Willi: “Esed Kaddafi’nin Ayak İzlerini Takip Ediyor!”

Arkadaşımız Mustafa İlhan, Anti Emperyalist Koordinasyon Sözcüsü Wilhelm Langthaler ile Ortadoğu’daki ayaklanmaları konuştu.

“Suriye bir Libya olmamalıdır, NATO’nun kara kuvvetleri isyancı değildir.”

Bu sözler geçtiğimiz günlerde Anti Emperyalist Koordinasyonunun (AIK) Suriye’deki isyanlara ilişkin yaptığı yazılı açıklamada yer alan sözlerdir. Ancak, merkezi Avusturya’nın başkenti Viyana’da bulunan AIK, şu anda dünya solundan farklı bir gözle Suriye’ye bakmakta. AIK, Esed rejiminin tutumunu anti-emperyalist bir tutum olarak değerlendirmiyor, aksine Esed rejiminin diğer emperyal güçlerden çok farklı olmadığını ve halkına karşı şiddet uygulamaktan vazgeçmesini talep ediyor.  Biz de Suriye, Mısır, Tunus, Libya, Bahyren’deki isyanlar ve diktatör rejimlerin tutumuna ilişkin düşüncelerini öğrenmek için Anti Emperyalist Koordinasyon Sözcüsü Wilhelm Langthaler (Willi) ile görüştük...

MUSTAFA İLHAN / HAKSÖZ-HABER

Sayın Langthler, AIK’in Suriye’deki ayaklanmalara ilişkin düşüncesi nedir?

Suriye halkı, aylardır demokrasi mücadelesi veriyor. Esed rejimi ise halkın talepleri karşısında bir yandan tüm olanaklarıyla baskı uyguluyor, diğer yandan ise halkın eğitim talepleri konusundaysa yeni reformları devreye koyacağı sözünü veriyor. Tabii bu taleplerin hepsi lafta kalmaktadır. Rejim baskılara yine devam ediyor. Tüm bu çalkalanmalar halk ayaklanmasını devrimcileştirdiği gibi, rejimi de daha da vahşileştiriyor.

Biz, emperyalist sistemlere karşı olduğumuz kadar, anti-emperyalist, anti Batıcı geçinen devletlerin kendi halklarına karşı sömürgeci diktatör bir sistem oluşturmasına da o kadar karşıyız. Biz AIK olarak, ezilen her ulusun özgürlüğünden, ekonomik ve siyasi bağımsızlığından, ezilen halkların kendi kaderini tayin hakkından, emperyalizm ve neoliberalizme karşı mücadelenin birliğinden yanayız. Bu mücadele birliğinin en temel ideolojisi anti-emperyalizm boyutudur. Mücadelenin yöntemi gerekirse silahlı da olabilir. Suriye için de bu söz konusudur. Yıllardır bir avuç diktatör ve ailelerin geleneksel politikaları iflas etmiştir. Mısır’da, Tunus’ta olduğu gibi bu Esed için de geçerlidir.

Anladığım kadarıyla, mazlumların kendi haklarını elde etmesi için gerekirse silahlı mücadele verebileceğini de belirtiyorsunuz. Başta Suriye olmak üzere Arap ülkelerindeki muhalefeti düşündüğümüzde bunun avantaj ve dezavantajları ne olabilir sizce?

Halk hareketleri sert baskılara rağmen Suriye örneğinde olduğu gibi barışçıl konumda kalmalıdır. Bu şekilde devrimin zemini sağlam ve güvenilir olur. Bunun tersini düşündüğümüzde, yani Suriye bir Libya’ya dönüşecek olursa bu rejim daha da vahşi saldırılara yönelir ve muhalefet dış güçlerin işbirliğine daha da yakın bir hale gelir. Bütün bunlar dış müdahaleyi daha da hızlandırır. Şimdi demokratik halk hareketlerinde bir isyandan sonraki aşamalar nedir? Biraz da buna bakmak gerekiyor. Demokratik halk hareketi için bir sonraki aşama sosyal sorunların ele alınmasıdır.

