Vezüv’ün Anlattıkları!

NEHİR AYDIN GÖKDUMAN

2012’de İtalya’da her yıl düzenlenen Uluslararası Bologna Çocuk Kitapları fuarına katılmış, fuarla ilgili gözlem ve araştırmaların ardından İsviçre’ye geçmiş ve Cenevre dönüş yolculuğunda THY’yla seyahat ederken laptob’umu  kaybetmiştim.  Daha doğrusu bilgisayarımı uçakta yanıma almak yerine, bagaj bölümüne vermiş ve İstanbul havalimanına inince âdeta tarumar edilmiş çantamın içinde görememiştim. Durumu THY’rına bildirdiğimde ise bagajdan sorumlu bölüm, bilgisayarını bagaja verme saflığını gösteren bir yazar olarak beni tebrik etmiş (!) ve küçük bir jestle meseleyi kapatma yoluna gitmişti. Tabii asıl can sıkıcı olan giden laptop’tan ziyade tutulan o kadar anekdot ve fotoğrafın kaybolmuş olmasıydı.

Aradan bir yılı aşkın zaman geçti. Biz de “Yenilen pehlivan güreşmeye doymazmış.” minvalinde geçen hafta İtalya’ya yeniden bir seyahat gerçekleştirdik. Bu kez programımıza öncesinde görmediğimiz birkaç yeri de ilave ettik. Yorucu ve verimli bir gezi oldu ve çok şükür bu kez tutuğumuz notları ve fotoğraflarımızı muhafaza edebildik. Bu yazımda gezimizin küçük bir bölümünü, daha önce pek çok kaynaktan okuduğumuz, resimlerini gördüğümüz  ve defaatle irkildiğimiz Pompei  izlenimlerimi aktarmak istiyorum.

Uçağımız Napoli’ye inişe geçerken, öncelikle dağlara, tepelere adeta nefes aldırmayan bitki örtüsü dikkatimi çekiyor. Hiç böylesine her karışı ağaçlandırılmış sarp dağlar görmediğimi düşünüyorum. (Her ne kadar şu sıra ağaç görmek gibi bir isteğim kalmasa da manzara adeta büyülüyor.)

Bir liman şehri olan ve iki volkanik bölge arasında bulunan Napoli’ye indiğimizde, yaptığımız şehir turunun ardından Pompei’ye gitmek üzere yola koyuluyoruz.  Nihayet 25 km’lik bir otobüs yolculuğunun ardından Vezüv Yanardağı’nın eteğinde bulunan Pompei’deyiz. İtalyan rehberimiz Leonardo’nun yarım yamalak Türkçe’siyle ve biraz da kendi bilgi ve araştırmalarımızla şehri keşfetmeye çalışıyoruz. Zaten şehrin tarihçesine az çok aşinayız. Kısaca hatırlayacak olursak:

Pompei, Vezüv  Yanardağı’nın eteğinde, yakın çağın en putperest imparatorluklarından biri olan Roma’nın şehirlerinden biriydi.  Milattan önce 5000’lerde kurulan şehir, lavlar altında kalmadan 159 sene öncesinde Romalıların eline geçmişti ve ülkenin yönetici, aristokrat ve zengin taifesini bolluk içinde barındıran bir beldeydi. Fakat Allah’ın verdiği  bu bolluk ve zenginliği hayra çevirememiş, Pompei halkı her anlamda taşkınlık ve sapkınlık içerisindeydi.  8 kapının çevrelediği, Akdeniz esintilerini taşıyan şehir put tapınaklarıyla meşhurdu. İnsanlar Rablerinden bihaber batıl bir hayatın içerisinde zevk ve sefa sürüyordu. Şehir her bakımdan hareketli ve zengindi.  İçerisinde Amfitiyatrolar, hanlar, hamamlar, değirmenler, meyhaneler, kumarhaneler, batakhaneler,  gladyatör alanları gibi kısımlar yer alıyordu.  Aynı zamanda yemyeşil bağları, bahçeleriyle  çevrenin en görkemli yerlerinden biriydi. Şehrin her yeri dönemin ünlü bürokratlarının, aristokratlarının, zenginlerinin villa ve konaklarıyla çevriliydi. Fakat bunca güzellik içinde Roma’nın putperest insanları azgınlık ve taşkınlarını her geçen gün biraz daha arttırmaktan geri durmuyorlardı.  Pompei özellikle şehvetine kul köle olmuş insanların şehri olarak biliniyordu. Ve şehirde fuhuş ve eşcinsellik sıradan bir gelenek hâlini almıştı. Öyle ki bu fahşa ve kötülüklere katılmayan yok gibiydi. Şehrin her yeri fuhuş evleriyle doluydu.  Toplumda bu sapkınlıkta en ileri gidenler adeta ödüllendiriliyordu. Aslında ülkede de durum pek farklı değildi. Mesela dönemin imparatorlarından Sezar ‘a küçük yaştaki erkek yeğeniyle sapkın bir ilişkiye girmesi karşılığında yeğeninin annesi tarafından şeref madalyası verilmesi akıllara durgunluk verecek bir hadiseydi. Ancak Pompei halkı için yasak ve günah diye bir şey yoktu. Nefislerini ilahlaştırmış, sapık cinsel tercihlerini kendilerine rehber edinmiş bir kavimdiler.

Şehirde hak hukuk, adaletin de esamesi okunmuyordu. Aristokrasinin putlaştırıldığı toplumda zayıfların, kölelerin hakları diye  de bir şey yoktu. Öyle ki, şehrin ortasındaki arenada her hafta eğlenceler düzenleniyor, bu eğlencelerde her türlü edep ahlak dışı davranışlar sergileniyor, sınırsızca yeniyor, içiliyor, her eğlencenin sonu ise, ya iki kölenin dövüşü ve birinden birini öldürmesi ya da bir kölenin bir aslana parçalatılmasıyla son buluyordu.

