Suriye’de savaştan önce nüfusu 4 milyonu aşan, ülkenin en büyük şehri, ticari başkenti ve İslam dünyasının en kadim şehirlerinden biri olan Halep; bugünlerde İran, Rusya, Irak yönetimi, Suriye ve Hizbullah’tan oluşan koalisyonun imha edici saldırıları altında. Her ne kadar taraflar çatışmanın mezhepçi bir çatışma olmadığını iddia etse de, çatışmaya dâhil olan Şii milis güçler, Irak’ta katliamları ile bilinen ve Şii mezhepçiliği ile ön plana çıkan Haşdı Şa’bi’ye bağlı gruplar, Hizbullah, Suriye rejimi ve İran’ın aynı şekilde operasyonlara arka planda destek veren Irak yönetiminin Şii mezhepçi tutumları gayet ortada. Rusya’nın ise bu güçlerle stratejik ve ticari ittifakı, Lazkiye ve Tartus’ta bulunan ve Sovyetler döneminden günümüze dek aktif olan liman ve üsleri ve yeniden yükselen bir küresel aktör olduğunu ispat çabaları gibi motivasyonlarla Suriye’de bulunduğu, tercih yaptığında da İslâm dünyasındaki Şii azınlığı tercih ettiği biliniyor.
Halep’te yaşananlar şimdiden yüzyılın en büyük katliamı olarak kayıtlara geçmiş durumda. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana belki de herhangi bir şehirde bu denli ağır hasar ve kayıp oluşmamıştır. Halep adeta İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru Nazilerin saldırılarına uğrayan ve ağır bedel ödeyen Stalin’in savunmasına benzer bir şekilde direniyor. Ancak bu sefer Ruslar faşizmin karşısındaki halkçı güçler değil, halkın karşısındaki faşist Hitler ve Mussolini güçlerinin rolünü üstlenmiş durumda. Halep içerisinde Rusya ve müttefik güçlerin hastaneleri ve camileri vurduğu iddiası ise artık gerçeği yansıtmıyor. Zira Halep’te artık vurulacak ne bir cami ne de çalışan bir hastane kaldı. Rusya, Çeçenistan’da tüm nüfusun dörtte birini katlederek elde ettiği ihtişamlı ve adil (?) zaferin bir benzerini Suriye’de kazanma peşinde. Muhalifleri balık, halkı ise deniz olarak gören bu anlayışa göre suda yüzen balıkları yakalamanın ve imha etmenin bir yolu da neye mal olursa olsun suyu kurutmak ya da zehirlemek olarak ön plana çıkıyor. Dünyanın ise bu katliamlara karşı duruyor gibi bile göründüğünü söylemek maalesef mümkün değil. Öyle görünmeyi, öyleymiş gibi davranmayı bile dünya güçleri Suriye halkı için çok görüyor. Amerika’daki tartışmalı seçimleri fırsat bilen Rusya, Akdeniz kıyılarına sahip olduğu tek uçak gemisini de getirerek katliam gücünü birkaç kat daha artırdı. Yıllardan beri silah ambargosuna maruz bırakılan muhalifler ise sahip oldukları Ramazan aylarında Türkiye’de iftar vaktini bildirmek için kullanılan bin yıllık maziye sahip gülle atan toplar, rejimden ele geçirmiş oldukları hafif silahlar ve kendi ürettikleri isabet yeteneği düşük havanlarla savunma gerçekleştiriyor. Bu da akıllara Çanakkale harbinde süngülerle düşmana medyan okuyan kahramanları ve elbette onlar arasına Çanakkale’de canını veren 3 bin 600 Suriyeli şehidi getiriyor.
Rus güçlerinin Halep’te özellikle müteammiden hastaneleri vurduğu, 32 bini aşkın yaralının tedavi edilecek bir ortam ve imkân bulamadığı bildiriliyor. Aynı şekilde Halep’te savaşlarda özen gösterilmesi gereken kuralların hiçbirinin uygulanmadığı, uluslararası insan hakları kuralları ve savaş sözleşmelerinin hiçbir anlamının olmadığı ve müteammiden sivillerin katledilerek muhalefetin teslim alınmaya çalışıldığı görülüyor.
