Ya çoğunluğun hakları, Sayın Wiarsma!?

Serdar Demirel

Geçen Pazar, yani 22 Mart’da, Avrupa Parlamentosu’nun Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Jan Marinus Wiarsma’nın bir makalesi yayımlandı, Todays Zaman’da.

Yazının Türkçesi herhangi bir gazetede veya sitede yayımlandı mı, doğrusu bilemiyorum.

Makale, özgürlüklere dair çifte standarta sâbitlenmiş bir zihniyet haritasını ele vermesi itibarıyla önemliydi. Mesele Müslümanların hak ve hukukuna geldiğinde Batı’nın özgürlükçü kanadının bile nasıl kulağının üzerine yattığını, kendi değer sistemine yakın gördüğü çevrelerin refleksleriyle nasıl hareket ettiğini göstermesi bakımından ibretâmiz bir belge.

“Turkey Belongs in Europe” (Türkiye Avrupa’nın Üyesidir) başlıklı yazı, Ak Parti’ye uyarılarda bulunmak amacıyla kaleme alınmış. Avrupa Birliği’nin olmazsa olmazlarını hatırlatan, demokrasinin “azınlıkların haklarını garantiye alan bir sistem” olduğunun altını çizen ve Türkiye’deki laik azınlığın haklarının korunmasında hükümetin üzerine düşeni gerektiği gibi yapmadığını iddia eden bu makale, insana; “Hakikatler ancak bu kadar karartılabilir!” hissini veriyor.

Yazının bazı bölümlerini dikkatlerinize sunarak asıl gündeme getirmek istediğim konuya değinmek istiyorum.
Wiarsma, tam üyelik görüşmeleri başladığından beri Türkiye’nin üzerine düşen reformları yapmadığını, Türkiye siyasetinin ve toplumunun derin kutuplaşmalar yaşadığını, “laiklik ve dinin kamusal alandaki yeri”nin toplumu derinden böldüğünü ve bunun da gerek Türkiye’de gerekse Avrupa’da AB’ye tam üyelik sürecine olan umutları ve isteği zayıflattığını söylüyor.

Bunu tartışabiliriz.

Ak Parti’nin kendine bağlı bir sermaya sınıfı oluşturduğuna dair endişelerin varlığına kulak vermeye çağırıyor hükümeti.

Bu ithama cevap vermek de hükümetin işi.

Ergenekon çetesiyle ilgili gelişmeleri takdir eden Wiarsma, olayın hukuk çerçevesinde kalınarak yürütülmesi gerektiğini hatırlatırken, “rövanşist” davranıldığı algısının inkâr edilemez olduğunu söylüyor. Bu meyanda hükümete hukukun anlamını hatırlatıyor.

Burada, özellikle “rövanşist” kelimesi, bizdeki şeytanın avukatlığını yapmaya soyunmuş bazı Ergenekoncu kalemlerden aşırılmış bir yakıştırma. Bu da, Wiarsma’nın bilgi kaynaklarını biraz olsun ele veriyor.

Bunu da geçiyorum.

Başbakanı, kendisine muhalefet eden özgür medyaya boykot çağrıları yapmasını eleştiriyor.

Özgür bir medya, özgür bir toplumun hayat damarlarından birisidir. Bir medya mensubu olarak kendi özgürlüğüme düşkün olduğum kadar, diğerlerinin de özgürlüğünü önemserim elbette.

Ama, bir dakika, burada da çifte standart var. Özgür medya deyince sadece yandaş medya mı geliyor akla? Meselâ Vakit gazetesine uygulanan baskılar neden hiç uyarı gerekçesi olmadı, neden görmediler? Bunları hatırlatmak hakkımız değil mi?

Ya boykot edilmesi istenen medyanın hükümet yıkıp, hükümet kurmaya soyunmasına neden ses çıkarmıyor? Ergenekon çetesini ısrarla görmezden gelmeye çalışmasına, medya gücünü ekonomik çıkarları için hükümet üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmasına ve hatta kartelleşmesine neden değinilmez?

Hükümet uyarılırken, medyaya da aslî görevleri hatırlatılamaz mıydı? Özgürlükçü medyanın hukuksal sınırları yok mudur? Medya etiği ne işe yarar? Darbelere çanak tutan, kışkırtan ve hatta askerî buna zorlayan bir medya olabilir mi demokratik toplumlarda?

Hükümetin Türk toplumunun laik kesimlerinin meşru endişelerini (The legitimate concerns) ciddiye almasının gerekliliğini dillendiriyor. Bu hassasiyet ise, tam bir turnosol kağıdı mesabesinde.

Neden mi?

Hazret, başörtüsü yasağının kalkmasının tavsiye edilir olduğunu söylüyor söylemesine, ama bunu; başörtüsüne karşı partilerin ve sivil toplumun uzlaşmasının bir sonucu olmasının gerekliliğini savunuyor. Yasaktan yana olanların ikna edilmesini istiyor. Bu şartı koşmak, deveye hendek atlatmakla eşdeğer. Ya da, “Bu işi unutun!” demenin kibarcası..

Sanırım, bu gerekçeleri de bir yerlerden hatırlıyor olmalısınız. Kaynağı Nuh deyip peygamber demeyen fikri sâbitler zümresi...

Azınlığın hakkını savunmaya geldiğinde, çoğunlukla uzlaşma şartı koymayan bu zihniyet, çoğunluğun hakkını vermeye geldiğinde azınlıkla uzlaşma ve onların iznini almayı demokrasinin bir gereği olarak koyuyor önümüze. Bu mızrak, hukuk ve vicdan çuvalına sığmaz, sayın Wiarsma.

Türkiye’de ayrımcılığın laiklere karşı değil, dindarlara karşı yapıldığını bilmeyen mi var? Laik olduğundan yahut başı açık olduğundan dolayı üniversitelerde, hastahânelerde, kışlada ve sâir devlet kurumlarında kimin hakkı gasbedilmiş?

Ama namaz kıldı diye ordudan atılanları, başörtülü diye eğitim hakkı ellerinden alınanları hazret de bilmez mi?

Yerel seçimlerde kadın adayların sayısının az olduğunu eleştiren, ama seçilme hakkı elinden alınan kadınları görmezden gelen bu zihniyet, bilmem farkında mı, yasakların sürmesinde pay sâhibidir. Bunu da biz kendisine hatırlatalım.

VAKİT