Demokratik hareket ve isyancı güçlerin sosyal sorunları ele alması, beraberinde birçok demokratik talebin ortaya çıkmasını da sağlar. Bu da Arap dünyasında eşi benzeri görülmemiş bir değişime ve değişik Arap ülkesinde çeşitli çalkalanmalara sebep olur. Eğer demokratik hareketler bunu yaparsa Arap dünyası da ABD’nin kucağından kurtulur. Bu yönlü değişim, Batılıların da bütün hesaplarını alt üst eder. O zaman ABD ve müttefikler açısından işgal konusu masaya yatırılır. Ki, şimdiye kadar da bunu yapıyorlar. Tüm bunlar, demokratik hareketlere, Hizbullah öncülüğündeki Lübnan direnişi örneğini sunar. Bu durumda halkın silahlanması ve halk direnişi ortaya çıkar. Tabii eski elitlerin ortadan tamamen kaldırılması ve süpürülmesi de gündeme gelir. Ancak bu şekilde emperyal dünya düzenine karşı bir devrim kazanılır. Tekrar belirteyim, halkın her alanda örgütlenmesi ve her yerde silahlanması devrimler için şarttır.

Kimi çevreler, Hizbullah’a, HAMAS’a maddi ve askeri destek verdiğinden dolayı Esed’i anti-emperyalist biri olarak değerlendiriyor. Sizin bu konudaki düşünceniz ne?

Esed rejimi, diğer Batı yanlısı Arap diktatörlerinden farklı olarak ABD hegemonyasına ve İsrail’e karşı bir tutum sergiledi. Evet, gerçekten de Esed,  Lübnan Hizbullahı’nı ve Filistin direnişini destekleyerek İran ile bir eksen oluşturdu. Fakat rejimin Filistin ve Lübnan’daki desteği çıkarsal ve taktikseldir.

Birincisi, Lübnan devrimi ile Filistin arasında ittifak güçlendiği dönemde Esed, bu ittifaka karşı direk askeri müdahalede bulundu. Daha sonra Esed rejimi, ABD’nin Irak’a karşılık uyguladığı ambargo ve başlattığı işgali onaylamasıyla Lübnan’ı kontrolü altına aldı. Şu anda Esed rejimi ile ABD arasında çıkar çatışması söz konusu...

Yani bir nevi hem ABD hem de Esed rejimi birbirlerine karşı bir menfaat savaşına girmiş bulunmaktadır. Biri sözde anti-emperyalist olarak, birisi de sözde demokrasi sloganları ile karşımıza çıkıyor. Diğer yandan ise Suriye ile İsrail arasında herhangi bir barış anlaşması yok. Bunun sebebi ise Siyonistlerin Golan Tepeleri’ni geri vermek istememesidir. Suriye rejiminin, HAMAS’a ve Hizbullah’a desteği, İsrail’e bu konuda gösterdiği tepkiden kaynaklanıyor. Bu politikalar, biraz önce de belirttiğim gibi çıkarsal ve taktiksel politikalardır.

Benzer politika Türkiye tarafından da yapılıyor. Örneğin, Türkiye yıllardır Filistin sorununu diline dolamış, sözde anti Siyonist, anti Batıcı bir politika yürütüyor. Bir yandan Filistin davasından bahsediyor, diğer yandan da kendi içindeki Kürtlerin taleplerini bastırıyor. Emperyalistlerle füze savunma sisteminin kendi topraklarında kurulmasına izin veriyor. Şimdi Türkiye, Filistin davasını savunduğu için anti-emperyalist midir? Tabii ki değildir. Türkiye menfaatçidir. Şimdi burada ‘Esed anti-emperyalist midir?’ sorusuna vereceğimiz cevap kesinlikle ‘hayır’dır.

