Bölünme tehlikesinin ortadan kalkması, eşit oranda MHP’yi ve BDP’yi rahatsız eder. “Neden?” sorusunun cevabı çok basit: Çünkü varoluş gerekçeleri ortadan kalkar.
Yaşayan bir siyasî organizmanın konjonktürel çıkarlarına veya toplumsal tabanına yönelik bir hesap-kitap işi değil bu; bölünme sorunu doğrudan varlık ile yokluk arasındaki sınırı çizen bir ölüm-kalım meselesi onlar için. “Kürt ulusu yaratmak” ve “yaratılan ulusun devletini kurmak” hedefini kaybeden bir BDP, ancak bir Türkiye partisi olarak yaşamını sürdürebilir. “Devletin ve milletin bekçiliği” rolünün bir gereği ve anlamı kalmadığı zaman MHP’nin varlığını devam ettirebilmesi için daha da köklü bir dönüşüm geçirmesi lâzım. Peki Türkiye’nin bölünme riski, düne göre azaldı mı, yoksa arttı mı? Ezberlenmiş tekrarlardan, öğrenilmiş acizlikten sıyrılıp bu soruya soğukkanlı bir cevap vermeliyiz.
Cumhuriyeti kuranlar, devletin birliğinin ve bekasının ancak, bu ülkede yaşayan insanları tektip bir millet haline getirmekle sağlanacağına inanmışlardı. Bu inanç ortaya sert, sıkı ve merkeziyetçi bir ulus devlet modeli çıkarttı. Bu model farklılıkları demir bir cendere içinde öğüttü ve birbirine benzetmeye çalıştı. Sonunda iflas etti. Hâlâ ulus-devlet milliyetçiliğinin puslu penceresinden dünyaya bakan MHP, bu modelin devletin birliğini sağlamak için hâlâ vazgeçilmez ve geçerli olduğunu düşünüyor. MHP liderinin “Andımız”a sahip çıkması, andımızın içerdiği “herkesin Türk olduğu veya olması gerektiği” varsayımının temsil ettiği ulus-devlet modeline bağlılığının sürdüğü anlamına geliyor. Bahçeli’nin, devletin bekası konusundaki endişeleri haklı ve makul. Devleti tek parça halinde yaşatamazsanız, bu coğrafyada Kürt’üyle, Türk’üyle kurda kuşa yem olursunuz. Ancak artık çözüm herkesi tektipleştirmek değil; özgür bırakmaktan geçiyor. Dün tektip bir toplum inşa etmeye girilen devlet, bugün ancak çoğulcu bir toplumun rızasına dayanarak varlığını sürdürebilir. Bizler Karaman Beyliği’nin değil Koca Osmanlı’nın vârisleriyiz.
BDP’ye gelince... Devletin Kürt çocuklarına her gün “Türk’üm” dedirtmekten ve zorla varlarını-yoklarını “Türk varlığına armağan” ettirmekten vazgeçmesi, Kürt andını okutabilmek için bağımsız bir devlet kurma mecburiyetini ortadan kaldırıyor. Bu devletin çatısı altında “Kürt olarak ve Kürt kalarak” yaşamak mümkünse, koskoca Türkiye’den vazgeçip Güneydoğu’ya sıkışmanın ne âlemi var? “Bu ülkede her şey olabilirsin ama Kürt olamazsın” lafı artık edilmeyecek. “Ben de küstüm, kendi devletimi kuracağım” demek için makul bir gerekçe de yok. “Bağımsız Kürdistan” idealini nasıl yaşatacak, bu ideal uğruna kaç kişiyi peşinize takabileceksiniz?
Tahammülü zor şartlar altında yaşarken insanlar hayalleri ile avunur. Buyrun, “Büyük Kürdistan” hayalini gerçekleştirmeye girişin. Her insan gibi, toplumların da kendi kaderlerini tayin hakkına saygı gösterelim. Pan-Kürdizm hayali için basit bir adım, Erbil’de toplanacak Kürt Ulusal Kongresi idi; yıllardır toplanamıyor. KDP ile KYP’nin aynı seçim pusulasında yer alabilmesi çok insanın hayatına mal oldu. KDP ile PKK’nın aynı parlamentoda sandalye paylaşabilmesi için neler lâzım? Soranî milliyetçiler, petrol gelirlerini Hakkâri’deki vatandaşımızla paylaşmaya, herhalde Türkiye ile Azerbaycan tek devlet haline geldikten sonra razı olacaktır.
Dün herkesi Türk yaparak devlet ile milleti kaynaştırmaya çalıştık; bugün kaderlerimizi bir ve bütün yaparak devletin bekasını sağlıyoruz. Zorla güzellik olmuyor. Üzerimize geçirilen elbise her yerinden patladı. Şimdi hem bedenimize uygun, hem de şık bir kıyafetimiz var. Ulus devlet, devlet ile milletin birbiri ile uyumu demek. Bugün, daha uyumlu bir milletimiz yok mu? Öyleyse neden bölünelim? Veya “ya bölünürse” diye, neden telaşa kapılalım?
ZAMAN