Tüm bu ahval ve şerait içinde, Vezüv Yanardağı  zaman zaman püskürmelerde bulunsa, MS.  62’de Pompei’yi yıkan şiddetli bir deprem meydana gelse ve zelzeleler sık aralıklarla yaşansa da  bunlar şehir halkının durup tefekkür etmesi yerine durumu daha da kanıksamasını sağlıyor, hiçbir şeyi değiştirmiyordu.  Her sapıklık uluorta ve göz önünde yaşanmaya devam ediyordu.  Şehrin her tarafı cinselliği hatırlatan simgelerle donatılmış, insanlar giyim kuşam ve yaşam tarzlarıyla şehvetlerinin esiri olduklarını göstermeyi adeta hüner saymışlardı.  Öyle ki cinsel simgeler şehrin uğuru kabul edilmiş ve hemen her yerde resimleri yapılmış, heykelleri dikilmişti.

İşte böyle bir yaşamın içinde, tarihler MS. 79’u gösterdiğinde  artık Pompei için geri dönülmez bir yolun başlangıcı oldu.  24 Ağustos’ta Vezüv Yanardağı’ndan bir anda yükselen dumanların ardından, şehirde şiddetli sarsıntılar başladı. Gökten iri kum taneleri büyüklüğünde kızgın taşlar yağmaya başlayınca, halk korkunç bir lav akınının geleceğini hissedip limana koşarak gemilerle uzaklaşmak istedi; bazıları da evlerine kapandı. Ancak dev dalgalarla kabaran deniz gemideki insanları büyük bir tufanla lavların bir nehir gibi aktığı şehrin kucağına geri attı. Şehir bir anda devasa bir lav tufanının altında kaldı ve lavlar birkaç saat içinde her tarafı bir yorgan gibi örttü.

Bu büyük afetle zevk ve sefa şehri Pompei  20.000’i aşkın insana mezar oldu. Lavlar kısa sürede 6-7 metrelik bir tabaka oluşturarak bütün şehri haritadan siliverdi. Pompeililer bu büyük afet sırasında bile sahte tanrılarına seslenerek can hıraş yardım istemişlerdi.  Fakat ne yazık ki sapkınlığın ve azgınlığın doruklarda yaşadıkları belde onlar için artık korkunç bir mezar şehir hâlini almıştı.

Pompei bütün dinler tarafından asırlar boyunca lanetlenmiş bir şehir olarak anıldı. 1700’lü yılların başlarında arkeologlar tarafından günyüzüne çıkarılan lavların altındaki kalıntılar ise, bugün özellikle yaz aylarında günde 2000 ziyaretçi ağırlayarak tarihe ibretamiz bir şekilde ışık tutmaya devam ediyor.

Şehrin kalıntıları içinde ve taşlaşmış insan cesetleri arasında dolaşırken etkilenmemek mümkün değil.  Cam panolar içinde sergilenen taş cesetlerin hemen hepsinin yüzünde helak olurken çektikleri acıyı yansıtan ifadeler göze çarpıyor. Acizliğin ve günahkârlığın bütün izlerini yansıtan bu çehreler, dünya hayatında fütursuzca günaha dalan insanların âkibetlerinin nasıl olabileceğine de âdeta ışık tutuyor.

Şehirdeki kalıntılar arasında dolaşırken dönemin ileri gelenlerine ait lüks villaları, heykelleri, tapınakları, duvar resimlerini rahatça gözlemleyebiliyorsunuz. Hatta sapkın davranışlarını sürdürürken ansızın yakalanan insanların taşlaşmış bedenleri size o günün Roma’sını bilfiil resmetmekte çok manidar görünüyor.

Şehir gezisini tamamladığımızda çevreyi keşfe çıkıyoruz. Her yer Pompei’den esintiler taşıyan hediyelik eşya tezgâhlarıyla dolu. Ve bu tezgâhlarda satışa sunulan figürler, simgeler, olup bitenden ders çıkarmaktan ziyade, günümüzde de cinselliği tabulaştırmış seküler insanın beğenisine hizmet edecek şekilde…  Pompei’nin ziyaretçileri için ise gerek giyim tarzları, gerek tavır ve davranışlarıyla  şehrin misyonuyla  uyumlu bir tablo resmediyor desek abartılı olmaz… Şehrin en geniş caddesinden geçerken ise Türkiye’yi tanıyan rehberimiz Leonardo, “İşte burası da Pompei’nin Bağdat caddesi” diyerek bize takılıyor…

Otele gidinceye kadar namaz vakti geçecek olduğundan, kendimize namaz kılacağımız sakin bir köşe aramaya çıkıyoruz. Belki de şehrin en ilginç ziyaretçileriyiz. Nihayet sessiz bir köşe bularak güç olsa da bir ağacın altında ibadetimizi tamamlıyoruz. Namaz sonrası, yaşanan onca acı ve tufana rağmen Pompei’nin günümüz insanı için turistik bir ziyaretten ziyade, göz ve gönül kapısını açan bir belde olmasını diledim.

Ve dilerim, Allah’ın şu geniş arzı üzerinde, O’nun ayetlerini gören, hisseden, yaşayan ve yaşatma gayesinde olan insanlardan olabiliriz…

Her seyahat bir ufuk, ama en çok da kendi içimize yolculuk… Allah’ım, ufkumuzu genişlet, ellerimizi bırakma! Yalnızca dinin için yaşayan kullarından eyle… Bizi heva ve heveslerimizin kulu kölesi yapma!  Amin!