Esed, isyancıları kovmak ve bastırmak için Kaddafi’nin ayak izlerini takip ediyor. Fakat Suriye, Libya’ya benzemez. Birincisi Suriye’deki muhalif güçler, Libya’daki muhalif güçlerden daha fazla gelişmiş ve daha çok siyasi bilgiye sahiptir. İkincisi, muhaliflerin büyük bir çoğunluğu Batılı emperyalistlerin müdahalesine karşılar.

Suriye’nin Lübnan-Filistin ittifakına askeri müdahalede bulunduğu, diğer yandan ise Suriye’nin Irak işgali sırasında ABD yanlısı politikaya yöneldiğini söylediniz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

Suriye, dönemin sol hareketlerini ve Filistin gerillalarını zayıflatmak için 1976 yılında Lübnan’ı işgal etti. Hıristiyan milislerle birlikte, Tal el Zater Kampını kundaklayarak yüzlerce Filistinliyi katletti. Suriye, 1991’de Irak savaşını onayladı. Aynı dönemde Lübnan ile barış gücü görüşmeleri devam ederken, Suriye Lübnan üzerinde hegemonik bir güç rolünü kazandı. Böylece Lübnan üzerinde büyük oranda bir kontrol etme durumunu elde etti.

Libya’yı göz önünde bulundurduğumuzda Suriye ile Libya muhalefetleri arasında ne tür bir fark görüyorsunuz? Esed verdiği reform sözlerini neden yerine getirmiyor?

Esed, isyancıları kovmak ve bastırmak için Kaddafi’nin ayak izlerini takip ediyor. Fakat Suriye, Libya’ya benzemez. Birincisi Suriye’deki muhalif güçler, Libya’daki muhalif güçlerden daha fazla gelişmiş ve daha çok siyasi bilgiye sahiptir. İkincisi, muhaliflerin büyük bir çoğunluğu Batılı emperyalistlerin müdahalesine karşıdırlar. Bundan dolayı Batılı emperyalistler, Türkiye’nin ılımlı İslam örtüsü altında bu sahada yer almasını istiyor. Türkiye de kendisine verilen görevi üslenmiş bir durumda gözüküyor. Yalnız Türkiye’nin bu tutumu da yine muhaliflerin birçoğu tarafından reddedilmektedir. Libya ile Suriye muhaliflerinin arasında en önemli fark ise Suriye muhaliflerinin çoğunluğunun bir dış müdahaleye karşı durmalarıdır. 

‘Esed Kaddafi’nin ayak izlerini takip ediyor’ derken neyi kastediyorsunuz?

Bugün Libyalılar için kara bir gündür. Yani NATO’nun bombardımanı altında. NATO’nun bugün Libya topraklarında katliamlar yapması, Kaddafi’nin tutumundandır. Kaddafi eğer, muhalefetin çağrılarına uysaydı, dikkate alsaydı NATO’nun terörünü durdururdu. Ama maalesef Kaddafi, anti Batıcı bir maske taksa da NATO’nun ülkesine girmesine sebep olmuştur. Esed’in tutumu da buna benzerdir.

‘Arap Baharı’nda yaşanan isyanları nasıl okumak gerekir? Bu isyanlar kime karşı?

Suriye başta olmak üzere diğer Arap ülkelerindeki isyanlar, genelde sömürgeci, kapitalist ve diktatör elitlere özellikle neo-liberalizme karşı başlatılan isyanlardır. Suriye’deki isyanın sosyal yönü çok önemlidir. Bu isyanlar geniş halk tabakalarına hitap etmektedir. Ülkelerinin gerçek demokrasiye, hak, adalet, özgürlüğe, politik ve ekonomik bağımsızlığa kavuşması için dış güçlerin demokrasi laflarına kulaklarını tıkamalıdırlar. Yani demek istediğim muhaliflerin bu mücadele için özgüvene sahip olmaları gerekir. Bu davaya, Türkiye, ABD, AB ve kendilerini yeniden sömürgeleştirecek olan güçleri katmamaları gerekir. Genel anlamda Suriye başta olmak üzere tüm Arap dünyasındaki gelişmeleri ele aldığımızda biraz önce belirttiğim gibi bu isyanlar neo-liberalizme ve kapitalizme karşı çekilen isyan bayrağıdır.