Beyaz Bereliler bile hedef
Rusya ve İran bugüne kadar Halep’te faaliyet gösteren onlarca hastaneyi bilinçli bir şekilde imha ederken, yıkılan binaların enkazı arasında masum insanları ve sivilleri kurtarmaya çalışan sivil savunma ekiplerini de özellikle hedef alıyor. Beyaz Bereliler olarak bilinen bu sivil savunma ekipleri bugüne kadar Halep’teki bombardımanlarda çok sayıda üyelerini kayıp verdikleri biliniyor. Aynı zamanda çok sayıda doktorun, hemşirenin, ilk yardım ekibinin ve itfaiyecinin öldürüldüğü de biliniyor. Kuşatma altındaki Halep’te hâlihazırda 300 binin üzerinde sivilin yaşadığı biliniyor. Sadece Hanano bölgesinde -Rejim güçlerinin geçtiğimiz günlerde Rusya ile ortak operasyonlarında ele geçirmeyi başardıkları bölge- 50 bin sivil muhalifin bulunduğu bölgelere ulaşmayı başardı. Aynı şekilde bunların bir kısmı da PKK kontrolündeki Halep’in Şeyh Maksut bölgesine ve Esed Rejimi elindeki bölgelere teslim olmak zorunda kaldı. Teslim olan siviller arasındaki18 yaş üstü erkeklerin açık infazlarla katledildiği, pek çoğunun işkenceye uğradığı ve tutuklandığı bildiriliyor. Bununla birlikte Rejim güçlerinin ve mezhepçi Şii milislerin çatışmalardan kaçmaya çalışan sivil halka da kasıtlı olarak ateş açtığı pek çok görüntü medyaya yansıdı.
Batı değerleri enkaz altında
Halep’te ve Suriye’de yaşanan kriz pek çok yönüyle uluslararası sistemin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kayda bağladığı kuralların yıkılışı ve geçersizliği anlamına geliyor. Zira İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası güçler Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nı kurmuş ve savaşlara, barışlara, muhalefete, ticarete, politikaya ve silahlanmaya dair pek çok uluslararası karara varmıştı. Cenevre sözleşmeleri, Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi ve buna benzer pek çok kurallar manzumesi, İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan ayıpların tekrar yaşanmamasını amaçlıyordu. Ancak geçtiğimiz 60 yıllık süreç bizlere uluslararası sözleşme ve kuralların sadece güçlü devletler söz konusu olduğunda etkin olduğunu gösterdi. Yaşananlar sadece güçlü devletlerin -özellikle de Birleşmiş Milletler’e üye olan ve veto yetkisi bulunan beş devlet- çıkarları söz konusu olduğunda bu kuralların cari olduğunu, fakat bu ülkelerin çıkarlarının aleyhine, hilafına herhangi bir gelişmede bu kuralların çok da etkin bir şekilde devreye sokulmadığını gösteriyor. Keza uluslararası kurumlar, örneğin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve bunlara benzer diğer uluslararası ve uluslar-üstü kurumların da söz konusu veto yetkisine sahip güçlü devletlerin iradelerinin hilafına etkin bir biçimde prensip merkezli çalışmadığı gözleniyor. Suriye krizi, bu güçlerin pekçok toplantı yapmalarına rağmen çözemedikleri bir sorun.
