“Genelkurmay Başkanı Koşaner, ‘Biz elimizden geleni yaptık’ deyince, Cumhurbaşkanı ‘Peki her şeyi yaptın da bu resme ne diyorsun Paşam?’ demiş. Askerlerin helikopterin hafızasını sökerken çekilen resmini göstermiş.”
“Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteriyle ilgili tüm kayıtlar verildi diye yeni Genelkurmay Başkanı’nın açıklamasını internet sitesine koydular. Verilmedi! Şimdi biz radar kayıtlarını İncirlik’ten(!) istedik.”
“İsmail helikopterin düşmesiyle ölmedi. İsmail’in katilleri var. Olaydan yarım saat sonra ayıldı ve “Ayağım kırık, bizi kurtarın” diye feryat etti. Çene kırığı sonra çıktı. Birileri mi geldi çenesini kırdı?”
***
NEDEN YALÇIN TOPÇU
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı ve eski ülkücü liderlerden Muhsin Yazıcıoğlu’nun beş kişiyle birlikte hayatını kaybettiği helikopter kazasıyla ilgili her gün yeni bir gariplik ortaya çıkıyor. Devletin bazı kurumları radar kayıtlarından telefon görüşmesi kayıtlarına kadar resmî belgeleri gizledikçe, gizli tanıklar, isimsiz gönderilen postalar kanalıyla ortalığa olayı aydınlatacak yeni kayıtlar ve belgeler saçılıyor. Anlayacağınız devlet meseleyi gizledikçe, “vatandaş” meseleyi açıyor. Ve helikopterin düşüşünün suikast olabileceği şüphesi güçleniyor. Oysa bu kazanın suikast olabilme ihtimalini öngören soruşturma epey geç başladı. Cumhurbaşkanı Gül, Yazıcıoğlu Ailesi’nin ve BBP yöneticilerinin ısrarlı takipleri sonucunda Devlet Denetleme Kurulu’nu devreye soktu ve sonunda dava Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı’na verildi. Kazadaki gariplikleri, Yazıcıoğlu’nun neden öldürülmek istenebileceğini, helikopter kazasından canlı kurtulan ve daha sonra ölen gazeteci İsmail Güneş’in tuhaf telefon trafiğini, köylülerin tanıklıklarına rağmen kaza saatindeki radar kayıtlarının ve telefon görüşme kayıtlarının niye gizlendiğini, helikopterin beyni, hafızası niteliğindeki bazı cihazların nasıl ve kimler tarafından söküldüğünü, bu gerçeğin niye 2009 tarihli kazadan bunca zaman sonra ortaya çıktığını, gerçekleri kimin sakladığını, askerlerin bu kazayla ya da suikastla ilişkisini, niye bir şeylerin saklanmasını istediklerini, ilk gençlik yıllarından beri Muhsin Yazıcıoğlu’nun yanında olan, onunla birlikte Türkeş’ten ayrılıp Büyük Birlik Partisi’nin kurucularından olan Yalçın Topçu’ya sorduk. Topçu, Yazıcıoğlu’nun ölümünden sonra bir dönem BBP’nin başkanlığını yaptı.
NEŞE DÜZEL / TARAF
***
NEŞE DÜZEL: Siz Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği kazanın bir suikast olduğunu mu düşünüyorsunuz?
YALÇIN TOPÇU: O kadar çok gariplik var ki! Devletin, siyasetin ve bürokrasinin aklı bu olaya “kaza” dedi. Vatandaşın aklı ise “bu bir suikast!” dedi.
Nedir bu kazadaki gariplikler?
İlk gariplik şu: Bana ilk yapılan açıklamada, “Öyle berbat bir hava vardı ki, helikopter o yüzden düştü” dendi. Ben de “Niye uçurdunuz o zaman?” dedim. Bu ilk sorunun bile cevabı hâlâ alınmadı. Oysa her kalkışta pilot kuleden izin almak zorunda. Pilot sordu mu, ikaz edildi mi bilmiyoruz. Muhsin Yazıcıoğlu, o gün, Sivas’taki mitingi bitiriyor ve Kahramanmaraş Çağlayancerit’e geçiyor. Bu uçuşun radar kayıtları var. Kaza, Çağlayancerit’ten Yozgat-Yerköy’e giderken oluyor. İşte o uçuşun kule görüşmeleri de, radar kayıtları da yok! Bir tek şey var.