Batılıların bu bölgelere olan bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

‘Arap Baharı’yla birlikte Batılı medya makinesi çalışmaya başladı: “İsyanların yaşandığı ülkelere demokrasiyi götürecek tek güç Batı’nın bombaları olur!” mantığıdır bu. “Bölgeyi rehabilite edecek tek şey şiddetli demokrasi ihracatıdır!” diye havlamaya başladılar. Burada taktik yine aynıdır. İsyanda bulunan devrimci hareketlerin içine sızma ve kendi menfaatlerine göre düzen kurma arayışındalar. Avrupa ve birçok sürgünde demokrasiden bahsediyorlar. Ne zaman Batılılar demokrasiden bahsetse bilin ki yeni işgaller de sözde bu demokrasi anlayışlarını takip edecektir. Ama nedense kimse NATO’nun bombalarıyla hayatını kaybeden sivil insanlardan bahsetmiyor.

Neden acaba? Örnek Afganistan...

Genelde isyan kelimesini duymak istemeyen Batılı emperyalistler insanlara terörist damgasını vuruyor. Tunus ve Mısır örneğinde olduğu gibi. Bu ülkelerde başlayan halk isyanlarıyla yıkılan diktatör rejimlerin ardından ne söyleyip yapacaklarını bilemeyen Batılı emperyalistler şimdi bu ülkelerdeki kendi iradesine karşı olan kesimleri susturmak, kendine çekmek için ciddi girişimlerde bulunuyorlar. Bunun içinde yine eski adamlarını devreye koyarak bir zamanlar dışladıkları Müslüman Kardeşler’in bir bölümünü yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Körfez’deki durum daha da çarpıcıdır. Bahreyn’deki demokratik taleplerle isyana geçen halkına karşı savaş ilan eden petrol prensini ise alkışlıyorlar. Bu alkışlarda bulunanlar Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı demokrasi için bombalayan ve sivil insanları katleden bombaların sahipleridirler.

Peki, burada tam olarak Batılıların asıl hedefi nedir?

Buradaki asıl amaç demokratik devrimlere şiddet katmaktır. Kaba eleştirmelerin bu soruya çok çabuk ve basit cevabı vardır, o da petroldür. Yalnız bu yaklaşım çok basit ve yetersiz kalıyor. Bakın, bir zamanlar Kaddafi, Berlusconi’nin en iyi iş ortağı ve güvenilir arkadaşıydı. Ama şimdi ne oldu? Bakın, Libya’daki tüm yaşananlar sadece ekonomik teminatın faaliyetleridir. Aslında Batılıların asıl hedefi petrolden daha çok Arap dünyasında büyüyen demokratik halk isyanlarının devrimle sonuçlanmasını ve bu devrimlerin Arap dünyasında bir birliğe dönüşmesini engellemektir. Batıcı demokrasi anlayışı, sömürgecilerin ihracatı haline geldi. Irak ve Afganistan örneğinde olduğu gibi... Batılı anlayıştaki bu demokrasi kavramı, siyasi ve toplumsal sorunların dışarıda tutulması anlamında, ülkenin Batı oligarşisi hâkimiyeti altındaki olmasının demokrasisidir.

Sayın Langthaler, biz şimdi bunları konuşurken Suriye’de, Bahreyn’de, Libya’da insanlar ölüyor. Sonuçta ezilen katledilen yine adalet, hak, özgürlük diye haykıran yoksul halklardır. Son olarak Suriye ve Bahreyn’de muhaliflere bir sözünüz var mı?