Aynı zamanda bu durum, Avrupa Birliği ve Batı değerlerinin de Suriye’de Halep’in enkazları altına gömüldüğünü gösteriyor. Zira her şey burada, bugün ve bütün insanların gözleri önünde yaşanıyor. Daha vahim olan şey ise ABD ve Batı’nın düşünüldüğünün aksine, o kadar da Suriye halkından yana olmayışı. Zira Amerika Birleşik Devletleri, muhalifler Halep’i kuşatmadan kurtarmak için çok kapsamlı -tarihlerinin en kapsamlı- operasyonlarından birini hazırladığı sırada muhalifler arasında ‘terörist’ olarak tanımladığı ve Halep operasyon odasında etkinlikleriyle bilinen komutanları hedef aldı. Aynı şekilde operasyonların başladığı gün de bir yandan Rusya, İran, Irak, Hizbullah ve Esed rejimi tarafından saldırıya uğrayan muhalifler, arka planda Amerikan insansız uçakları ve yakın dönemde kullanımına başlanan Thunderbolt bombardıman uçakları tarafından bombalandılar. Bütün bunlar Suriye’de ABD, Batı, Rusya ve İran arasında Suriye’nin mezhepçi yapısının devam etmesi yönünde üstü örtülü bir konsorsiyumun olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak Halep Sivil Savunma Birlikleri yaptıkları açıklamada; Rusya’nın ve bahsi geçen ittifakın son dönemde 2 binin üzerinde hava saldırısı gerçekleştiğini, 7 binin üzerinde top atışı yapıldığını, şehir içinde 32 bin yaralının bulunduğunu ve bugüne kadar 600 kişinin katledildiğini belirtti. Yiyecek stoklarının da hızla tükenmekte olduğunu belirten Halep Sivil Savunma Birlikleri, Rusya ve mezhepçi güçlerin saldırılarının adeta hareket eden her şeyi vurmak üzere tasarlandığını belirtti.
İkinci Dünya savaşında yaşanan pek çok drama bakıldığında, çatışmalar ve kuşatmalar göz önüne alındığında bile Halep’teki kuşatmanın İkinci Dünya Savaşı’ndaki en kanlı sahnelerinden çok öte bir vahşet barındırdığı gözler önünde. Maalesef yaşanan bütün bu acılara rağmen Türkiye, Katar, Suudi Arabistan gibi bazı ülkeler Suriye halkının yanında yer alırken Amerika Birleşik Devletleri ve Batı, Suriye’de zaman zaman timsah gözyaşları dökmek ile yetiniyor. Hatta zaman zaman ortaya çıkan farklı iddialar daha vahim. Bazı iddialara göre Halep’te özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin terörist olarak tanımladığı bazı muhalif grupları Amerikan uçaklarının Rus uçağı görünümüyle hedef aldığı da iddialar arasında. Ancak Suriye’de yaşanan bütün bu acılar ‘terör’, ‘terörist’ kavramlarını adeta anlamsız hale getirmiş durumda. Yüz yılın en büyük katliamı bütün dünyanın gözleri önünde yaşanıyor ve televizyon ekranlarında günübirlik tüm dünyaya servis ediliyor. Ancak hiç kimse bunu tersine çevirecek ya da durduracak somut bir adım atamıyor.
Kırmızı çizgi mesajı
Türkiye son dönemde Batı ile sorunlu ilişkiler dönemine girdi. Aynı şekilde Türkiye’nin etrafı Rusya, İran ve Irak gibi mezhepçi ve muhalif güçler tarafından kuşatılmış durumda. Ekonomik anlamda da son dönemde gelişmelerin çok ümit bahşettiği söylenemez. Avrupa Birliği’ne alternatif olarak Türkiye’nin giderek daha fazla Rusya’ya yakınlaşması, beraberinde Rusya’nın Suriye’deki katliamlarına daha temkinli bir yaklaşımı getirdiği gibi bir izlenimi doğuruyor. Geçtiğimiz günlerde Rus uçağı olduğu iddia edilen bir takım uçaklar Türk askerlerine yönelik saldırı gerçekleştirdi. Birden fazla saldırıda Türkiye’ye “Sınırını koru ve bizim kırmızı çizgilerimize riayet et” mesajı vermek istendi.
Ufukta uluslararası toplum da dâhil herhangi bir gücün Halep’e destek olacağına dair ümit bahşeden bir işaret görünmüyor. Yine de muhaliflerin önümüzdeki süreçte yeni planlar yaptıkları biliniyor ve Halep’in tüm bu güçlerin ittifakı, kıyaslanamayacak orantısız gücü ve zalimliğine karşın kolay kolay düşmeyeceği de biliniyor. Önümüzdeki haftalarda Suriye içinde Hama cephesi ve Lazkiye cephelerinde sürpriz gelişmeler durumu tersine çevirebilir. Türkiye açısında ise çatışma ve savaş riski Halep’in düşmesi durumunda azalmayacak bilakis artacaktır. Halep’in Türkiye açısından müdahale etmesi gereken bir kurtuluş cephesi olduğu bir retorikten öte son derece cari bir hakikat.
Kaynak: STAR