Nurşin Ateşoğlu Güney / Anadolu Ajansı
ABD Başkanı Trump’ın seçim öncesi ve sonrası İran’a yönelik sert ifadeleri ve buna İran yönetiminin vermiş olduğu karşılık Washington ile Tahran arasında suların bir hayli ısınmakta olduğu izlenimini veriyor. Suların ısındığını yükselen ve görünürlük kazanan buhardan anlayabiliyoruz.
Trump, önce İran’la yapılan nükleer anlaşmadan başlayarak Obama döneminin İran politikasının felaket olduğunu ilan etti. Trump’a göre bu politikalar sadece İran’ın yararına sonuçlanmıyordu, aynı zamanda müttefiklere de zarar veriyordu. Sonra aralarında İran’ın da olduğu yedi Müslüman ülkeden ABD’ye girişi geçici olarak durduran yasağı ilan etti. Akabinde, Tahran yeni bir balistik füze denemesi yaptı ve derhal Washington DC’den gelen uyarıyla karşılaştı. ABD, bundan sonra Tahran’ın atacağı her adımı ciddi olarak takip edeceğini ilan ediyordu. Trump’a göre, İran, balistik füze ateşi ile oynayacağına Obama’nın Tahran’ı kayıran politikalar benimsemesi nedeniyle ABD’ye minnettar olmalıydı. Buna karşılık İran dini lideri Hameney, ‘‘Ne için minnettar olacağız?’’ diye sordu. “Ne için ABD’ye minnettar olacağız. DEAŞ için mi yoksa Suriye ve Irak’ta yaktığı ateş için mi?”
Kimileri Trump’ın uyarısına hak verdi, bazıları ise Hamaney’in sorularına. Ne tarafa meyledersek edelim, bu gözden kaçmayacak tansiyon, uluslararası ilişkiler uzmanlarını şu soruyu sormaya itiyor: Trump Yönetimi altında ABD-İran ilişkileri bir defa daha kopma noktasına mı geliyor?
Tahran ile Washington arasında ipler kopuyor mu?
Pek çok uzman şu konuda uzlaşıyor: ABD ile İran arasında iplerin kopup kopmayacağının test edileceği en ciddi husus 2015 tarihli Nükleer Anlaşma’nın geleceği konusunda Washington DC ve Tahran’ın takınacağı tavır olacak. Ancak İran-ABD ilişkilerinin geleceği Nükleer Anlaşma’nın kaderiyle sınırlı değil. Tahran’ın son dönemde gerçekleştirdiği füze denemeleri ve Yemen’deki uzantısı Husiler aracılığıyla Suudi Arabistan’a yönelik oluşturduğu tehdit (Suudi gemisinin Husiler tarafından gönderilen füzelerle vurulduğunu hatırlayalım) de oldukça ciddi meseleler. Trump yönetiminin bu meydan okumaya nasıl cevap vereceği soruluyor. Sertlik yanlılarını sevindiren bazı emareler var: Örneğin ABD Savunma Bakanı James Mattis, Japonya resmi ziyareti sırasında İran’ı resmen Ortadoğu’da terörü en fazla destekleyen ülke olarak ilan etti. Daha sonra, ABD Başkanı Trump da İran’ın BM kararlarını göz ardı ederek yapmış olduğu füze denemelerine karşılık yeni yaptırımlar uygulama kararı aldı. Tabi bu sertleşme sinyalleri sadece Washington semalarından gelmiyor.
Bir süredir Tahran yönetimi, Obama döneminde Washington’la yaşanan detant havasının Trump’ın başkanlığı altında buharlaşacağını bekliyordu. Sertleşmenin ilk belirtileri Trump’ın seçim kampanyası sırasında verilmişti ve o zaman ABD Başkan adayı olan Trump, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de elde ettiği nüfuz alanına karşı çıkacağını tüm dünyaya duyuruyordu. Buna karşılık İran, ABD Başkanlık seçimlerinin arifesinde ve sonrasında Ortadoğu’da (Suriye, Yemen ve Irak gibi yerlerde) barışın tesisi yönündeki girişimlere karşı çıktı ve ateşkes çabalarına ayak diredi. Pek çoğumuz bu ayak diremeyi bölgesel güç dengesinde konjonktürel değişimlerle açıkladık ve kısmen haklıydık. Ama göz ardı edilmemesi gereken bir gerçeklik daha var: İran, bugüne kadar Ortadoğu’da sahada elde ettiği kazançların Trump başkanlığında elinden alınabileceğini düşünüyor. Amerikan baskısı sonucu sahada alan kaybedebileceğini düşünen İran kendisine karşı sertleşen Trump yönetimi karşısında geri adım atmıyor, tam tersi bir tırmandırma stratejisi sürdürüyor.
