümesi. İkincisi ise ailesiyle birlikte Suriye’yi terk etmesi. Bu sonuncusunu yapmayacaktır. Çünkü ufku, zihni ve nutku tutulmuştur. Suriye halkı ise iç savaş, dış müdahale ve Beşşar’ın iktidarda kalması seçenekleriyle karşı karşıyadır. Halka göre en kötü seçenek Beşşar’ın iktidarda kalmasıdır. Zira onun kalması iç savaş veya dış müdahalenin temelini teşkil etmektedir. Belaların anasıdır. Demek ki gemiler yanmıştır ve kendi tuzağına düşmeden çekip gitmesi herkes için en iyi seçenek olacaktır. Unutmamak gerekir ki, Mübarek, Zeynelabidin Bin Ali ve Kaddafi’den her biri kendi sonunu kendi hazırlamıştır. Sonları kendi seçtikleri yolun sonu olmuştur. Sonları kendi yöntemlerine göre şekillenmiştir. ‘El cezau min cinsi’l amel’ sırrı orada da tecelli etmiştir. Halkına fare muamelesi gören iktidar farelerin sonuna yaraşır bir şekilde dünyadan ayrılmıştır. Herkes layık olduğu sonunu kendi seçer.

YENİ AKİT