Ne var?
Helikopter havadayken, kule, “Kalktınız mı, hayırlı uçuşlar” diye arıyor. Havalandıktan 25 dakika sonra saat 15:05’te helikopter düşüyor. Gazeteci İsmail Güneş 15:30- 16:00 sıralarında imdat diyene kadar, 155’i arayana kadar helikopterin düştüğü bilinmiyor. “Uçak rotasından çıktı” diyorlar. Havacılık kuralları var. Sen uçağı takip etmek ve ikaz etmek zorundasın. Rotasından çıktıysa, “Rotana gir” diye ikaz edeceksin. Çünkü havacılık kurallarına göre, rotasına girmeyen uçağa, “Seni tanınmayan cisim olarak addediyorum” deniyor ve ânında jetler gönderiliyor. Jetler gidip uçağı yere indiriyorlar veya vurup imha ediyorlar.
Helikopter rotasından çıkmış mı?
Çıkmamış. Bu helikopter, herkesin gözü önünde düştü. Köylüler, “Şu tepeyi aştı, sonra bir gürültü ve duman çıktı” diyorlar. Köyün bir-iki kilometre uzağına düşen helikoptere 48 saat ulaşılamadı. İsmail çalı dibinde çığlık çığlığa can verdi. İsmail helikopterin düşmesi sonucunda ölmedi. İsmail’in katilleri var. Olaydan yarım saat sonra kendine geldi ve “Ayağım kırık. Bizi kurtarın” diye feryat etti. Kayıtlara göre İsmail 19:04’e kadar, yani dört saat boyunca bir çok insanla konuştu. İsmail’deki kaburga ve çene kırıkları sonradan çıktı!
O durumda konuşması mümkün mü?
Doktorlar, çene kırıklığıyla bütün o konuşmaları yapamazdı diyorlar. Birileri mi geldi çenesini kırdı? Konuştuktan sonra mı öldürüldü bu çocuk? İsmail kaburga kırıklarıyla 600 metre nasıl yürüdü? Doktorlara göre bu da mümkün değil!
Köylüler neden uçağın düştüğü yere gitmemişler?
Köylü en fazla bir saatte kaza yerine varırdı. Ama arama kurtarmaya nezaret eden askerî yetkililer o gün köylünün de, kentlinin de kaza yerine gitmesini engellediler. Peki, milleti çıkarmadınız da, kendiniz niye gitmediniz? İşin gerçeği şu ki, hava kararıncaya kadar, aramama-kurtarmama gibi bir gayret oldu. Ancak hava kararınca ve hava aşağıda da bozunca akşam saat sekizden sonra ters istikamette aramaya başladılar. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı “TİB”, helikopterin düştüğü yeri nasıl belirledi biliyor musunuz?
Nasıl?
Duyarlı bir binbaşı, “Muhsin Bey’in helikopteri düştü” diye TİB’deki bir devre arkadaşını arıyor. O da hiç görevi olmadığı halde yeri buluyor, Maraş’a bildiriyor. Helikopterin yeri, düştükten iki saat sonra teknik olarak tesbit ediliyor ve askerî kurumlara bildiriliyor. Ama helikopter tamamen ters istikamette arandı ve vakit geçirildi.
Siz siyasi partisiniz. Genel başkanınızın helikopteri düşüyor. Kaza yerini siz nasıl öğrenemediniz? TİB size yeri bildirmedi mi?
O sırada kirli bir haber çıktı. Kayseri Valisi, “Helikopter düştü. Yazıcıoğlu’nun ayağı, kaburgası, kalçası kırık. Ama şuuru açık. Hastaneye getiriliyor” diye açıklama yaptı. Allah, Allah, benim bildiğim Yazıcıoğlu, canı ağzında olsa yenge hanımı arar. Öyle bir aşk vardı aralarında. Onu aramıyor, beni de aramıyor. Sonra Kayseri Hastanesi başhekimi beni aradı, “Bekliyoruz, gelen giden yok” dedi. Cumhurbaşkanı’nı aradım, “Bu işten çok endişeliyim” dedim. Cumhurbaşkanı on dakika sonra, “Muhsin Bey’in helikopteri düştü. Yerine ulaşılamadı. Arama kurtarma çalışmaları başlıyor” diye açıklama yaptı. Ve bu arada saat 18:00 oldu. İsmail hâlâ “Kurtarın” diye yalvarıyor, bizim partinin başkan yardımcısı ve genel sekreteriyle de konuşuyor. “Her taraf kar, sis” diyor.