Nitekim Tahran, ‘Vekâlet Savunucuları’ hava savunma tatbikatında yeni füze denemelerinde bulunacağını ilan etti. İran’daki beklenti sadece bu geri adım atmama/taviz vermeme üzerinden kazançlarını yeni statüko haline getirmek değil. Ayrıca İran’daki yönetici kadro, Trump karşıtı söylem ve eylemlerle Washington’un samimiyetsizliğini dillendirerek kendini hem uluslararası hem de ulusal kamuoyu önünde aklama ve meşrulaştırma gayreti içinde. Trump yönetiminin de uluslararası kamuoyunda hatta ABD’de çok popüler olduğu da söylenemez zaten.
‘Tedbirli tırmandırma’ stratejisi
Washington DC. Tahran’nın bu stratejilerine nasıl yanıt veriyor diye sorduğumuzda İngilizce bir deyiş aklımıza gelmiyor değil; a barking dog never bites. Kendisine Tahran’ın yönelttiği suçlamalar karşısında Washington şimdilik, sadece İran’a yeni yaptırımlar uygulayacağını söylüyor ve Suudi gemilerine yönelik olası İran füze saldırılarını caydırmak amacıyla bölgeye bir Amerikan muhrip gemisi gönderiyor.
ABD’nin yapabilecekleri ve elinde olan baskı araçları düşünüldüğünde bu cevabı yeterince ciddi bulmamak pekâlâ mümkün. James Mattis’in ifadelerine geri dönelim: Beyaz Saray’ın Ortadoğu’daki asker sayısını arttırmak gibi bir niyeti yok. Bu da bize, ABD’nin şimdilik İran’a yönelik olarak temkinli bir tutum takındığını ve Tahran’ı konvansiyonel bir saldırıya teşvik etmemek için dikkatli davrandığını düşündürtüyor. Kısaca ABD retorik olarak İran karşıtı bir tutum üzerinden bölgede tırmandırmayı başlattı ama tedbiri elden bırakmadı. O nedenle de bazı uzmanlar Trump’ın görünen İran politikasını tedbirli tırmandırma stratejisi olarak açıklıyorlar.
Beyaz Saray’ın tedbirli tutumunun nedeni ise Tahran’ın artık eski Tahran olmadığı gerçeği ile açıklanıyor. 2015 Nükleer Anlaşması sonucu Tahran’ın bölgede gücünü ve prestijini artırdığı biliniyor. Bu yüzden Tarhan’ın sahada istikrarsızlaşmayı artırabilecek manevralardan uzak tutulması önem kazanıyor. Her ne kadar bu açıklamanın kendi içerisinde tutarlılığı olsa da İran nüfuz alanı ve prestijini artırmak için kendi gücünün ötesinde operasyonlara girişti, bu da Tahran’ın elini ABD’ye karşı giriştiği sınavda zorluyor. İran’ın içinde bulunduğu açmazları bilenler de bu yüzden ABD’nin Tahran’a uygulamakta olduğu bu yeni yaptırımların İran için bir uyarı olduğunu söylüyorlar. Bu görüşte olanlar, Tahran’ın bugün sergilediği saldırgan tutumunu yakın bir zamanda değiştirmemesi halinde Amerikan cezalandırma politikasının daha sertleşebileceğini iddia ediyorlar. Kısacası İran’a karşı alınacak tedbirler geleceğe bırakılıyor, uyarıların anlaşılacağı ve Tahran’ın sağduyulu davranarak kendi kendini sınırlandırılacağı umuluyor. İster istemez soruyoruz, bu rüyayı Obama’da görmemiş miydi?
Dolaysıyla, bugünkü Trump yönetimi İran’a karşı zayıf davranmakla suçladığı Obama yönetiminden şimdilik çok da farklı davranmıyor. Temkinlilik adına Tahran’a karşı sınırlı bir cezalandırma yöntemi uygulamayı tercih ediyor. Bu mesajın Tahran’ı kendine getireceği umudu var gibi Washington’da. Bu nedenle de İran’ın balistik füze denemeleri konusunda olsun Nükleer Anlaşması’nın geleceğiyle ilgili sergilenecek tavırda olsun Trump’tan beklenen radikal tutum bir türlü gelmiyor. Öyleyse Obama yönetimi sırasında ABD’ye sorulup durulmuş olan soruyu biraz değiştirerek Trump yönetimi için soralım: ABD’nin uyguladığı sınırlı yaptırımlar, tedbirli cezalar, İran’ı provoke etmeden durdurma isteğinin güttüğü sert söylem fakat konvansiyonel eylemsizlik Tahran’ın Ortadoğu siyasasını değiştirir mi? Bu soruya cevap vermek için ABD politikalarından Tahran’ın ne kadar etkilendiğini analiz etmemiz gerekir.
