Waad Al Kateab ve Hamza Al Kateab ile “For Sama” belgeseli üzerine

Suriye'nin Halep vilayetinde Rusya, İran ve Esed rejiminin yaptığı yıkımı gözler önüne seren For Sama belgeselinin yapımcıları Waad Al Kateab ve doktor eşi Hamza Al Kateab ile Harmony Programı Direktörü Yavuz Yiğit bir söyleşi gerçekleştirdi.

20 Aralık Salı akşamı “For Sama” belgeselinin gösterimi akabinde Harmony Programı Direktörü Yavuz Yiğit’in belgesel yapımcısı Vaad el-Hatîb (Waad Al Kateab) ve doktor eşi Hamza el-Hatîb (Hamza Al Kateab) ile yaptığı söyleşiyi Zahide Tuba Kor tercüme etti:

Yavuz Yiğit: Neden Suriye’de kalıp kuşatma ve savaş altında her şeyi kaydettiniz?

Vaad: Halep Üniversitesi İktisat bölümü öğrencisiydim. Ben de birçok insan gibi gösterilere katıldım. Rejim insanları tutukluyor, öldürüyor ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyor, en baştan itibaren her şeyi inkâr ediyordu. Biz de hem Suriyelilere hem de dış dünyaya neler olup bittiğini göstermek istedik. Kalitesi iyi olmasa bile herhangi bir kayıt, fotoğraf ve video, olan biteni belgelemek açısından son derece önemliydi. Gün geçtikçe bu iş bir ölüm kalım meselesine dönüştü. Eğer ki ben hala yaşıyorsam daha fazlasını yapmalıyım diye düşündüm. Rejime karşı direniş yöntemim yaşananları filme almaktı.

Hamza: Biz elimizden geleni yaptık. Ama bu hikâye sadece bize has değil. Biz eşi benzeri olmayan bir iş yapmış değiliz. Mesela kuşatma sırasında benim gibi görev yapan doktor sayısı 35’ti ve hastanedeki bütün personelimizin sayısı da 112’ydi. Rejimin suç sicili kabarık bir diktatörlük olduğunu biliyorduk. Ama Esed rejimine karşı gösterilere başlamış Suriyelilere sırtlarımız dönüp gidemezdik, bizim bir sorumluluğumuz vardı. Halep kuşatması Türkiye’deki 15 Temmuz gibiydi. Siz tankların ve uçakların bombardımanına rağmen niye sokağa çıktıysanız bu da vatanımız için, kendimizin ve çocuklarımızın geleceği için bize düşen ahlaki bir sorumluluktu.

Vaad: Filmi seyrederken de gördünüz, herhangi bir insanın kaldırabileceği şeyler değildi yaşadıklarımız. O yüzden insanları neden mücadele etmedin de gittin veya neden kaldın diye yargılamak doğru değil. Herkesin şartları ve dolayısıyla kararları farklıdır. Tam da bu yüzden bazı insanlar kaldı, bazıları ayrıldı. Bundan tam altı yıl evvel bu hafta Halep’ten zorla çıkartıldık. Bugünden geçmişe baktığımda çoluk çocuk orada kalmak çok da mantıklı bir karar değildi diye düşünüyorum. Tek başına bile olsanız, bu herkesin kaldırabileceği bir mücadele değildi.

Daha önceki bir konuşmanızda hastanenin umut olduğunu söylemiştiniz. Filmde de gördük; kızınız Sama ile Türkiye’ye geldikten sonra Suriye’ye geri döndünüz. Hastane ne demektir?

Hamza: Bu aynı zamanda rejimin neden hastaneleri hedef aldığı sorusunun da cevabı. Devrimin başlangıcından itibaren rejim 620 sağlık merkezini vurdu. Dolayısıyla orada doktor olarak görev yapmak, hastaları tedavi etmekten çok daha fazlasıydı; bir direniş yöntemiydi, insanlara orada kalabilecekleri umudunu vermekti. Çocukları veya yaşlıları hastalandığında tedavi için veya kadınlar hamile kaldığında doğum için gidebilecekleri bir yer olduğunu, kendileri için orada çalışanlar olduğunu göstermekti. Halep kuşatmasının en karanlık anlarında orada tüm hastane personeliyle birlikte bulunmamız çok önemliydi. Zamanında hastanemizi daha güvenli bir noktaya taşımamız sayesinde çok şükür Halep’te ayakta kalan son hastaneydik.