Cep telefonunun çalıştığı bir yeri bugünün teknolojisi hemen bulmuyor mu?
Buluyor ama helikopterde ayrıca yer gösteren bir ELT cihazı varmış. Biz hafiye gibi araştırdık ve o helikopterde bu cihaz yok. Eğer ELT olsaydı, yeri belirlemek için cep telefonuna da gerek yoktu, helikopter beş dakikada bulunurdu. ELT’si olmayan bu helikopteri kim ruhsatlandırdı? Kim uçuşuna müsaade etti?
Kime ait bu helikopter?
Med Air’e, Ali Sabancı’ya ait.
Peki, Yazıcıoğlu’nun yaşadığı ve hastaneye getirilmekte olduğu bilgisini Kayseri Valisi’ne kim vermiş?
Maraş’ta Emniyet İstihbarat’tan bir şube müdürü vermiş. Ne gariptir ki, bu bilgiyi kendi il emniyet müdürüne ve valisine vermiyor da başka illerin Emniyet’ine veriyor. On yere geçiyor bu haberi. Kayseri Emniyet Müdürlüğü de bunlardan biri. O da bilgiyi Kayseri Valisi’ne iletiyor. Bize bilginin önce şifahi olduğu söylendi. Sonra yazıya çevirdiler bilgiyi. “X Şahıs’ın verdiği bilgi” diye geçiyor istihbarat kayıtlarında. Bu x şahıs kim? Bunların hepsi, özel yetkili savcının araştırmasına muhtaç gariplikler!
Bu suikast ihtimali nedeniyle kimden kuşkulanıyorsunuz?
Bu olayda o kadar hata ve ihmal var ki. Bu acaba sistemimizin çürümüşlüğünden mi, yoksa bu kadar hata ve ihmal, bir yerlerde birilerinin yaptığı bir plan, hesap, tertip mi? Bunu hukuk tayin edecek. Ama bu bir suikast ise, bunu yapanlar mutlaka, bu ülkede ilerleme, demokrasi, birlik ve beraberlik istemeyenlerdir. Çünkü demokrasi, hak, hukuk ve özgürlüklerin önü açıldı mı, bu ülke ilerler.
Kimden kuşkulanıyorsunuz?
Ben alışılagelmiş bir siyasetçi değilim. Bir dava adamıyım ve sorumluluklarım var. Bir şey söylediğim zaman, binlerce gencin bir tarafta bir şeyler yapmasına işaret etmem demek olur bu. Ben baştan beri hep hukuk içinde kalınması taraftarıyım. Bakın... Bizim “Peygamber ocağı” dediğimiz gözbebeğimiz TSK üzerinde toplumun kahir ekseriyetinde bir şüphe duyuluyor. Kazanın olduğu saatlerde çok büyük bir hava hareketliliğinin olduğu, jetlerin uçtuğu söyleniyor.
Jetler gerçekten uçmuş mu?
İnternette Genelkurmay’ın sitesine girin. Damda kurtardıkları kedinin haberi var ama altı kişinin hayatını kaybettiği olayda yaptıkları arama-kurtarma çalışmalarının haberi yok. Radar kayıtları hâlâ ortada yok. İstendiği halde verilmedi bu kayıtlar. Köylüler, “Çok alçaktan, çok ciddi, çok gürültülü uçuşlar oldu. Sonra bir gürültü ve patlamayla uçak düştü” diyorlar. Biz önce, “O gün o hava sahasında uçuş var mı” diye sorduk.
Ne cevap verildi?
Hava Kuvvetleri “Benim uçuşum yok” dedi. Ama biz sivil radarları da istedik. Onlarda batıp çıkan uçuşlar var! Bu kez askere, “Senin uçuşun yok da, başkasının mı var” diye sorduk. Bu sefer cevap olarak “Radar kayıtları yok” dediler. Radarlar bozulmuş. Kaza ânında dört-beş dakika için bozulmuş. Sonra Genelkurmay başka bir açıklama yaptı. “Radar değil de kablolarda arıza oldu” dedi.
Anlamadım...