ABD’nin yaptırımları Tahran’ı ne kadar etkiliyor?
İran yönetimi gerçekleştirdiği füze denemelerinin 2015 Nükleer Anlaşması'na aykırı olmadığını iddia ediyor. Tahran’ın asıl amacı ABD’nin uygulamakta olduğu yeni yaptırımların meşru olmadığını dünya kamuoyuna kabul ettirmek. Anlamlı bir diplomatik adım olsa da, ABD’nin füze denemeleri sonrası kabul ettiği yaptırımların 2015 Anlaşması ile doğrudan bir ilgisi yok. Hatırlanacaktır, Nükleer Anlaşmada ABD, Tahran’ın Anlaşma çerçevesinde altına girdiği yükümlülükleri gerçekleştirmesi halinde İran’a uyguladığı yaptırımları kaldıracağı sözünü vermişti. Karşılığında İran’ın Anlaşma hükümlerine riayet etmemesi durumunda uygulayageldiği yaptırımları tek taraflı olarak yürürlüğe tekrar koyacağını söylemişti.
Bugün ABD’nin İran’a karşı uygulamaya başladığı yeni yaptırımlar Nükleer Anlaşma çerçevesinde kaldırmayı vaat ettiği ve kaldırdığı yaptırımlar değil. Yeni yaptırımların İran ekonomisine olası etkisinin sınırlı olacağını iddia eden uzmanlar da bu ayrıma dikkat çekiyorlar. Çünkü, ABD’nin en son uygulamaya koyduğu bu yaptırımlar sadece balistik füze yapımıyla ilgili bir düzine firmayı kapsamakta olup, İran Hava Yolları ya da önemli herhangi bir İran bankasına yönelik değil. Kısaca söyleyelim, son ABD yaptırımları İran yönetminin önemli kurumlarını teğet geçiyor.
Washington’dan yapılan açıklamalara baktığımızda Trump yönetiminin henüz İran’a karşı nasıl bir politika izleyeceğini netleştirmediğini de görüyoruz. Amerika’daki yeni yönetim İran’a yönelik yeni iktisadi yaptırımların uygulanmasından Tahran’ın bölgesel rakiplerinin desteklenmesine kadar pek çok alternatifi değerlendiriyor. Bu değerlendirme sürecinin uzamasının çeşitli nedenleri var: Öncelikle Trump, seçim kampanyası sırasında Nükleer Anlaşmayı kötü bir anlaşma olarak tanımlamış ve askeri opsiyonun da masada olduğunu söylemişti ama bugün Başkan Trump’ın mevcut yönetiminin söz konusu Nükleer Anlaşmayı kolay kolay gözden çıkarmayacağı görülüyor. Nükleer Anlaşmaya sadık kalınmasının farklı nedenleri de söz konusu.
Anlaşmanın iptali uluslararası krize yol açabilir
İlk akla gelen husus şu; eğer ABD Nükleer Anlaşmadan tek taraflı çekilir veya anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesinde ısrarcı olursa o zaman şimdilerde arasının iyi olmadığı AB’deki müttefikleri ve Çin ile karşı karşıya gelebilir.
Bilindiği gibi Brüksel ile Pekin 2015 tarihli Nükleer Anlaşmanın devam etmesi konusunda Tahran’a oldukça yakın bir konuma sahipler. Ayrıca Trump yönetimi de gayet iyi biliyor ki, eğer anlaşmayı tek taraflı terk ederse bu durum da İran’ın nükleer programına yeniden başlaması sadece mümkün olmayacak, ayrıca bu konuda belirli bir meşruiyet de kazanmış olacak. Bu durumda uluslararası çapta daha büyük bir krizin önü açılabilir, nükleer silaha sahip ülkelerin, mesela ABD’nin, çok önem verdiği Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi rejimi zarar görebilir. Mevcut Nükleer Anlaşma Trump Amerikası yüzünden çökerse ileride ABD’nin uluslararası çapta şimdikine benzer, “daha iyi bir anlaşmayı” yapmak için gerekli geniş çaplı işbirliği ortamını oluşturması nasıl mümkün olabilir, bu sorunun cevabı Batı’daki sertlik yanlılarının duymak istemediği bir cevap olacak büyük ihtimalle.