Daha evvel görüştüğüm Haleplilerden öğrendiğim kadarıyla, başlangıçta sizin hakkınızda çılgın bir kadın her şeyi kameraya alıyor, ne yapıyor bu böyle diye düşünürlerken daha sonra gel bunu da kameraya çek demeye başlamışlar…

Vaad: Evet, her gün gördüğüm neredeyse her şeyi filme alıyordum. Hastane çalışanları başlangıçta yaptığıma bir anlam veremiyordu. Acilde neden hastaları veya dışarıda bombardımanı ve topçu ateşini çektiğini anlıyoruz ama neden yemek pişirirken veya yerken, kart veya satranç oynarken, futbol oynarken bizi çekiyorsun diyorlardı. O zamanlar bu anların ne kadar önemli olduğunun ben de farkında değildim. Ta ki 11 Temmuz 2013’te hastane çalışanlarından tıp fakültesi öğrencisi ve eczacı Gays ve Mahmud kardeşler bir anda öldürülene kadar. Onlar benim de kardeşim gibiydiler. O gece odada otururken onların bir gece evvelki videosunu izliyorduk. Hiçbir önemi olmayan saçma bir videoydu. Ama hayat doluydular. O sırada bu işin sadece buradaki ölümle ilgili olmadığını, daha ziyade hayatla ilgili olduğunu fark ettim. Biliyor musunuz, altı yıl sonra bu belgesel filmi her izleyişimde Halep’teki zor değil, mutlu anları gördüğümde gerçekten çok üzülüyorum ve acı çekiyorum.

Filmde satranç oynayan insanları çekerken burada normal bir hayat yaşamak devrimin kendisiydi diyorsunuz. Bu ne demek?

Vaad: Hastanelerin insanlar için ümidin mekânı olmasıyla benzer aslında. Okul açan öğretmenler, arama kurtarma yapan Beyaz Bereliler insanlara hayat veriyordu. Normal hayatın bir parçası olan eylemler, insanları diri kılıyordu, kendilerini güvende hissettiriyordu. Rejim zaten insanların normal hayatını, her şeyi ve herkesi yok etmek istiyordu. Halep’te hayatta kalmak istiyorsan cephe hattına olabildiğince yaklaşmalısın diyorduk birbirimize. Çünkü cephe hattı rejimin savaş vermek istediği en son yerdi. For Sama belgeselinde farklı dönemlerde işlenmiş katliamlara bakarsanız, öldürülenlerin hep siviller, çocuklar olduğunu görürsünüz. Evet, bir savaş vardı ama öldürülen savaşçılar asgari düzeydeydi. Bu Suriye rejiminin kasıtlı bir taktiğiydi.

Hamza: Save Children adlı STK, 2011-2016 yıllarında Suriye’de yaptığı bir çalışmada saldırılar yüzünden çocukların ölme ihtimalinin savaşçılara kıyasla 7 kat daha fazla olduğu sonucuna ulaşmıştı. Rejim, kontrolü dışındaki her bölgede hayatı vurmaya çalışıyordu ve dolayısıyla inadına orada yaşamak, hayata tutunmak mücadelenin ta kendisiydi. Tam da bu yüzden kuzeyde milyonlarca insan rejim bölgesine gitmektense kışın soğuğunda bile kamplarda yaşamayı yeğliyor.

Türkiye’de ve dünyanın her yerinde mültecilere karşı nefret söylemi ve ırkçılık gittikçe artıyor. Bu konuda ne söylersiniz? Belgesel bunları azaltmakta işe yarıyor mu?