Biz de zaten, “Sivil radarlarda uçuşlar görülüyor. Askerî radarlarda da uçuşlar görülüyor mu? Biz bunu tesbit etmek istiyoruz” dedik onlara. Verin kardeşim şu radarları! Yok hayır. Radar kayıtları hâlâ verilmedi. Bir kurum kendisi üzerine spekülasyon yapılmasına bu kadar izin verir mi? Artık çıksınlar tatmin edici bir açıklama yapsınlar. Ama şimdi de “Yazıcıoğlu meselesiyle ilgili her türlü kayıt ve belge verildi” diye yeni Genelkurmay Başkanı’nın bir açıklamasını internet sitesine koydular. Hayır, verilmedi. Biz radar kayıtlarını şimdi İncirlik Üssü’nden istedik. Yazıyla müracaat ettik.
Helikopterden önce o güzergâhta jetler uçunca ne oluyormuş?
Jetler alçak uçuş yaptığında, orada şiddetli türbülans oluyormuş ve bu türbülans helikopteri bir kâğıt parçası gibi alıp savuruyormuş, helikopter bir yere çarpıyormuş. Bizim Alman uzman, “Bu helikopter, 95 derece açıyla 150 kilometreyi aşan bir hızla bir kör duvara nasıl çarparsa, o da dağa öyle çarpmış” dedi.
Cumhurbaşkanı Gül, helikopterin beyni, hafızası niteliğindeki bazı cihazların söküldüğünü söyledi. Daha sonra o cihazların nasıl ve kimler tarafından söküldüğünün video görüntülerini ve resimlerini gördük biz. Bu gerçek niye kazadan bunca zaman sonra ortaya çıktı? Kim sakladı gerçekleri?
Bu cihazların yok olduğunu biz olayın başından beri biliyoruz. Bu konuyu her yere taşıdık. Bu cihazların nasıl söküldüğünün videosu Yenge Hanım’a Balgat Postanesi’nden dört buçuk ay önce postalandı. Biz bunu savcılığa verdik. Herhalde bize bu görüntüleri gönderen, “dört ay oldu, ses çıkmadı. Ben bunu Cumhurbaşkanı’na direk göndereyim” diye düşünmüş olmalı... Yeni başkanımız Mustafa Destici Cumhurbaşkanı’na nezaket ziyaretine gittiğinde, Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirdiği için teşekkür etmiş. Cumhurbaşkanı da, “Bu olayda gariplikler görüyorum. Sizin iddia ettiniz aletleri söküyor adamlar. Artık bu iş nereye gidecekse gider. Gereği yapılacak mutlaka” demiş ve önceki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in kendisine, “Bu olayda biz haksız yere yıpratılıyoruz. Biz elimizden geleni yaptık” diye sitem ettiğini anlatmış.
Gül ne cevap vermiş?
“Peki, her şeyi yaptın da, bu resme ne diyorsun paşam?” demiş. Askerlerin cihazı sökerken çekilen resimlerini göstermiş. O aletler elimizde olsaydı, helikopterin nasıl ve neden düştüğü hemen anlaşılacaktı. Şimdi savcı bu aletlerin nerede olduğunu bulacak. Eğer işin başında yönetmeliğe uygun bir kaza kırım ekibi oluşturulsaydı, olay anlaşılırdı ama...
Aslında bu olayın suikast olmadığı, F-16 uçaklarının normal uçuşunun yol açtığı türbülansın helikopterin düşmesine yol açtığı söylendi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Cumhurbaşkanımız şu anda o noktada değil. Tabii ki itidal koyuyor, savcı tayin etsin bunu diyor. Ben de aynısını diyorum ama ortaya akıl koydukça, bu kadar garipliğin arasında artık nasıl diyeceksin ki bu bir suikast değil? Ben bu işte bir şey olmadığını düşünseydim, cenazemize kavuştuk der, gider başında Fatiha okurdum. Binlerce vatan evladı zaten böyle ölüyor. Takdir-i İlahi buymuş derdim. Burada bir şey görüyorum ki, biz bu işi bu noktaya getirdik.
Helikopter kazasında, canlı kurtulan gazeteci İsmail Güneş’in saat 17:00 civarında sustuğunu biliyorduk biz. Ama yeni açıklanan kayıtlara göre, saat 19:04’te de onun telefonundan konuşulmuş. Sizce kaza yerinde başka birileri mi vardı?