Umarız ki, Suriye’deki demokratik muhalif güçler Batılıların ve Türkiye’nin çıkarcı, menfaatçi ve ikiyüzlü politikalarına kanmazlar. Yalnız bazı grupların dış müdahaleden yana olduğunun farkındayız. Bu gruplar Washington’un desteğiyle kendilerine şimdiden koltuk bulma girişimindedirler. Burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Devrimler ucuza kazanılmaz. Devrimler şehit ister. Bundan dolayı Suriye’deki muhaliflerin kesinlikle ve kesinlikle bir dış müdahaleye karşı durmaları gerekir. En kötü şey ne olabilir biliyor musunuz? Birincisi, muhaliflerin, Batılı emperyalistlerin, ikincisi ise daha kendi içinde sorunlarını çözemeyen bir Türkiye’nin Esed’e müdahalesiyle devrim sloganlarını atmaları olur. Yani Suriye bir Libya olmamalıdır.


Ortadoğu halk hareketlerinde farklı kesimler farklı ideolojik beklentilerle yer alıyor. Sonraki süreçte bir iç tartışma, ayrışma ve çatışma ihtimali görüyor musunuz?

Ortadoğu’da yaşanan önemli gelişme, anti Batıcı bir maske yıllardır hatta on yıllardır sessiz pasif kalmış kitlelerin bir halk isyanına geçmiş olması oldu. İsyana geçen bu kitleler ideolojik tartışmalarla tanışmıyor. İnanıyorum ki, bu kitle hareketlilikleri sayesinde geçmişin kısır ideolojilerinin tartışmaları (İslamcılar ve solcular) arasındaki tartışmalar da dâhil bu tür tartışmaların önemli siyasi konular ile karıştırılacağıdır.

Demokrasi nedir? Sıradan vatandaşlar bu konu hakkında ne kadar söz sahibi olabilirler? Sosyal adalet nasıl sağlanabilir? Ve her şeyden önce Batı’dan bağımsız gerçek bağımsızlık nasıl sağlanabilir? Bu konulara ilişkin çalkalanmalar yaşanacaktır ve olması da gerekir.

Tüm bunların globalizmle birlikte kapitalist sistemde büyük bir çatlak vereceği görüşündeyim.  Birçok güç -bazı İslami güçler de dâhil- bu oluşacak kapitalist çatlağı göz önünde bulundurmak istemiyor. Nedeni ise bu güçlerin aşırı derecede kapitalist elitlerle iç içe olmalarından kaynaklanıyor.

Bu süreç halk kitleleri için kapitalist elitlere karşı çoğunluğu oluşturmak ve iradeyi sağlamak için uzun ve zor bir süreç olacaktır.


Facebook, internet ve benzeri vurgular bilhassa Mısır bağlamında çok konuşuldu. Halk hareketleri adeta örgütsüz bir yığın hareketi olarak yorumlandı. Bu yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?  

Yeni medya eskisine göre daha da az kolaylıkla kontrol altında tutulur ve sansürlenir. Bu internet medyasının bir avantajıdır. Bundan dolayı internet medyasına kitlelerin örgütlenmesinde büyük bir görev düşmektedir. Tabii bu görevi de olduğundan fazla görmemek haddinden fazla beklentilere girmemek gerekir. Çünkü onların menzili eğitimli orta sınıf ile sınırlıdır.

Halk hareketleri oldukça gençtir ve kendiliğinden ortaya çıkar. Tabi ki, bu kitleler ciddi derecede ciddi önderlik sorunları yaşıyor. Tabii tüm bunlar şaşırtıcı değildir sonuçta on yıllardan beridir diktatör rejimlerin baskısı altında kalmışlar.

Ama asıl politik değişim bugün şimdi yaşanıyor ve bu değişim içinde siyasi özgürlükler sınırlı da olsa şarttır.

Röportaj: Mustafa İlhan / Haksöz-Haber

Röportaj Haberleri

Tuğgeneral Ömer Çiftçi: "Dünyanın ye’se düşmekten en uzak ve en ümit dolu insanları mücahitlerdir!"
Suriye konusunda merak edilen sorulara cevaplar
“Suriye'nin toparlanması için küresel eylem gerekli”
“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…