Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER
Türkiye’de özellikle son üç senedir mülteciler üzerinden yaşanan bir tartışma var. İnsani ve vicdani hasletleri yeteri kadar gelişmemiş olanlar savaştan ve katliamdan kaçmak zorunda kalarak Türkiye’ye sığınan insanları çeşitli sebeplerle hedef gösteriyorlar.
Kimisi “kültürümüzü bozdular” diyor kimisi “ekonomiyi bitirdiler”… Kimisi de uydurma olduğu defalarca kanıtlanan dezenformasyon örnekleriyle mültecileri kriminalize etmek istiyor. Şunun şurasında seçime hiçbir şey kalmadı. Artık bu yalanları ifşa etmek ile uğraşmanın bir anlamı yok. Buradaki tek anlam insan olmak ile alakalı!
Suriyeliler sayısız acılar çekti. Yaşadıkları sadece Suriye’deki zulümle sınırlı da değil. Başka bir ülkeye gelmek ve oraya uyum sağlamak konusunda da çokça sıkıntılar yaşadılar. Gittikleri ülkelerde ırkçıların saldırı da yaşanan facianın boyutlarını içinden çıkılamaz hale getirdi. Şuan Türkiye’de görece bir güven ortamında yaşıyorlar. Ancak bu durum bile tabi ki Esed’in bombalarından kat be kat iyi…
Acının insan hayatındaki yerini anlatmak için Borgna’ya kulak verebiliriz. "Şu Bizim Kırılganlığımız" kitabında Borgna acıya ve ona duyarlı olmaya dair önemli hatırlatmalarda bulunuyor:
Elbette ki, acı geçer ama acı çekmiş olmak geçmez; kırılganlık da öyle bir insani deneyimdir ki, bir kere filizlendi mi hayat boyu sönmez ve yapılan her şeyde, söylenen her sözde inceliğin, kabullenişin, anlayışın ve dinlenmenin, dile getirilende gizli saklı olan dile getirilemeze dair duyulan sezginin mührünü bırakır. Evet, öyle anlar vardır ki, her birimizde kırılganlığın mevcudiyeti ya da hiç olmazsa kırılganlık algısı keskinleşir ya da çoraklaşır; ama her halükarda, kendimizi içimizdeki ve de başkalarının içindeki kırılganlığı tanıma konusunda eğitmeliyiz.
Bu, herkesin çağrılı olduğu ahlaki bir görevdir. … Bunu, karşımızdaki kişinin ne ve nasıl hissettiğini, ne gibi umutları ve huzursuzlukları olduğunu, hayatının ufuklarına inen gölgelerin neler olduğunu sezmek için yapmalıyız.
Borgna “herkesin çağrılı olduğu ahlaki görevi” insan olmaya dair çok temel bir hasleti hatırlatıyor: Acıyı bilmek ve ona karşı duyarlı olmak.
Binlerce mültecinin “geri gönderilme korkusu” içerisinde takip ettiği seçimler siyasi bilince sahip olan her Müslümana ve vicdani, insani hasletlerini yitirmemiş olanlara ahlaki bir görev yüklüyor: Mültecilerin acılarına kulaklarınızı kapatmayın ve ırkçıların kazanmasına engel olun!
İnsan olma tecrübemizin doğal sonucu birbirimize karşı gösterdiğimiz şefkat ve nezaketin doğru neticeler ortaya çıkarttığına şahit olmamızdır. Bu bir ırkçı için bile geçerlidir. En kötü insanlar bile annelerini sever örneğin… Sevgi ve merhametin olduğu yerde hayat düzgün bir şekilde devam eder. Bizleri biz yapan şey de ekonomik konumumuz, mesleklerimiz değil ahlaki yükümlülüklerimizi yerine getirerek başkalarının acılarına çare olma çabamızdır.
Kırılganlıklarımıza karşı kör kesilmiş bir dünyada insanlar çıkar ve gösterişleri için yaşam sürüyorlar. Nefret ve ahlaksızlık yaygınlaşıyor. Çıkarına değilse başkalarının derdine karşı üç maymunu oynuyor insanlık. Modern siyaset pragmatizmi ve oportünizmi tek çıkar yol olarak insanlığa dayattıkça insanlığımızdan geri hiçbir şey kalmıyor!
Siyasiler veya siyasi partilerle hiçbir şekilde doğrusal ilişki kurmamış insanlar olsak da şunu açıkça görmemiz lazım. Bir tarafta yalan söyleyerek sırf popülizmden faydalanmak için mültecileri nefret objesi haline getiren bir siyasetçi var. Diğer tarafta ise olası zararlarına ve oy kaybı ihtimaline karşı dahi olsa mültecilere sahip çıkan bir başka siyasetçi!
France 24 kanalının İstanbul muhabiri Fransız gazeteci Ludovic de Foucaud dün akşam ki yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mülteciler hakkındaki açıklamalarını şöyle değerlendiriyor:
Erdoğan, partisinin bir kısmı dahil pek çok Türk'ün ülkelerini terk ettiğini görmek istediği Suriyeli mültecilere saldırmanın siyasi olarak ne kadar "kârlı" hale geldiğini biliyor. Ama bu noktada seçimler yaklaşırken popülerliğini kaybetme riskini göze alarak onlara karşı insanlık dersi veriyor.
Şimdi insan olan herkese ahlaki bir çağrı yapma zamanıdır:
Eğer ki mülteci düşmanlığı dışında hiçbir şey vaat etmeyen bir siyaset biçimi ülkeye egemen olursa yapacağı ilk şey mültecilerin acılarına sırtını çevirmek olacaktır. Bu vaziyet ise vicdanı kurumuş bir dünyada yaşadığımızın kanıtı olacak. Başkalarının acılarına bu kadar kolay mı sırtımızı çevireceğiz? O halde insan olmanın anlamı ne olacak? Vicdanınıza sorun!