Her şey olabilir. İsmail adeta öldürüldü. 19:04’te Sivas’taki gazeteci arkadaşının telefonuyla 11 dakikalık bir konuşması var İsmail’in. Ama o çocuk ben İsmail’le konuşmadım diyor.
Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Bana ısrarla bu bir suikast mı diye soruyorsunuz ya... Böyle şeyler olunca ne düşünüyor insan? O gazeteci, İsmail’in kardeş kadar yakın arkadaşı. Ben kesinlikle konuşmadım diyor. İsmail’le başkasının konuştuğu çıkıyor bu durumda ortaya. Bu tip şeyler oluyormuş. Bir başkasının telefonunun SİM kartına girilip konuşuluyormuş. Bunu birtakım örgütler, istihbarat örgütleri yapıyormuş. Çocuğun SİM kartından girilip İsmail’le konuşulmuş. Savcılık kimin konuştuğunu bulsun.
Bulunabilir mi? Teknik olarak mümkün mü?
Bulunurmuş... Teknik adamlar, uzmanlar kimin konuştuğu bulunur diyor. Başbakan harekete geçmeli. MİT’te bu konuşmayla ilgili bir bilginin olup olmadığına mutlaka bakmalı. Bir başkasının SİM kartına gidererek telefon konuşması yapma tekniğine sahip olanlar ve bu tekniği kullananlar kim?
Devlet Denetleme, raporunu hazırlarken, MİT’ten bilgi almadı mı?
Hayır almadı. Başbakan’ın MİT’le, TİB’le ilgili, radar ve telefon kayıtlarının temin edilmesiyle ilgili yapacağı çok şey var!
O helikopterdeki telefon trafiğiyle ilgili her şey çok garip. Siz helikopterdekilerin bütün konuşmalarının kayıtlarına sahip misiniz?
Hayır, biz sadece genel başkanın konuşmalarını alabildik. Ama TİB bu kayıtlara sahip. NTV’nin Yazıcıoğlu’nu düşmeden önce ve düştükten sonra toplam yüz kırk küsur kere aradığı da öyle ortaya çıktı zaten. Bu konu da garip... Orada duruyor hâlâ. Daha ona sıra gelmedi. Başbakan, TİB’e bütün telefon konuşmaların kayıtlarını verin dese, olay açığa çıkar.
Bir de helikopterin kara kutusu olan aletleri, askerlerin söktüğü anlaşıldı. Askerlerin bu kazayla ya da suikastla ilişkisi ne? Niye bir şeylerin saklanmasını istiyorlar?
Erdoğan, Başbakanlık Teftiş Kurulu marifetiyle MİT’i harekete geçirsin. Savcı gaipten haber almayacak. Bu iş önemli... Aletleri sökenlerden biri “susma hakkımı kullanıyorum” diyor. Bu çok tuhaf ve profesyonel bir cevap...
Cihazları söken askerler gibi, Sivil Havacılık Kurumu’nda çalışanların bazıları da sanık durumunda. Onlar bu konuya nasıl dâhil oldular?
Şu anda tutuklu olan kaza kırım ekibi. Demek ki hadise, Ulaştırma Bakanı’nın baktığı gibi değilmiş. Kurdurduğu ekip tutuklandı. Bakan’ın, DDK’nın raporu açıklandıktan sonraki tepkisine hâlâ anlam veremiyorum. “Kazadan kaza çıkarıyorlar” diye neredeyse hakaret etti Devlet Denetleme’ye.
Yazıcıoğlu’nun elinde hiç açıklanmamış kayıtlar ya da belgeler var mıydı?
Rahmetli, elindeki bilgiyi yetkililerle hep paylaşırdı. Mesela bir emniyet müdürüyle ilgili ‘eroin işinde’ diye bilgi geldi. Bir heyet oluşturuldu, gidildi, araştırıldı. Bilgi doğru çıktı. Genel başkan da kalktı bunu İçişleri Bakanı’na götürdü. Ölmeden üç, dört ay önceydi, o emniyet müdürü tutuklandı. Mesela Dağlıca baskınıyla ilgili bilgi... Cumhurbaşkanı’na birlikte gittik ve Dağlıca baskınının nasıl olduğunu anlattı. Cumhurbaşkanı, “Sizdeki bilgiler, bendeki bilgilerle örtüşüyor” dedi.
Siz nasıl öğrendiniz işin gerçeğini?