Vaad: Uzun süredir devam eden bu meselenin önemini hafife aldık. Mülteciler zaten başlarına gelen onca şeyden, yaşadıkları travmalardan sonra kendi dertleriyle boğuşuyor, gittikleri yerlerde yapayalnız hayata tutunmaya çalışıyor ve birçok sıkıntılarla karşılaşıyorlar. Mültecilerin burada ne işleri var diye hedef alınıyorlar. Nefret söylemi ve ırkçılıkla mücadele aslında bütün toplumun sorumluluğu. Öte yandan tek tek bireylerin sözünün önemini de hafife alıyoruz. Otobüste veya trendeyken, hatta aile içinde dillendirilen herhangi bir nefret söylemini susturma, onları söyledikleri sözden dolayı utandırma gücüne sahipsiniz.

Hamza: Halk arasında dolanan çok fazla yanlış bilgi de var…

- Evet, tıpkı Suriyeliler bedava veyahut sınavsız üniversiteye gidiyor tezviratı gibi. Bunun yanlış olduğu yüz defa kanıtlandı. Ama hala aynı yanlışlar dillendiriliyor. Veya tıpkı Suriyeliler devletten yardım alıyor söylentisi gibi. Suriyelilerin çok büyük bir kısmı yardım almıyor, hatta vergi veriyor. Yardım alanlar da PTT üzerinden AB’nin yolladığı yardım parasını alıyorlar. Ama bu, Suriyelilere Türk devletinin kasasından çıkmış bir yardım zannediliyor. Suriyelilere yardımların çoğu, devletin kasasından değil, uluslararası kuruluşlardan geliyor. Karşımda kalabalık bir kitleyi bulmuşken zihinlere yerleşmiş bu yanlış bilgileri bir kez daha düzelteyim dedim. Sözünüzü kestim, buyurun…

Hamza: İngiltere’de de Suriyeliler neden buraya geliyor, neden komşu ülkelerde kalmıyor diyorlar. Ekonomimiz iyi olduğu için mülteciler İngiltere’yi tercih ediyor diye düşünüyorlar. Rakamlara baktığımızda İngiltere’de sadece 22 bin Suriyeli var, Türkiye’de ise 3,5 milyon. Yani İngilizlerin dillendirdiği söylem yanlış bir bilgiye dayanıyor. Türkiye’de de Suriyelilere neden kendi ülkenizde kalıp da savaşmadınız diyorlar. Filmde de gördüğünüz üzere biz ülkemizde kaldık ve sonuna kadar savaştık, her türlü riski de aldık, ama zorla çıkartıldık. Maalesef yanlış bilgilerden kaynaklı bu tür sorular gerçek soruların üzerini kapatıyor. Gerçek sorular nedir? Mesela, bu insanlar şerefleriyle yaşamayı hak ediyorlar mı? Suriyeli çocuklar okula gitmeye layık mı? Sorulan yanlış sorular, öldürülen bir insan hakkında neden öldürüldü veya hesabı sorulmalı demek yerine, neden tehlikeli bir yerde dolanıyordu demeye benziyor. Bu, suçlu yerine kurbanın, mağdurun suçlanması demek olup son derece yanlış bir tutum. İnsanlar velev ki İngiltere’ye daha iyi ekonomisi olduğu için gitsin, velev ki ilk kurşunlardan korkup ülkesinden kaçmış olsun, onlar da her halükarda tıpkı Ahmed Kanjo’nun söylediği gibi “birer insan”.

(Ahmed Kanjo, İstanbul Üsküdar meydanında kendisine ve Suriyeli mültecilere karşı nefret söylemi içindeki bir kitleye yüksek sesle ‘ben bir insanım’ demişti.)

Vaad: “Mülteci krizi”, sebep değil, yaşananların bir sonucudur. Mülteciler neden geldi yerine asıl sorulması gereken soru şunlar: Esed neden hala Suriye’yi yönetiyor? Neden biz Suriyeliler vatanımıza dönemiyoruz? Bu belgeselde izlediğiniz sadece tek bir kamera, tek bir hastane ve tek bir ailenin hikâyesi. Kaç Suriyeliyi tanıyor, başına neler geldiğini biliyorsunuz? Komşularınızın veya okuldaki arkadaşlarınızın da birer hikâyesi var. Bizimki gibi milyonlarca hikâye mevcut. İnsanların buraya emniyet içinde yaşamaya gelene kadar neler çekmiş olabileceklerini bir düşünün. İnsanların istediği temel şey, bulundukları yerde şerefleriyle yaşayabilmek.

