Tek tip bir hiyerarşi, düzen ve disiplin içinde iş gören askerlerin, bir karınca yuvasını andıran toplumun karmaşık ilişkilerini çözmeleri çok zor.
İlker Başbuğ'un önceki gün Harp Akademileri'nde yaptığı uzun konuşmada, bu konuda samimi bir çaba var. Toplumu anlamak ve yorumlamak için Max Weber'in sosyolojik yöntemlerine müracaat edilmesi, sadece askerler için değil, Türkiye için büyük bir ilerleme.
İlker Başbuğ'un konuşmasında Weber'e tekrar müracaat edeceğini iddia etmiştim. Nitekim konuşma metninin yaklaşık iki sayfası Max Weber'e ayrılmıştı. Başbuğ'un Weber'in yöntemine müracaatı epeyce yüzeysel. Ama çok önemli bir kapı açıldığını da kabul etmek lâzım. Çünkü dindarlık ve dindarlığın tezahürlerine savaş açmak yerine, önce "anlama"nın, sonra da uyumlu bir şekilde bir arada yaşamanın perspektifi Weber sosyolojisinde mevcut.
Mesele önemli ölçüde bir yöntem sorunu. Bu yöntem sorununun arkasında ise kuramsal tartışmalar var. Sosyal bilimler, uzun süre doğa bilimlerinin yöntemini takip etti. Doğa bilimleri, nedensel ilişkilere dayanır. Max Weber ise bu bilim anlayışını tepetaklak eden adamdır. Ona göre toplumda nedensel değil anlama dair ilişkiler vardır. Bir toplumsal olgunun değerini belirleyen şey bizatihi taşıdığı değer değil, bizim yüklediğimiz "anlam"dır. Kant'ın belirttiği gibi insan sadece doğa tarafından belirlenmez; onda akıl ve irade vardır. Akıl ve irade, ilkeler ve kurallar koyar. Toplum hayatında insanların düşünce, inanç ve değerlerinin belirleyici olduğunu söyleyen Weber, tamamıyla maddî bir alanda bu tezini ispata girişir. Konu kapitalizmdir. Max Weber, kapitalizmin Protestan cemaatlerinin geliştirdiği prüten ahlâk anlayışının eseri olduğunu öne sürmektedir. "Protestan Ahlâkı ve Kapitalizmin Ruhu" adlı eserinde, kapitalizm örneğinden yola çıkarak dinî anlayışların ekonomik davranışların belirleyicisi olduğunu ve toplumdaki ekonomik değişmelerin zihniyetle alâkasını ispatlamıştır.
İlker Başbuğ'un Weber'den alıntılayarak "inanç sistemleri"nin toplum hayatı için önemini vurgulaması, "Dinin toplumsal bir bağ oluşturma, ortak bir duyarlılık yaratma bakımından önemi" üzerinde durması, Türkiye için ufuk açıcı bir gelişme. Dinin ve dindarlığın her türlü tezahürünün laiklik tartışmaları içinde boğulduğu bir ülkede "rejimin bekçisi" için önemli bir adım. Ama bir sonraki cümlede "Yanlış olan ise –Anayasa'nın 24. maddesinde de ifade edildiği gibi- dinin toplumsal davranışı, sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesi ve kabul edilmesidir" hükmünü nereye koyacağız? Eğer din "bir toplumsal bağ" ise "toplumsal davranışı belirlemesi"ni nasıl engelleyeceksiniz? Hangi yasa ve hangi kuralla?
Mesele laiklik meselesi değil. Devlet, dinler karşısında tarafsız olacak ve dinî inancına bakmadan vatandaşına eşit davranacak. Peki insanlar dinî duygularla (tam da Başbuğ'un dediği gibi) "toplumsal bir bağ" oluşturmaya yani cemaatler şeklinde örgütlenmeye kalktığı zaman, sınırları hangi hukuk normu belirleyecek? Basit ama vazgeçilmez insanî ihtiyaçların, dindarane duygularla karşılanması toplumsal bir refleks. Çünkü dinler, güvenli bir referans çerçevesi oluşturuyor. İnsanlar bu referanslarla yardımlaşıyor, dayanışma içine giriyor ve ülke için daha iyinin peşine düşüyor. Bu insanî ihtiyaçları engellerseniz, üstelik karşısına İlker Başbuğ'un şahsında silahlı gücü dikerseniz ne olur? Bu insanî ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların ürünü olan cemaatler siyasallaşır. Dinî cemaatlerin siyasallaşmasını neden bu yasakların eseri olarak yorumlamıyoruz? ABD'de Methodist, Quaker veya Baptist cemaatlerin aynı zamanda ekonomik şebekeler oluşturması normal sayılırken bizde dindar müteşebbislerin bir araya gelmesi niye kural dışı addediliyor?
"Dinî cemaat" tartışmasını, İlker Başbuğ'un açtığı kapıdan Weber üzerinden sürdürmeliyiz.
ZAMAN