Almanya’dan sabah beşte bizim eski arkadaşlar arayıp anlatıyorlar. “Başkanım, şöyle olsaydı bu baskın olmazdı” diyorlar. Adam işin içinde, orada görevli, o anlatıyor. Biz siyasete tepeden inmedik. Sokaktan geldik. Tecrübelerimiz var, arkadaşlarımız var. Bazıları bugün medyada, devlette önemli yerdeler. Bilgi gelmez mi? Biz Cumhurbaşkanı’na Terörle Mücadele Raporu da götürdük sonra. Şu anda hükümetin geldiği nokta bizim raporumuzla birebir örtüşüyor.
Askerle ilgili ne önerdiniz siz?
Terörle mücadelede konsept değişikliği önerdik. Askerlik insan gücünden kurtarılsın, mobil olsun, teknolojisi düzeltilsin, askerlik süresi kısaltılsın, özel timler hukuk içinde terörle mücadele etsin. Kendi başına kimse iş yapmasın. Birileri geceyarısı adam kaldırıp hak gasp etmesin. Bu genelkurmayımız ne kadar mükemmel bir genelkurmay? Muhsin Yazıcıoğlu’nu bulamadılar. Ama kendi elleriyle yaptıkları karakolu da bulamadılar.
Eğer öldürüldüyse... Ne söyleyeceğinden korkarak susturmak mı istediler Yazıcıoğlu’nu sizce?
Ne söyleyeceğinden ziyade, Muhsin Yazıcıoğlu nerede, neye karşı bir dalgakıran oluyordu? Mesela 28 Şubat’ta... Herkes sinerken o çıktı, “Namlunu millete döndürürsen, sana selam durmam” dedi. Zamanın anlı şanlı generali, “Bu memleketi İran yaptırmam” diye balans ayarları yaparken, Muhsin Başkan gene çıktı, “O dediklerin olmaz ama biz de sana bu memleketi Suriye yaptırmayız” dedi. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki duruşu da öyle. AKP, karar veremezken, Yazıcıoğlu çıktı, “Millet iradesi Gül’den yana” dedi. Milliyetçi biri statükoyu reddediyor ve bazı şeyleri alaşağı ediyor. Şırnak sokaklarında...
Evet...
Geceyarısı internet kafenin önünde Kürt çocukla çak bakalım yapan Yazıcıoğlu, eğer bir Kürt-Türk savaşı çıkarılmak isteniyorsa buna engel görüldü belki de. Biz, Sivas’ın ötesine gidiyorduk! Biz batıda binde altı-yedi oy alırken, Doğu ve Güneydoğu’da yüzde birin üstünde oy aldık.
Gerçeklerin ortaya çıkacağından ümitli misiniz?
Başbakan, Cumhurbaşkanı’nın gösterdiği duyarlılığı gösterirse ve İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıkları, MİT ve TİB boyutunda işin gereğini yaparsa ve böylece o bölgedeki ilgililerin ve yetkililerin telefon kayıtları temin edilirse, bu iş çözülür. Bir gizli tanık, “Bu işi sevk ve idare eden komutan, ‘İsmail için eks olana kadar bekleyin’ dedi” diyor. Komutan ise böyle bir şey demediğini söylüyor. Bu ancak telefon kayıtlarıyla ortaya çıkar. Çünkü artık şunu biliyoruz. Her telefon görüşmesi kayıtlı! Belirli bir dönem tutuluyor, sonra siliniyor. İşe yarayacağı zaman ortaya çıkarılıyor. İşe yaramadığı zaman da siliniyor.
Bir tane mi gizli tanık var?
Şu anda iki-üç tane olduğunu söylüyor avukatlar... Askerden de, Emniyet’ten de, sivilden de gizli tanık var... Zaten bu işin üç ayağı var.
Hangi ayaklar bunlar?
Asker, polis ve sivil memur. Sivil Havacılık, TİB, Devlet Hava Meydanları, kule, İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı... Bir şey varsa bu üç ayağa da bakılması lazım. Başbakan üzerine giderse çıkar gerçek ortaya... Ama Başbakan hâlâ ilk noktada... Bu işin normal bir kaza olduğuna inanıyor hâlâ. Siz, “Bu bir suikast mı?” diyorsunuz ya... İşin başını bilmem ama... Şunu görmemek mümkün değil. Helikopter düştükten sonra aramama-kurtarmama devreye girdi ve İsmail ölene kadar beklendi. Bu kesin!