Oysa İran’daki sertlik yanlıları kulaklarını dört açmış bekliyorlar; Trump yönetiminin anlaşmayı yırtıp atması durumunda İran içindeki anlaşma karşıtlarının eli haliyle güçlenecek, İran kamuoyu nezdinde prestij kazanacaklar ve İran bu atmosfer altında seçimlere gidecek. Sonuçlar ABD’nin İran’da görmeyi hiç arzu etmediği bir doğrultuda olabilir. Tüm bu nedenlerle yani tüm olumsuzlukların farkında olarak Trump yönetimi şimdilik İran Nükleer Anlaşması’yla ilgili seçim öncesi sert söylemini bir kenara bırakmış görünüyor.
Trump yönetimi Nükleer Anlaşma üzerinden İran’a yapacağı baskının dozunu kaçırmamaya özen gösteriyor. Temkin, temkin, biraz daha temkin. Zira, Tahran’ın fazla baskı karşısında anlaşmanın kendine zarar verdiği hükmüne varıp anlaşmayı terk etmesi ihtimali Washington’da şu anda çok taraftar bulmuyor. Elbette ibre ne kadar Tahran lehine de görünse Washington’un bundan sonra İran Nükleer Anlaşması’nın uygulanması konusunda Obama yönetimine kıyasla daha titiz davranacağı da bir gerçek. Sözün özü, Trump sert sözler sarfeden bir boksör gibi tahayyül edilebilir ama daha çok ihtiyatla İran'ın meydan okumasına cevap vermek arasındaki hassas dengede Ortadoğu üzerinde gerilmiş bir ipin üzerinde yürüyen usta bir cambaz olmak zorunda. Trump’tan ziyade Kissinger’ın başarabileceği bir rol.
Trump Amerikası Ortadoğu’ya nasıl dönecek?
Halihazırda, Washington’un İran’ın füze denemeleri karşısında uygulamaya koyduğu sınırlı mahiyetteki yaptırımlardan yola çıkarsak ABD’nin Tahran’a yönelik politikasını netleştirmeden önce Ortadoğu’da eski müttefikler nezdinde zemin yokladığını söyleyebiliriz.
Burada belirleyici olacak şey bundan sonraki Amerikan yönetiminin gelecekte Ortadoğu’da hangi dış politika yönelimine öncelik vereceğidir. Şimdilik Trump’ın önünde birbirinden farklı politikaları getirebilecek öncelikler listesi var: DEAŞ'la savaş, İran’la doğrudan mücadeleye girişmek, Rusya ile anlaşmak ve Ortadoğu’dan ziyade Çin’i dengelemek için Asya’ya yönelmek. Trump’ın dış politikada hangi yolu tercih edeceği kuşkusuz genelde Ortadoğu özelde de İran politikasının gidişatını belirleyecek. Bu belirsizlik sürecinde Trump’ın ekibi hazır olmaya gayret ediyor. Rusya ile ilişkilerde belirsizlik devam ediyor ama Trump’ın gerek İsrail’e yönelik olumlu söylemleri gerekse de Körfez ülkeleri ile yeniden ilişki kurma girişimleri -bu bağlamda ABD’nin eski müttefiklerini yoklaması- önemsenmeli.
Öyle ki Washington ibreyi İran’ın etki alanını sınırlandırmaya doğru kaydırabilir de. Trump seçilirken dış politikasının bir sis perdesi altında olduğunu söylemiştik, net bir amaç görünmüyordu. Bugün başkanlığının ilk ayı dolmak üzereyken hala net bir şey söylemek mümkün değil. ABD Ortadoğu’ya dönecek mi? Kim için, ne için dönecek? Hangi araçlarla dönecek? Cevapları şimdilik bilinmeyen sorular. Bölge devletleri siste gemilerini limanlara götüren kaptan titizliğiyle sadece görüp görmediklerine değil, bölge politikalarının birikiminin oluşturduğu tecrübeyle yapılandırdıkları pusulalarına da bakmak zorunda kalıyorlar. Türkiye’nin çok yönlü, çok araçlı askeri/diplomatik politikaları da bu çerçevede daha anlam kazanıyor.
[Prof. Dr. Nurşin A. Güney. Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, BİLGESAM Başkan Yardımcısı]