Ekranda konuşan sarışın ve şık hanım, şöyle diyordu aynen: "Herkes çocuk sahibi olmamalı bence. Olabilmek için insanlara ehliyet vermeliler.
Çocuğa terbiye veremeyecek, yetiştiremeyecek, oturmasını kalkmasını öğretemeyecek bir sürü insan var." Sonra da örnekleri sıralıyor, "Metroda, otobüste kendinden büyük insanlara yer vermeyen bir sürü insan var..."
Bu kişi televizyonda yorumcu, çok elit bir üniversiteden mezun ve modern bir Türk kadını... Ve kürtaj tartışması maalesef ülkemizde bu mantık düzeyinde tartışılıyor.
Her siyasî icraatta olduğu gibi, kürtaj meselesinde de konunun gelip oturduğu bağlam yine ideolojik oldu. Maalesef ki, artık bir bardak suyu bile tartışsak aklı, vicdanı, iz'anı bir kenara bırakarak meseleyi ideolojik düzlemde değerlendirip ona göre tavır alıp, eylem yapacak bir güruh var ülkemizde. Çok klişe bir deyim ama ne hale geldik böyle?
Belki en başta yazmalıydım ama bu yazının konusu iktidarın politikası bağlamında meseleyi tartışmak değil. Vicdanların nasıl rafa kaldırıldığının dehşetli tablosunu ortaya koymak.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; başta alıntıladığım hanımefendinin mantığı cahiliye döneminde çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin mantığından daha tutarsızdır. Ve yöntem olarak kürtaj, toprağa gömmekten daha zalim bir seçenektir. Salt ideolojik konumlanmadan ötürü, cahiliye dönemi insanlarından bile beter halde olmamız düşündürücüdür.
Bir tuhaflık daha var. Kürtaj meselesinin neredeyse 'sadece' tecavüze uğrayan kadınlar üzerinden tartışılması da, bu toplumun sosyal açıdan hasta olduğunun göstergesidir. Tartışan tarafların anlamadığı, anlamak istemediği konu şudur: Mesele kadın bedeni meselesi değildir, olmamalıdır. Mesele 'hayat hakkı' meselesidir.
Geçenlerde içim yana yana kürtaj ile ilgili çekilmiş bir film izledim. Bu filmi, vicdanı olan hangi ana-babaya izletsek, değil kürtajı savunmak, bir insan olarak bu meseleden bahsetmeyi utanç sayar.
Bebeğin bedenine numaralar veriyorlardı filmde. Mesela bebeğin kafasına 'bir numara' diyorlardı. 'Bir numarayı çıkardık!' Kafayı kopartarak alırken bunu söylüyorlardı.
Kürtaj öncesi ana rahminde rahatça hareket eden bebeği görüntülüyordu belgesel. Sonra ilk müdahaleyle birlikte çocuğun şaşkınlığı, ardından müdahalenin yapıldığı istikametin tam tersi yöne gitme çabası bariz şekilde belli oluyor. Kalp atışları normalin iki misline tırmanıyor. Ve ilk temas durumu... Ağzı öylesine bir açılıyor ki, sessiz bir çığlık yükseliyor adeta. Sonra parça parça alınıyor minicik beden. Geriye sadece birkaç doku parçası kalıyor.
Özellikle internet ve e-mail ortamlarında sıcak yaz aylarında kampanyalar yapılır. Bunu yapan kişilerin insanî hassasiyetleri beni hep etkilemiştir. Şöyle derler: "Havalar çok sıcak. Lütfen kapınızın önüne birer tas su koyun, evsiz kedi ve köpekler susuzluktan ölmesin diye..." Böylesi hassas olanların kalkıp kürtajı savunması bana çok çarpıcı geliyor. Keza, "Sakızlarınızı yere atmayın, kuşlar onları yem zannedip yutuyor ve boğulup ölüyorlar" diye kampanya yapabilecek kadar hassas görünenlerin göbeklerine 'bedenim benimdir' diye yazıp sonra da kürtajı savunmaları çok 'acıklı' geliyor bana. Minicik bir kediyi ezerek öldüren adamı, dünyanın en zalim ve sapık kişisi ilan edeli kaç yıl oldu? Kuşu, kediyi, köpek yavrusunu bu kadar düşünenlerin, insan yavrusunu parçalayarak öldürmeyi bu kadar kolaylıkla savunması bana zalimce geliyor.
Mesele modernlik/ilkellik meselesi değildir, mesele AKP/CHP meselesi de değildir; insanlık meselesidir. Şunu açıkça söylemek isterim ki; minik bir bedeni insafsızca parçalayarak yok etmeden önce, yerini tespit edip, vicdanları parçalayarak yerinden almak gerekiyor.
ZAMAN