Hamza: Ben yüzde 1 milyon sizi temin ederim ki Suriyelilerin hiçbiri günün birinde mülteciye dönüşmeyi hayal etmemiştir. 10 sene evvelki hayallerimin arasında, ah günün birinde keşke İngiltere’de bir mülteci olabilsem diye bir hayalim yoktu mesela. Buradaki hiçbir Suriyelinin hayalinde de günün birinde Türkiye’ye sığınıp kimlik için mücadele etmek olmamıştır. Tıpkı her normal insan gibi bizim de kendi ülkemize dair hayallerimiz, ümitlerimiz vardı.

- 12 sene evvel Türkiye ile Suriye arasında vizeler kaldırılmış, geliş-gidiş çok kolaylaşmıştı, ama Suriyeliler Türkiye’ye akın etmemişlerdi. Hatta 2010’da Gaziantep’e gittiğimde bir arkadaşım Halep’e geçip orada yemek yiyelim demişti. Ben de ona, yemekler Antep’ten daha güzel olamaz, boş ver cevabını vermiştim. Bunu dediğime şimdi çok pişmanım. O sırada sadece ticaret ve alışveriş için sınırlar geçiliyordu. Suriyelilerin hiçbiri burada kalmaya gelmiyordu.

Hamza: Suriye’de her şey 11 yıl evvel başladı. Şu an mesela 25 yaşında olan Türkler, İngilizler veya dünyanın başka yerindekiler, olaylar başladığında 14 yaşındaydılar. O dönem neler yaşandığını bilmiyorlar. Onlar sadece haberlerde veya sosyal medyada ‘Suriyeliler bizim işlerimizi alıyorlar’, ‘Devletten para alıyorlar’ tarzı duydukları ve okudukları kışkırtmaları biliyorlar. Nefret işte buradan geliyor. Gençler geçmişi hatırlamıyor, her şey nasıl başladı bilmiyorlar. Tam da bu yüzden her ne zaman bu belgesel gösterime girse insanlar ‘Biz bilmiyorduk’ veya ‘Evet bazı sıkıntılar olduğunu biliyorduk ama bu kadarının farkında değildik’ diyorlar. O yüzden bu belgeselin daha fazla gösterime girmesi sadece Türkler değil Suriyeliler için de çok önemli. Henüz ilkokul çağında buraya gelen ve şu an nefret söylemi ile karşılaşan ama ne cevap vereceğini bilemeyen Suriyelilerin de bu belgeseli izleyip ülkelerinde neler yaşandığını öğrenmeleri gerekiyor. Türkler ile Suriyeliler arasında iletişimi sağlamak ve basmakalıp bakışları kırmak son derece önemli. Bu filmi çektikten sonra dağıtımcı şirketle imzaladığımız anlaşmada Türkiye’deki gösterimlerin ücretsiz olması konusunda bir şerh düştük. Bu belgeseli her yerde göstermeye hazırız. Olabildiğince büyük bir kitleye izletmek, Suriye’de neler olduğu üzerinde düşündürmek, konuşturmak, neden 3,5 milyon Suriyelinin Türkiye’ye geldiğinin anlaşılmasını sağlamak istiyoruz.

Röportaj Haberleri

"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"
Rıdvan Kaya Suriye devrimi ve yankılarını değerlendirdi
“’Atatürkçülerin’ kendileri hariç herkesi cahil sanması canımı sıkıyordu”
Ahrar-uş Şam komutanı Ebu Ubeyde ile Suriye’deki gelişmeler üzerine
Colani CNN'e konuştu: "Baas rejimi öldü, kurumsal bir yönetim sistemi kuracağız"